Sistemin işleyişi ve 28 Şubat

         Tanzimat’tan bu yana,üst düzey askeri bürokratlarla gazeteciler (medya) bu milletin geçmişindeki karanlık ilişkilerde  hep vardır. Hatta nerdeyse siyasi sürecin her aşamasında belirleyici olmuştur. Her ne kadar toplum ve ülke menfaatleri (!) adına gerçekleştirdikleri her eylem ülkenin ve toplumun aleyhine olmuş ve geride sayısız tamiri mümkün olmayan tahribat ve acı bırakmış olsa da. Evet, Tanzimat’tan beri süregelen bir gelenektir bu. Özellikle Tanzimat sonrası oluşan Avrupai yaşam tarzını benimseyen  bürokrasinin her yaptığı işte  askeri bürokrasi ve medyanın izine rastlanabilir.Çünkü bürokrat, gazeteci kökenli veya askerdi. O günden bu güne, devlet siyasetinin her kararında, hem gazeteciler, hem de askeri bürokrasi fiilen veya dolaylı olarak vardır.

Yaptıkları yanlışları ve illegal eylemleri, kılıf olarak, ülke adına (!)/menfaatine olmasıyla izah ederek, ortaya çıkan  inkar edilemez zararları da , başkalarının üzerine yıkarak gelmişlerdir. Yanlarında ise her zaman bir siyasi parti bulmuşlardır. Osmanlı döneminde İttihat ve Terakki’yi, cumhuriyet döneminde ise CHP’yi  onların siyasi kanadına örnek olarak söylemek yanlış olmaz. Kimse bu geleneği ortadan kaldıramamıştır yaptıklarının hesabını da soramamıştır.Vatandaşın çocuklarını kendi elleriyle sözde eğitim dersi vererek, içi boş, inanılması güç dogmalara ve yalanlarına inandırmışlar ve oyalamışlardır. Bu çaba,  hedef kitlede dogma  haline gelen inançlar için , kendi aleyhine, yanlışlar ve yalanlarla dolu bilgiler uğruna, canlarını feda edecek kadar etkili bir kabul düzeyine ulaşmıştır.Toplum,devlet dedikleri mekanizmaya, kendi lehlerine ve milli değerlerine hizmet ediyor zannıyla ve güveniyle, kendi çıkmazına destek verir hale gelmiştir.Aynı toplum, devlet gücünü, millete hizmet aracı olmaktan çıkarıp, milletin kendilerine sunmuş olduğu imkanlarla  kendilerini “binlerce yıl sürecek” efendilik makamına, vatandaşı ise kul ve köle haline getirenleri bilmez, anlamaz haldedir. Farkında değildir olup bitenlerin, olsa da onlara dur diyecek gücü yoktur. Özgür iradesiyle seçtiklerini beğenmedikleri zaman alaşağı etmek adeta, hukuksuzluk içinde hak olmuştur. Bahanesi de hazırdır. Ya halkın geleceğini, ya da demokrasiyi tehlikede görmüşlerdir.Halk da buna, nedendir bilinmez, destek verir. Belki korktuğundan, belki bilmediğinden. Belki, bilmek de istemiyor. Ezberci, sözde eğitim sistemi, onları bilinçli bir şekilde, Bertrand Russell’ in dediği gibi “kuşku arzulu” değil de, “inanma arzulu” kişiler olarak yetiştiriyor. 

 
 Bizim eğitim sistemimiz okuyabilen,ancak çoğunlukla olayları değerlendirmeyi ve bağımsız bir görüş edinmeyi beceremeyen gençler yetiştirir. Daha sonra, bu genç insanlar, yaşamları süresince, onları her türlü saçma önermelere inandırmaya yönelik ifadelerin saldırısına uğrarlar. Onları uyaran varsa ve uyarıyorsa da, sistem onları da, ellerindeki ya resmi, ya da özel, bu tür işler ve günler için kurulmuş olan, ticari medyanın desteğiyle yaftalayarak vatan haini olduklarına, halk düşmanı olduklarına inandırarak etkisiz hale getirir ve halkı tehlikelerden kurtarır. Halk da onların sayesinde rahat eder. Onlar olmazsa, varlığını sürdüremez. (!). Yani hayatta kalmalarını, mevcut durumu bile onlara borçludur. Onlar olmasa, halkın hali perişandır ve iç ve dış  düşmanların şerrinden ve istilasından ancak onların himmetiyle korunabiliriz. Hele etrafımız düşmanlarla (!) sarılıyken. Bu ön kabullere  icadedilmiş sanal bir  ‘öteki’nin varlık ve tehdit algısına  gerçek bir düşman gibi   ikna olduktan sonra, halkın onlara güvenmesi, ne söylerlerse inanması çok doğal  bir durum gibi görünüyor. Halk öyle inanmış ki bu duruma. Onlar ne yapmak isterse, veya ne yapmak istemezse kendi iyiliğine olduğunu düşünüyorlar. Acaba, sorusunu pek sormadan. 
 
           Her siyasi sistem içinde, medya ve eğitim kurumları, sosyal düzenin oluşumunda ve meşrulaştırılmasında, yani  olup bitenlerin, halka kendi lehlerindeymiş gibi benimsetilmesinde, başat rolü oynar. 
         Sorgulamayı ve söylemleri bir diğeri ile kıyaslayamayan ve kıyaslama imkanı verilmeyen bir sistem kurar. Kabul ettirilmek istenilen irrasyonel önermelerin aksini söylemeyi yasaklar ve illegal ilan ederseniz, topluma farklı görüşleri kötüleyerek önerirseniz, ortada sadece kendi önermeniz kalırsa, hatta ilk okuldan itibaren boş beyinlere önermelerinizi sorgulamadan inandırır ve bana uygun kişilikler ve bireyler yetiştirirseniz, ortaya  kaçınılmaz olarak, biçimlendirenler, güdenler ve güdülenler çıkar. Güdenler sürekli güden olarak kalmak isteyince, güdülenlere asla gütme sırası gelmez. 
 
         Güdenler sürekli oyunun kuralını belirleyince, oyunu kimin kazanacağı baştan bellidir ve hep aynı kişilerdir. Ben şuurlu kişi diye, bu oyunun kurallarını ezberleyeni değil, bu oyunun kimin lehine olduğunu fark eden kişiye derim. Bilgi düzeyi ne olursa olsun, işleyen düzenden bi haberse kişi, bana göre bilinçsizdir.Eğitim, sorgulayarak öğrenmedir. Sorgulayarak öğrenme ile zeka ortaya çıkar. Aydın insan sorgulayan insandır. Bizde eğitim yoktur. Sadece bilgi ezberletme ve geri alma vardır. Sorgulama ise, inanılması gereken önerinin zıttını da sunmayı gerektirir. İkisi arasındaki farkı fark ederek bilinçli bilgiyi öğrenir birey. Bu sistem bizde maalesef yoktur. Sadece önerileni ezberlemeye ve ona inanmaya zorlayan bir sistem var. Çünkü bilen ve sorgulayan insanı yönetmek zordur.  
 
            Sistemin biçimlendirdiği toplumun her icraatı, statükoyu besler. Ama toplumun bundan haberi yoktur.o kendisine biçilmiş olan rolü oynamakla meşguldür. Yönetimini, büyüklerine (!) havale etmiştir. Onlar da zaten, kendisini, kendinden daha fazla düşünüyordur (!). Buna inanmıştır. Çünkü buna inanacak saflıkta yetiştirilmiştir. Çaresizdir. Başka bir çıkar yol da bilmemektedir. Kendisine verilen rolde, ekonomik geliri ne kadar düzenlenmişse, o kadarıyla yetinmek zorundadır. Yetindiği  ise, asla ihtiyacını karşılamamaktadır. Onun için ekonomik sıkıntılardan, siyasi olaylara bakmaya da, ne aklı eriyor, erse de zaten pek  anlamıyor, ne de vakti oluyor. Dolayısıyla siyaset onun için, ekonomik yardımda bulunmaktır. Güncel ihtiyaçlarına destek olunduğu ölçüde bir siyasi parti iyidir veya kötüdür. Bilmez ki, onun medet beklediği siyasiler ve siyasi partiler de, kendilerine sistem koyucunun izin verdiği kadar ve müsaade edilen sınırlar dahilinde iş yapabilir. Yani onlar da bir yere kadar iş yapabilir. Düşünemez, bilemez, kendisini bu hale sokanın kim olduğunu. Çektiği ıstırabın  asıl nedenlerini ve sorumlularını bilemez. Bilgisi oraya ulaşmaz. Bilenler ise, ekmeğini onlar verdiği için ses çıkartamazlar. Yoksulluktan ölmemek için hayatını iki yüzlü ve kendine yabancı olarak sürdürür gider. Düşündükleri onu korkutur, çünkü zülfü yare dokunursa, sonuç çok feci olur. Kaybedeceklerini düşünür, çocuğunu, eşini, itibarını…Bütün bunları neden mi yazıyorum? Ümitsizliğe kapıldım da ondan. Vatana, millete ve devlete, ekonomik, psikolojik, sosyal olarak zarar verenlerle ilgili bir çok gerçek ve anayasal suç teşkil eden fiiller ortaya çıktığı halde, bunu yapanlardan neden hesap sorulamıyor. Yapanın yaptığı yanına kar mı kalacak? Özellikle 28 şubat döneminde ve diğer darbelerin yapıldığı dönemlerde, halkın paralarını hortumlayanlar ve hortumlatanlar, şimdi ellerini kollarını salla sallaya, hukuk devletimizin sınırları içinde (!) dolaşacaklar mı? Bankalardaki mudi hesaplarını boşaltıp, sonra hükümetleri bu borçları ödemeye zorlayan medya hala temiz medya olarak mı kalacak…Bunlara verilen bu güç, acaba basın özgürlüğü olarak mı değerlendirilecek?

Takdirini millete bırakıyorum.

 

 

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Dr. Ali Can Arşivi