
Şiirimi ateşe verdim
aldım
aynaya baktım
yalnız gözlerim vardı ve kelimeler gözlerimde salıncak kurmuşlardı.
"Ben susuyorum" demezdi susacak olan
ama ben susmayı deneyeceğim
ve bilirim susmak biriktirmektir
Hayatı, sınıfta kalarak öğrendim bu güne kadar
yine kaldım
öğrendiklerim de bana kaldı.
Istırap: sayılı günlerin kıvılcımı! Başka acı yok hayatta. Eski mi eski tapınakların taş basamaklarında yeşeren karahindibaların derdi ne sanıyorsun? Kulelerden aşağıya kendini atan rüzgâr, ölümsüz bir aşka, ebedi bir soluğa kavuşmak istemiyor dersen, rüzgârlar alsın beni! Aşkın en eski köprüsü iki fani arasında kurulmuş, tanrı ve kul arasında bile kurulmazdan evvel. O ilk insanın hatırasına vurgun değil miyiz sevgilim? Onu çoğaltmakla uğraşırken geçen mevsimler, içinde minik çakıl taşlarını oynatmıyor mu? Minik dersem, hani gökte ayın göründüğünce minik. Gönül dağında yığılı devasa kayalar, seni aşkın Sisiphos'u yapmış, razı gel buna. Nice korkağı örten damların, nice cahili saklayan mekteplerin üstünde esecek rüzgârlar, esecek, esecek. Sen ve ben, atımızı bilebildiğimiz en eski masala bağlayıp, sırtımıza dönerek gerçeğe, oracıkta oturup, her şeye yeniden isim vererek, bir başka masala kapımızı araladık, hatırlıyorsun değil mi? Hatırla o günü, atlarımız huysuzlanmıştı nihayet o upuzun yolculuktan. Kitaplar geçtik dörtnala, romanların tozunu savura savura, eylemlerin ve marşların vadisinde bile eğleşmedik çokça, ağızları köpüren atlarımızın sağrısını mahmuzlamanın hazzıyla önümüzde ışıldayan müzik dağını, öykü ırmaklarını bile umursamadan, uçarcasına gittik. İşte sevgilim, vardık varılacak yegâne yere, gevşet artık gemleri. Yelelerini okşa "zorba"nın (atının adı buydu değil mi?) ve şükret kavuşturana masalların en güzeline. Masalların en güzeli: sayılı günlerin faniliği ve aşk denen efsane.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.