Kimi ifadeler, simgeler vardır. Toplumların, kültürlerin hatta medeniyetlerin üzerine adeta zamkla yapışmış gibidir. Ayırmak mümkün olmaz onları. İlkinin küçük çağrışımı bile diğerini hatırlatır size. Örneğin Doğu deyince gizem, yasak, kan ve baskı akla gelirken ilginçtir Batı deyince medeniyet, demokrasi, insan hakları, teknoloji ve maksimum diğer güzellikler zihinde canlanıverir.
Ne kadar ilginçtir ki bu çağrışım yalnızca Batılılar tarafından bu şekilde algılanmaz. Bir kutuplaşma oluşturmak istemem ama biz yani Doğu toplumları içinde bu kelimeler aynı anlamlar taşır. Üzücüdür ki, yüzyılların getirdiği olağanüstü birikimlere sırtımız döner, bizlere ezberletilen çağrışımlarla kendimizi anarız. Ezberletilmiş hayatlarımızda her ne kadar böyle yaşasak ta gerçek hiçte görünen gibi değildir.
Özellikle mistik ve gizemli konularında…
Kuşkusuz bizde de çok sayıda hatta inancımızın ötesine dahi geçebilmiş trajik komik gelenekler, hurafeler vardır. Fakat Avrupa toplumlarında durum daha vahim. Hıristiyanlığı ruhbanı bir çerçevede algılamanın ve gizem deyince ilk akla gelen inanç olan Kabala’nın da etkisiyle saf inancın yerine cadılar, kötü ruhlar, uğursuzluklar, kehanetler almış, Batılı dostlarımızda bu eksende gelişen bir yaşam şekli oluşturmuşlardır.
Özellikle Orta Çağ Avrupa’na bakıldığında cadılıkla suçlanan yüz binlerce insanın yakıldığını, kangren olmuş ayağın “İçine cin girdi” denilerek milim milim doğrandığını ve bu insanların kan kaybından öldüğünü, vaftiz suyunun etkisi gitmesin diye aylarca yıkanılmadığını ve aklın açıklamada aciz kaldığı birçok alışkanlığın uygulandığını duymuşsunuzdur, okumuşsunuzdur.
Günümüzde yıkanma ve kangren olayında büyük başarı sağlasa da bizim hayran olduğumuz müttefiklerimiz, uğursuzluk kavramını hala çok da kendilerini aşmış sayılmazlar. Özellikle 13 rakamında.
Avrupa başta olmak üzere Batılı toplumların bu “batıl” alışkanlıklarının beni ilgilendiren noktası ise aynı geleneği bizimde sürdürüyor olmamız. Ayna kırılması, merdiven altından geçme, siyah kediden kaçma gibi birçok zırvalığın aynen ve büyük bir inançla tekrarlandığı malumunuz. Fakat o kara sayının (?) etkisi diğer saçmalıkları gölgeliyor. Kuşkusuz ki bunda 13’ün uğursuzluğuyla ilgili çekilen filmler, dilimize yerleştirilen söylemler ve bizim geleneklerimize ve kültürümüze sokulan hikâyelerin büyük etkisi var.
Peki, nedir 13’ü uğursuz kılan. Kökene indiğinizde mitolojiye dayanan bu rakamsal uğursuzluk, İskandinavya'dan Avrupa'nın güneyine kadar yayılır. Temelinde çok tanrılı inanış noktasında bir ziyafeti konu olan bu mitolojide iyi kalpli Balder’in programına davetsiz olarak gelen 13. konuk olan Loki tarafından öldürülmesiyle sonuçlanır.
Hikaye ne kadar da tanıdık değil mi.? Çünkü rahipler bu halk masalını kullanırlar ve Hz. İsa'nın son yemeğine uygularlar. Hıristiyan versiyonun da Balder'in yerini Hz. İsa, Loki'nin yerini de hain Judas alır. Onlara göre bu yemekten sonra 24 saat içinde de Hz. İsa çarmıha gerilerek öldürülür. Bu nedenle Hıristiyanlarda akşam yemeğinde 13 kişi bir araya gelirse bunlardan birinin başına bir felaket geleceğine inanılır. Bu inanışlara göre 13 sayısı uğursuzdur ama ayın cumaya rastlayan 13. günü hepten uğursuzdur.
Bu rakamın kötü olarak algılanmasında bir yıl içinde ayın 13 kez dolunay olarak gözükmesinin yattığını düşünenler de vardır. Dolunay ve kurt adam öyküleri artık çok rağbet görmese de etkisini rakamsal olarak sürdürmektedir.
Bir diğer çıkış öyküsü ise Tapınakçılara dayanır. Fransa Kralı tarafından 13 Ekim 1307 Cuma günü Tapınak Şövalyeleri’nin büyük bir bölümü tutuklanmış ve büyük işkencelere maruz bırakılarak idam edilmişlerdir. Bu olay şövalyelerin sonu olarak bilinir ve uğursuz 13.Cuma söylencesinin en üzerinde durulan tanımlamalarından biridir.
Diğer bir varsayımda Avrupalıların 13 rakamını uğursuz bulmalarını 3 rakamını kutsal olarak görmesine dayandırır. Bilindiği gibi Hıristiyanlıkta, "Baba-Oğul-Kutsal Ruh" üçlemesi vardır.
Bu üçlemenin önüne 1 rakamının gelmesini Hıristiyanlar kabul etmez. Çünkü 1; İslam'ın birlik (Allah birdir) ifadesinden gelmektedir.
Rakam uğursuzluğu konusunda Avrupalılar kadar titiz olmasa da Amerika’da da 13 korkusu
Apollo 13’le zirveye çıkmıştır. ABD'ye 25 milyar dolarlık zarara mal olan Apollo 13'ün arızalanması, 13 rakamı konusunda Amerikalıların saplantılı olmasına neden olmuştur.
Tüm bu yaşananlar zaman içerisinde gittikçe artan bir korku çılgınlığına dönüşmüştür. Bazı ülkelerde evlerin kapılarına 13 numarası verilmez, uçaklarda 13. koltuk sırası yoktur, apartmanlarda, otellerde 13. kat ya 12A'dir ya da 14'tür. 13 numaralı oda yoktur. Olsa bile insanlar o odada kalmak istemezler. Yemek alışkanlığında dahi bu korku kendini gösterir Örneğin yediği bisküvinin on üçüncüsünü yemeyip çöpe atarak, doğrudan on dördüncü parçayı yiyenler hiçte az değil. Hatta ayin 13'ünde işe gelmeme, uçak ve tren rezervasyonlarının iptali, alışverişin düşmesi ve benzeri davranışların ABD'ye günde milyonlarca dolara mal olduğu söylenmektedir. Bu inanç bir fobi yani bir çeşit korku hastalığı olarak kabul edilmiştir.
Ürkek dostlarımız batıl inançlarıyla korka dursunlar 13 rakamı bizlerde sanılanın aksine oldukça anlamlı bir gündür. Aşağı yukarı 13 yıllık bir zamandır (Tabii o zamanlar teknoloji bu denli yaygın değildi) bu rakam benim uğurlu sayım haline gelmiştir. Başlarda sırf gelenekçi insanlara muhalefet olsun diye sevsem de, toplamları 13 eden tarihleri ilk öğrendiğimden beri daha da anlamlı gelmiştir gözümde. Örneğin Hz Peygamberin doğumu olan 571, Hz. Ömer’in halife oluşunun tarihi 634, İslamiyet’le ilk tanışmamıza vesile olan Talas Savaşı’nın 751, Bizanslıların büyük yenilgisi olan Pasinler Savaşı’nın 1048, başarısızlıkla sonuçlanan 2.Haçlı Seferinin 1147, Meşhur Varna Savaşı’nın 1444, İstanbul’un Fethi’nin 1453, Halifelikle şereflenmemizin vesilelerinden Mercidabık Savaşı’nın 1516, Kıbrıs’ın Fethi’nin 1570 tarihlerinde olduğunu hatırlarsak ve tüm bu yılların rakamlarını toplarsak karşımıza 13 çıkıyor. Hatırlarım da ilk 1453’ün rakamlarının toplamının 13 olduğunu hatırlarımda sanki yeni bir buluş keşfetmişçesine mutlu olmuştum.
Tüm bunlara rağmen Türkiye’de 13 korkusu çok ileri boyuttadır. Ülkemizdeki birçok büyük otelin, iş yerinen, binanın 13. katı yoktur. Kolay kolay hiçbir futbolcu da forma numarası olarak 13'ü almak istemediği bilinir. Ünlülerimizde de bu korku hissettirir kendini. Bülent Ersoy’un 13 takıntısı ve Demet Akalın’ın albümüne dahi 13 şarkı koyak istemeyerek bir şarkı daha eklemesi trajik komik örneklerdir.
Dünya’da ise iz bırakmış isimlerde de bu korku göze çarpar. Tarihe damgasını vurmuş bazı ünlü kişiler de ayın 13’ünü özellikle 13. Cuma günlerini 'kazasız' atlatmak için bazı yöntemler geliştirmişlerdir. Örneğin Napolyon Bonapart, bugünde bir savaşa girmezken, Bismarck’ın, bugün hiç bir sözleşme imzalamadığı, şair Goethe’nin yatağından hiç çıkmadığı, dizel motorunu bulan Alman mühendis Rudolf Diesel’in yeni bir teknolojik buluşu denemediği söylenir.
Uğur kavramına önyargılı bakmayı da doğru bulmuyorum. İnsanların kendilerine mutlu olayları anımsatan ve aynı rakama tekabül eden olayları hatırlamaları için uğurlu gün kavramına karşı değilim. Tabii aynı şekilde de sizlere güzel çağrışımları hatırlatan eşyalarıda neticeyi ona bağlamamak kaydıyla uğurlu olarak adlandırılmasını yadırgamam.
Örneğin geçen Şubat ayı içerisinde ayın 13’ünün Cuma gününe gelmesi keza aynı şekilde Mart ayının da 13’üncü gününün Cuma gününe rastlaması ayrı bir mutluluk verdi bana. “İşin gücün yok sayılara ve günlere mi taktın” diyenlere de cevaben derim ki ortalıkta ince matematik hesaplarıyla hurafeler gölgesinde yüzyıllardır yaşayanlar varken benim bu günü kutlamam ne kadar tuhaf olabilir ki. Ayrıca rakamların toplamı 13 eden tarihleri hatırlayıp inançları ve değerleri için mücadele etmiş olanları saygı ve duayla anmama da vesile oluyorlar. Hele o gün batıl inançlı korkakları düşününce ve gösterdikleri akıl almaz tepkileri hatırlayınca insan kendini en azından gülümsemekten alıkoyamıyor…
Selam ve dua ile.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.