
Resmi ideoloji ve bilimsel özgürlük
Bilal Eryılmaz hocanın ders için hazırlanmış olan “Bürokrasi ve siyaset” kitabından hatırladığım kadarıyla,
Gelişmekte olan ülkelerin ortak özellikleri, çok çarpık bir bürokrasi anlayışına sahip olmalarıdır.Kamu sektöründe aşırı bir personel yığılması olmasına rağmen, teknik liyakati, yönetim kapasitesi ve eğitim düzeyi yüksek nitelikli personel eksikliğidir. Bu tür ülkelerde eğitimli kesim de, genelde pek ihtiyaç duyulmayan ve istihdam edilebilirlikleri zayıf olan alanlarda yüksek öğretim görmüştür.Bu nedenle çok sayıda, yüksek öğrenim görmüş kişi iş aramakta veya alanı olmadığı halde kamu sektöründe herhangi bir yerde istihdam edilmişlerdir.
Kısacası beşeri kaynaklar heba edilmekte ve yerinde kullanılamamaktadır. Gelişmemişlik göstergesi, çalışan insanların ve yöneticilerin kalitesine bağlı bir fenomendir. Dolayısıyla, liyakatsizlerin itaat ve sadakatleri nedeniyle üst kademelere tırmandığı ve liyakatlilerin ise mağdur edildiği bir yönetim anlayışı ortaya çıkmaktadır.Bu tür ülkelerin bürokrasilerinde, üretim ve verimlilik dışındaki konulara daha çok önem verilir. Bürokratlar, şekli olarak yapılan memuriyete giriş sınavlarıyla, akrabalarını, hemşerilerini, belli okullardan mezun olanları ya da siyasi referansı olanları veya tanıdıklarını seçme olanağına sahiptirler. Bu şekilde bir imkana ve zihniyete mensup bürokratik yapıda ise yolsuzluk adeta yarı kurumsallaşmış durumdadır. Bu ülkelerde biçimsel durum ( formalite) ile realite (gerçek) arasında çok büyük farklılıklar vardır. Bu nedenle herhangi bir idari sistemi dışarıdan bakarak ve yüzeysel bir bakış ve izleme ile anlamaya çalışmak , herhangi bir yargıya varmak yanıltıcı olabilir, denilmektedir.
Türkiye’de bürokrasinin azaltılması ve ıslah edilmesi yönündeki bütün çabalara ve açılımlara rağmen , bürokrasinin işleyişinde rasyonellik ve verimlilik yakalanamamıştır. Hatta hantallık ve verimsizlik daha da artmıştır.
Bu açmazdan çıkmanın yolu ise , her şeyden önce sorunun temel niteliğini kavramaktan geçer. Neden böyle bir sorun var ve sorunu ortaya çıkaran ana olgular nelerdir? Neden bu sorun bu kadar çözüm yolu varken çözümsüzlüğe mahkum durumda? gibi soruları sormaktan geçer. Ama ne var ki, bütün bu soruların cevabı, özgür bir ortamda tartışılarak verilebilmektedir.
Asıl soru ise, bu sorunların tartışılabilmesi için, demokratik ve özgür ortamın neden olmayışıdır. Hatta, bu soru bazılarını şaşırtabilir. Ülkemizde daha neyin özgürlüğü isteniyor diye sorulabilir. İşte tam da burada, özgürlüğün ne olduğu ve ne olmadığı konusu toplum tarafından, sınırları belirlenmiş olarak tanınıp,bilinseydi neyin özgürlüğünün istendiği daha iyi anlaşılır ve bu tarz sorulara da muhatap olmazdık . Demokrasi, düşünce ve ifade özgürlüğü ,toplumların yönetim sürecinde işte tam bu sorulara cevap ve çözüm bulmak için vardır.
Ülkemizde düşünce ve ifade özgürlüğü maalesef kurumsallaşmamıştır ve bunca demokratikleşme çabalarına rağmen düşünce yasakları oldukça fazladır.Resmi ideolojinin , bilinçli olarak koyduğu bu yasaklar, belli sorunların tartışılmasını engellemek için vardır.
Resmi ideolojinin var olduğu bir siyasal sistemde, düşünce yasaklarının olması , ifade özgürlüğünün kısıtlanması doğaldır. Düşünce hayatını, sanatın ve bilimin sınırlarını ve niteliğini belirleyen resmi ideolojidir. Resmi ideolojin böylesine etkin olduğu bir ülkede , özgür düşüncenin,bilimin gelişmesi ve sağlıklı olması hiç mümkün değildir.
Özgürlüklerin önünü açacak olan kurum ise, üniversitedir. Ne yazık ki, üniversite özgür düşüncenin yasaklandığı ve engellendiği yerlerin başında gelmektedir. Özgür düşünceye saygının olmadığı ve yasaklandığı bir yerde bilimsel bilginin oluşmasının ve gelişmesinin imkanı var mıdır? Peki, bilimsel bilginin olmadığı yerde, toplumsal sorunlara çözüm bulunabilir mi? Bırakın çözüm üretmeyi, bizzat kendisi bir sorun olmaktan öte gidebilir mi? Resmi ideoloji, yasaklarla varlığını sürdüren bir zihniyettir. Aslında bu yasakçı ve tabulardan beslenen zihniyeti bir ideoloji olarak adlandırmak bile doğru olmayabilir. Sadece düşündükleri ve düşündüklerini söyledikleri için, bilim adamları hakkında soruşturmalar açılmaktadır.
Bilim ancak özgür düşüncenin olduğu koşullarda varolur. Üniversiteler, asıl fonksiyonlarını özgür düşünce ortamını sağlamış ve kurumsallaştırmışsa yerine getirebilirler. Aksi durumda, sıradan bilgi öğreten kurumlar olmaktan öte gidemezler. Ne acıdır ki, toplumsal yaşamın kolaylaştırılması ve sorunların çözüm bulması için var olan devlet kurumları, özgür düşünce yasaklarının en ateşli savunucularıdır.
Özgür düşüncenin yolu, söylenmesini, değerlerimiz için bir risk ve tehdit olarak algıladığımız şeylerin ifade edilmesine tahammül edebilmek ve bunu insanların hiçbir cezai müeyyide ile karşılaşmadan söyleyebilecekleri ortamın oluşturulması için mücadele etmekten geçer .Aksi durumda biribirini tasdik mahiyetinde monoton dialoglardan oluşan çatışmasız ve dolayısıyla da sorunsuz bir sosyal münasebet söz konusu olur.. Bizim için ters olmalı ki, buna da “özgürlük“ denilebilsin. Yoksa, karşıdakini rahatsız etmeyecek bir ifade ve düşünce için niye özgürlük isteyeyim ki???
Volter.” Senin düşüncelerine kesinlikle katılmıyorum, ama senin bu düşüncelerini söyleyebilmen için canım pahasına mücadele ederdim“ derken, emin olun bunları söylemek istemişti.
Söz ,tüm varlığın, insan için varedilmiş eşyanın, ete kemiğe bürünmüş haliyse ona hak ettiği değeri vermek serbestçe hareket etmesini sağlamaktan geçer. Bu olmazsa kaçınılmaz olarak sözün hasmı ‘şiddet’e gün doğar…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.