
Değişmesi gereken paradigmalar ve kültür politikaları
Birey ve toplumların amacı, hayatlarını inandıkları değerlerle anlamlı kılmak ve bunun sonucunda, dünyada ve öldükten sonra mutlu olmaktır. 19 ve 20 yy toplumları kendilerini milli kültür değerleri üzerinden tanımlamışlar ve egemen sınıflar hakim oldukları ülke sınırları içinde kalan diğer azınlık ve etnik kökenli gruplara kendi değer ve kültürlerini dayatarak homojen bir yapı oluşturmaya çalışmışlardır.Temel inanç ise milli birlik ve beraberlik içinde daha güçlü olunacağıdır. Bu eğilim bağlamında ülkeler kendilerine özgü kültür politikaları takip etmişlerdir. Bu politikalar bireyi veya alt kültürleri yok sayarak, egemen kültürün ülke sınırları içinde yaşayan herkesten tarafından kabulünü öngörmüş ve buna insanları zorlamıştır. Bu tür kültür politikalar ise, toplum tarafından bir karşı koyuşa neden olmuştur. Toplumun belli kesimleri, kendisi için bir “varoluş” anlamı taşıyan kültürlerinden uzak kalmayı hazmedememiş ve buna pasif veya aktif olarak bir şekilde karşı koymuştur. Bu ise ülkelerin kalkınmalarını ve modernleşmesini geciktirmiş veya engellemiştir. Bugün gelişmiş dediğimiz ülkeler , bu tür kültür politikalarının, ülkelerin gelişmesinde ve etkin olmasında büyük bir handikap olduğunu az gelişmiş veya gelişememiş ülkelerden daha önce fark etmişler ve multi-kültürel toplumsal yapıyı tercih etmişlerdir. Bu yeni yaklaşım o ülkelere toplumsal barış ve huzuru getirmekle kalmamış, aynı zamanda diğer ülkeler karşısında prestij, siyasi ve ekonomik güç konumuna oturtmuştur.
Bir ülke vatandaşlarının hiçbir farlılığını dikkate almadan, ona “kendi olma” fırsatını verirse, hiçbir kimse içerisinde kendisinin de herkes kadar “var” olduğunu hissettiği bir sisteme ve düzene karşı koymaz; aksine o düzenin zarar görmemesi ve devamlılığı için elinden gelen çabayı sarf eder.
Selçuklu, Osmanlı , günümüz ABD ‘si ve tam olarak olmasa da Avrupa bunu başardığı için diğer ülkeler üzerinde belirleyici ve etkin olmuşlar ve olmaktadırlar.
“Büyük bir ülke”, zengin bir toplum ve kültürümüzü ebed müddet sürdürmek istiyorsak, yapılması ve uyulması gerekenler bellidir. Özellikle ülkemizin örnek alabileceği öncül modeller fazlasıyla mevcuttur. Selçuklu ve Osmanlı gibi tecrübelerimiz sabittir.
Hamasi ve duygusal nutuklardan, bencil ve rasyonellikten yoksun çıkar politikalardan uzak durmak ve bu tür politikalara asla prim vermememiz gerekmektedir.
Büyük ülke, ancak mevcut paradigmaları ve kültür politikalarını değiştirerek ve duygusallıktan uzak, rasyonel devlet politikalarıyla olunur. “Olmayanla” korkutulan toplumlar ve bireyler, enerjilerini ve zamanlarını hep bu korkularını yok etmek harcadılar. Ama yeni paradigma korktuklarının “olmadığına” inanmak olarak karşımıza çıktı. Kabus gören bir toplumun sağlıklı olarak büyümesi mümkün değildir. Bütün örnekler bize bunu ispat etmektedir.
Tarihi fırsatları değerlendiremez , bencil ve kısır politikaların peşine takılırsak tarih bizi affetmeyecektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.