Alfred Adler “her insan aşağılık kompleksi ile doğar, sonra toplum adına bir şeyler üretir ve böylece var olduğunu, değerli olduğunu hisseder ve bu kompleksten kurtulur” der.
Her insan doğuştan var olduğunun hissedilmesini ister. Ama insanlar var olduklarını içinde yaşadıkları sosyal çevreye hissettirmek ve hissedildiğini de hissetmek isterler.İnsan, mutlu ve huzurlu olması için buna ihtiyacı olduğunu düşünür. Bunu nasıl başaracak peki? Bütün mesele de bu zaten.
Alman filozof Alfred Adler’e göre topluma yararlı bir şey üretmesi veya yapması gerekir.Bunu yapamazsa ne yapacak? Nasıl var olduğunu hissedecek veya hissettirecek? Nasıl diğer insanların dikkatini çekecek?
Çok kolay.Tüketecek. Ne kadar çok tüketirse, o kadar var olacak, dikkat çekecek ve tüketemeyenlere göre kendisini daha farklı ve ayrıcalıklı hissedecek.
Sürekli var olmak adına daha farklı ve yeni şeyler tüketmek istiyoruz. Tüketmek İstediklerimiz ihtiyaçlarımız olmuş durumda. Tüketemeyince, mutsuz, huzursuz oluyor ve canımız sıkılıyor. “Ben” kavramı artık, sahip olduklarımızla özdeşleşmiş ve her şeyimizi kontrol altında tutuyor. Duygularımızı ve toplumsal statümüzü sahip olduklarımız ve tükettiklerimiz belirliyor. Her zaman tüketilmesi gereken ve ‘yeni’ bir şey olacağına göre ve buna parelel üretim sürecinin hızını katlayarak artırdığını düşünürsek, insanların bu sarmaldan kurtulmaları bu yaklaşım ve zihniyetle mümkün değildir. Tatminsizlik ve mutsuzluk da bu süreçle beraber sürüp gidecektir.Diğer yandan insan daha çok ve sınırsız tüketebilmek adına bitmeyecek sandığı tabii kaynakları yağmalamak için kendi ürettiği teknolojiyi de talan aracı olarak kullanmaktan çekinmemiştir.
Farklı ve güçlü olma uğruna, teknolojik gelişmenin sağladığı modern imkanlarla, daha fazla tüketmek adına, üretimin kaynağı olan doğayı, yani dünyamızı yağmalıyoruz maalesef.
Sadece ihtiyaçtan olsa, bunu zorunlu görebiliriz. Ama var olmak, diğer insanlara karşı güçlü olmak ve onlara üstünlük sağlamak adına yapılıyor olması, dehşet verici olan tarafı.
Erich Fromm’ un “sahip olmak ve olmak” adlı eserinde – herkese okumayı tavsiye ederim- okumuştum, “Albert Schweitzer 1952 ‘de Nobel Barış Ödülü’nü almak için Oslo’ya geldiğinde, bütün dünyaya şöyle seslenmiş:” Olayları oldukları gibi görmeye cesaret edelim.İnsan, insan üstünde yükselmiştir… Ama insanüstü güce erişmenin gerektirdiği, insanüstü akılcılığı gösterememektedir.Artık şu gerçeği itiraf etmenin zamanı gelmiştir. Üstün insan, gücünün artmasıyla birlikte, gerçekte zavallı ve acınacak insan haline gelmiştir… Uzun süredir anlamamız gereken bu gerçeği, şimdi lütfen kabul edelim. Üstün insan olmakla, gerçekte, insan dışı bir varlık olduk biz.”
O günden bugüne ne değişmiş, insanın, insan üzerinde ve doğa üzerindeki zalimliği daha da artmıştır. Kendimizi tatmin uğruna, sonsuz hazzı yakalamak uğruna ha bire tüketiyor ve tüketmek arzusuyla yanıp tutuşuyoruz. Tüketemeyince ise, kendimizi mutsuz hissediyoruz.
Onsekizinci ve ondokuzuncu yüzyıllarda Avrupa’nın elitleri ve soyluları sınırsız harcamalar ile hazzın doruğuna ulaşmaya ve böylelikle yaşamlarına bir anlam katmaya çalışmışlar ama buna mukabil doğudaki yoksul Hint fakirleri ve Müslüman dervişler onlardan daha fazla mutlu olmuşlar.
Demek ki haz almanın ve mutlu olmanın yegane yolu illa tüketmekten geçmiyor. Schoppenauer, her türlü davranışın altında mutlu olmak amacı vardır der, fakat Erich Fromm’un ifadesiyle günümüz insanının “sahip olmak” için, gösterdiği çabalarının onu mutlu etmeye yetmediği bir gerçek olarak karşımızda duruyor. İnsan zaten “vardır”, tüketerek var olacak değildir. “sahip olarak” , “olmak” lığın var olacağını düşünmek sağ duyu sahiplerinin kabul edeceği bir şey olamaz. Sahip olduğun ve tükettiğin kadar varsın, sahip olduğun bir şey yoksa , “yoksun” sonucu çıkar bu mantıktan. Bunun ise kabul edilebilir bir yanı yoktur.
İnsanların, bu açmazı aşmaları ancak, “var olmalarıyla”, zaten “var” olduklarını bilmeleri ve sonra varlıklarını sürdürebilmek için, gerektiği kadar sahip olmayı arzu etmeleriyle mümkündür. Yine Fromm’un deyimiyle, “yeni bir insan ve yeni bir topluma geçişin tek yolu,her şeyi elde etmek, onlara egemen olmak biçiminde beliren ve kar tutkusu, açgözlülük, bir de ihtiras, demek olan “sahip olmak” karakterini terk etmekten geçer.İnsanlar, onları huzura, mutluluğa ve diğer insan kardeşlerini sevmeye yöneltecek olan “olmak” temelli bir dünya görüşüne geçemedikleri sürece, kurtulmaları mümkün değildir.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.