Memduh Nihat Ada
Memduh Nihat Ada

Protez bacak

Delikanlı her görüşmelerinde sevgilisine bir gül veriyordu. Yeni bir görüşme öncesinde telefonda konuşurken kız nazlanarak ve şımararak hatırlatmıştı: “Gülümü getirmeyi unutma!” Buluştuklarında önce tek bir gülü uzattı delikanlı, “Bu senin istediğin gül” diyerek. Daha sonra bir gül daha uzattı, “Buda benim sana aldığım!”…

* * *
O gün çok güzeldin. Hakikaten güzeldin. Bütün o anlatmalarım,  yedirip içirmelerim, hediyelerim, şımarmalarım… Hepsi güzelliğinin gölgesinde kalıyordu. Fazladan bir şey yapmıyordun ama güzeldin. Uzun uzun yürümüştük Ankara’nın en eski sokaklarında. Soğuktu ama üşümüyorduk. Zaman zaman göz göze geldiğimde, içimden, Rabbim diyordum, sen neler yaratıyorsun! Gözlerinde görülmemiş rüyaları, gözlerinde sakin göllerin buğusunu, gözlerinde salıncakları görüyordum. Fark etmiştin gözlerine baktığımı, dalıp gittiğimi ve mahzun bir hüzne sürüklendiğimi. Bulaşıcımıydı neydi bu hüzün. Durgunlaşmıştın. Gülümsemeye çalışıyordun ama olmuyordu. İki damla yaş görmüştüm. Gözyaşlarına dokunamıyor ve konuşamıyordum…

Aradan çok zaman geçmemişti. Mektubun gelmişti ve şöyle bitirmiştin: O gün söyleyememiştim. Oysa çok isterdim. Şimdi söylüyorum: Çok ağlamış gözlerimi uzatıyorum size, öpün diye…”

Elimdeki kitabın içinde duran o koyu mor karanfili öpmüştüm gözlerinin yerine…

* * *
Halil çiçekçi de çalışıyordu. Bir yıl önce Çorum köylerinden kalkıp Ankara’ya abisinin yanına gelmişti. Dalyan gibiydi. İnşaatlarda amelelik, lokantalarda garsonluk yaptı kısa kısa. Şimdi Kızılay’da bir çiçekçinin yanında, verilen adreslere çiçek götürüyor, yavaş yavaş çiçekleri tanıyor ve demet yapmasını öğreniyor.
 
Sevgi Hanım çiçek siparişi vermişti. Siparişi alan Cengiz, gülümsemiş kimi göndersem diye düşünüyordu. Halil daha önce gitmiş miydi Sevgi Hanıma? Emin olamadı. Sordu. Gitmemişti. Cengiz koca demeti hazırladı, sim serpti, koku sıktı.
 
Halil’e adresi verdi. Geç gelebilirsin dedi. Anlıyor musun geç kalırım diye korkma! Halil çok da bir şey anlamamıştı ama Cengiz abinin bir bildiği vardı herhalde.

Adrese vardı. Kapıyı çaldı. Elli yaşlarında bir bayandı. Sevgi Hanım, Halil’in yeni eleman odluğunu anladı ama yine de sordu. Yeni elemandı. İçeri davet etti. Oturttu. Hazırda çay vardı zaten. Çayın yanında bir tabak dolusu bir şeyler de gelmişti. Nerelisinden tutun da kaç kardeşsinize kadar birçok soru sordu. Halil bir yandan atıştırıyor diğer yandan çay içiyordu. Sevgi hanım bu kez kendini anlatmaya başlamıştı. 52 yaşındaydı. 17 yaşında evlenmiş, 36 yaşında dul kalmıştı. Eşi kendini çok seviyordu ve işte az önce getirdiği çiçeklerden getirirdi. Hiç çocukları olmamıştı. Birbirlerini hiç kırmazlardı. Türkiye’nin her yerini dolaşmışlar hatta Avrupa’ya bile gitmişlerdi. Dışarısı soğuk, içerisi sımsıcacıktı ve Halil kaykılmış bir vaziyette yemeye ve dinlemeye devam ediyordu. Sevim Hanım anlatmaya devam ederken, dur demişti sana fotoğraflarımızı göstereyim. Her fotoğrafın ne zaman nerde çekildiğini anlatması epey zaman almıştı. Karanlık erken çöküyordu Ankara’ya. Halil izin istemişti. Üzülmüştü Sevgi Hanım. Daha çok anlatacağı kalmıştı.

Bir ay sonra Sevgi Hanım yeniden çiçek sipariş vermişti. Cengiz yeni gelen çiçeklerden kocaman bir demet yaptı. Canı sıkkın, karnı açtı. Kardeşi Seyit’e, “Ben Sevgi Hanıma çiçek götürüyorum, geç gelirim…” dedi ve Güvenpark’a doğru yürüdü.

* * *
Hendek ilçesinden Sakarya’ya dönüyordu. Dalgın dalgın uzakları seyrederken, otoban kenarındaki boşlukta, değişik bir çiçek çarptı gözüne. Aklı çiçekte kalmıştı. Çiçekleri sever ama isimleri bilmezdi. Önemli de değildi. Çiçek güzeldi. Çiçek kadındı. Çiçek insanın merhametli yanıydı. 

Birkaç gün sonra, erkenden şafağa kavuşan bir Haziran günü, bisikletine atladığı gibi yola koyuldu. Gidip o çiçeği yakından görecekti. Yirmi kilometre kadar gitti. O gün, uzaktan gördüğü çiçekler azalmıştı. Telleri aşarak çiçeklerin yanlarına indi. Oturup konuştu onlarla. Öpüp okşadı. Yaşlı çiçekten izin istedi biraz koparmak için. Kime diye sordu yaşlı çiçek, kime ve ne için? Kim yoktu ama ne için vardı. Sevdiğimi söylemek ve gülümsetmek istiyorum dedi.

Koca bir demet yapıp yola çıktı. Kime verecekti. Bir yandan bisiklet sürüyor bir yandan düşünüyordu. Kime? Eski komşuları, depremde ayağı kesilen Hülya geldi aklına. Sevinir miydi? Sevinirdi. Saat daha sabahın altısıydı. Hülyaların sokağına vardı. Bisikletini tahta perdeye dayadı. Toros eski komşusunun kokusunu almış, kapıya gelmiş, kuyruk sallıyordu. Dur Toros dedi dur, seninle de öpüşeceğiz, hele şu çiçekleri bir bırakayım. Kalemi kâğıdı çıkardı, üç kelime yazdı. “Hülya’ya… Sen çiçeksin!” Kapının koluna taktı çiçek demetini. Torosla dışarı çıktı, oynadı, şakalaştı. Bisikletine bindi ve şehre doğru pedal basmaya devam etti. Hülya’ya o gün protez ayak takacaklardı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Memduh Nihat Ada Arşivi