
Protez bacak
Delikanlı her görüşmelerinde sevgilisine bir gül veriyordu. Yeni bir görüşme öncesinde telefonda konuşurken kız nazlanarak ve şımararak hatırlatmıştı: “Gülümü getirmeyi unutma!” Buluştuklarında önce tek bir gülü uzattı delikanlı, “Bu senin istediğin gül” diyerek. Daha sonra bir gül daha uzattı, “Buda benim sana aldığım!”…
Aradan çok zaman geçmemişti. Mektubun gelmişti ve şöyle bitirmiştin: O gün söyleyememiştim. Oysa çok isterdim. Şimdi söylüyorum: Çok ağlamış gözlerimi uzatıyorum size, öpün diye…”
Elimdeki kitabın içinde duran o koyu mor karanfili öpmüştüm gözlerinin yerine…
Adrese vardı. Kapıyı çaldı. Elli yaşlarında bir bayandı. Sevgi Hanım, Halil’in yeni eleman odluğunu anladı ama yine de sordu. Yeni elemandı. İçeri davet etti. Oturttu. Hazırda çay vardı zaten. Çayın yanında bir tabak dolusu bir şeyler de gelmişti. Nerelisinden tutun da kaç kardeşsinize kadar birçok soru sordu. Halil bir yandan atıştırıyor diğer yandan çay içiyordu. Sevgi hanım bu kez kendini anlatmaya başlamıştı. 52 yaşındaydı. 17 yaşında evlenmiş, 36 yaşında dul kalmıştı. Eşi kendini çok seviyordu ve işte az önce getirdiği çiçeklerden getirirdi. Hiç çocukları olmamıştı. Birbirlerini hiç kırmazlardı. Türkiye’nin her yerini dolaşmışlar hatta Avrupa’ya bile gitmişlerdi. Dışarısı soğuk, içerisi sımsıcacıktı ve Halil kaykılmış bir vaziyette yemeye ve dinlemeye devam ediyordu. Sevim Hanım anlatmaya devam ederken, dur demişti sana fotoğraflarımızı göstereyim. Her fotoğrafın ne zaman nerde çekildiğini anlatması epey zaman almıştı. Karanlık erken çöküyordu Ankara’ya. Halil izin istemişti. Üzülmüştü Sevgi Hanım. Daha çok anlatacağı kalmıştı.
Bir ay sonra Sevgi Hanım yeniden çiçek sipariş vermişti. Cengiz yeni gelen çiçeklerden kocaman bir demet yaptı. Canı sıkkın, karnı açtı. Kardeşi Seyit’e, “Ben Sevgi Hanıma çiçek götürüyorum, geç gelirim…” dedi ve Güvenpark’a doğru yürüdü.
Birkaç gün sonra, erkenden şafağa kavuşan bir Haziran günü, bisikletine atladığı gibi yola koyuldu. Gidip o çiçeği yakından görecekti. Yirmi kilometre kadar gitti. O gün, uzaktan gördüğü çiçekler azalmıştı. Telleri aşarak çiçeklerin yanlarına indi. Oturup konuştu onlarla. Öpüp okşadı. Yaşlı çiçekten izin istedi biraz koparmak için. Kime diye sordu yaşlı çiçek, kime ve ne için? Kim yoktu ama ne için vardı. Sevdiğimi söylemek ve gülümsetmek istiyorum dedi.
Koca bir demet yapıp yola çıktı. Kime verecekti. Bir yandan bisiklet sürüyor bir yandan düşünüyordu. Kime? Eski komşuları, depremde ayağı kesilen Hülya geldi aklına. Sevinir miydi? Sevinirdi. Saat daha sabahın altısıydı. Hülyaların sokağına vardı. Bisikletini tahta perdeye dayadı. Toros eski komşusunun kokusunu almış, kapıya gelmiş, kuyruk sallıyordu. Dur Toros dedi dur, seninle de öpüşeceğiz, hele şu çiçekleri bir bırakayım. Kalemi kâğıdı çıkardı, üç kelime yazdı. “Hülya’ya… Sen çiçeksin!” Kapının koluna taktı çiçek demetini. Torosla dışarı çıktı, oynadı, şakalaştı. Bisikletine bindi ve şehre doğru pedal basmaya devam etti. Hülya’ya o gün protez ayak takacaklardı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.