
Sevdiğimi söylediğim için...
Sana mı yoksa hayali bir kişiye mi yazayım? Oysa sen varsın Nazım’ın şiirinde ki gibi. Günler bazen hızlanarak ama bazen de duracak kadar hızını azaltarak geçmeye devam ediyor. Sofist değilim lakin şunu biliyorum: Bugün var, yarın yok. Aşkta da yarın olmadığı gibi… Buradan şöyle bir önerme çıkarılabilir mi acaba: An bu andır ve aşk anı yaşamaktır. Nerede okuduğumu unutacak kadar eski bir zamanda bir gazetecinin anılarında okumuştum. Gazeteci, çocukluğunda namını duyduğu eşkıya ile karşılaşır. Eşkıya elden ayaktan düşmüş ve ihtiyardır artık. Sorar gazeteci, nasıl oldu da dağlarda gezmekten vazgeçip, teslim oldun: Anlatır yaşlı eşkıya: Dağlarda gezer, yol keser, haraç alırdım. Beni gören yolunu değiştirir, benden kaçardı. Bir gün erzakım bittiği için kendi köyümün yakınındaki bir köye erzak teminine indim. Atımı köy bakkalının karşısına bağlayıp, bakkala doğru ağır ve aheste gidiyordum ki bizim köyün hocası –nerden çıktıysa- önüme dikildi. Göz göze geldik. Gözlerini benden kaçırmıyor, serzenişle, merhametle, babacan bir bakışla taa gözlerimin içine bakıyordu. Susmuştum. Yürüyemiyordum. Sesini çok da yükseltmeden ve sevdiği bir evladını azarlayan baba gibi: “Yetmez mi yediğin haltlar?” diyerek elini kulağıma uzattı ve beni önüne katarak jandarmaya teslim etti. O hoca ki çocukluğumda da aynı sevecenlikle kulağımı çeker ve hep daha iyi olmamızı isterdi. İşte bu kadar basitti teslim olma hikâyem. Aşka âşık olduğum kadar yazıya da âşık olmak, aşkta bulamadığım karşılığı yazıda, yazıda bulamadığım karşılığı aşkta ararım. Amiyane tabirle sinirlerimi aldırmış falan değilim ama kızamıyorum. Küserim, gücenirim, alınırım ama kızamıyorum. Hem kızacak olsam bile kendime kızmaktan fırsat bulamam bir başkasına kızmaya. Şimdi tutup, bu gün yaşadığım düş kırıklıklarını yazsam, şimdi tutup bugün gördüğüm güzellikleri anlatsam, şimdi tutup içimden dışıma, dışımdan içime akan nehirleri akıtsam, şimdi tutup hepimizin kendi kozamızı delip kelebek olmaya çalıştığımızı söylesem, şimdi tutup demli çayın ve sigaranın sevgiliye benzediğini söylesem, şimdi tutup kullanılan tüm kelimelerin asıl kelimeyi saklamak için dillendiğini belirtsem, şimdi tutup “Şu çiçek açmış ağaç, hangi genç kızın rüyasıdır?” desem, şimdi tutup sabrın meşe ile çam karışımı bir ağaç olduğunu söylesem, şimdi tutup kendini sevenin bir başkasını sevmesinin daha kolay olduğunu haykırsam, şimdi tutup bu yazdıklarımı silsem ve yeniden yazmaya başlasam… Bilinir, tüm yazdıklarımız- söylediklerimiz- ne kadar anlaşılmışsa o kadardır. Hangi dünyaya kulak kesildiysek, öbür dünyaya sağır olduğumuz, bilinir. Bilinir, bakan göz ile gören göz aynı gözdür de gözlerinin ardındaki masal farklıdır. Harun Reşit’in Leyla’ya baktığı göz ile Mecnun’un baktığı gözün ve dahi kalbin aynı olmadığı da bilinir… Bazen çok mu kabayım diyorum kendi kendime. Ancak şunu fark ediyorum çevremde bulunan insanlardan. Kaba ya da değil, kulaklarımız doğruya hasret. İçimizden geçenleri –söylenmesi gerekenleri- birilerinin söylemesi gerek. Fakat şunu da çok iyi biliyorum: Doğruların bizim üzerimizden söylenmesi çok da hoşumuza gitmiyor! Alıngan cümleler biriktirdim senin için. Küsen ama küsmeye hakkı olmayan olduğumu da biliyorum. “Hangi şekle bürünürse bürünsün, eğer seviyorsam yani sevdiğimi söylediysem bunu ispatlamam gerekirdi... Ki sevdiğini söyleyen insanın şikâyet etmeye hakkı olmadığına da inanan benim...” Uzun zamandır yazmıyor ve okuyamıyorum. Okuyamıyorum çünkü okumalarımın kendi iç dünyamda bile karşılığını bulmakta zorlanıyorum artık. Ben ki okuduğum romanlarda ya “esas kız”a âşık olandım, ya da serseri ve hergele roman kahramanıyla gezip dolaşandım. Bir şekilde sızardım romana. Sızamadığım veya daha doğrusu dâhil olamadığım romanları beğenmezdim değil ama uzak bulurdum. Romanlarda yaşamazdım elbette. Roman kahramanlarına öykünürdüm. Bazen balkon altlarında şiir okuyan adam olurken bazen dağlara doğru yürüyen Melami dervişlere takılırdım. Değişmeyen tek şey olurdu: Âşık olurdum, seven olurdum, arayan ve yazan olurdum… Arayışım ve yazışım devam ediyor… Bir Afrika şarkısını fısıldıyorum: “Sev herkesi karşılıksız / Unutma en sevdiğin vuracak seni arkandan belki de kalbinden / Bitip tükendiğinde ona verdiklerin” Yaşadığım olaylara denk düşen güzel bir tanımlamayla bu “sana” yazılmış mektuba son vereyim: “Ben iki kez aptalım, biliyorum, birincisi sevdiğim için, ikincisi sevdiğimi söylediğim için.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.