Memduh Nihat Ada
Memduh Nihat Ada

Yürüyordum. Karanlıktı ve dünya durmuştu. Sokaklar...

Yürüyordum. Karanlıktı ve dünya durmuştu. Sokaklar, evler, yaşlılar, bebekler, pezevenkler, ayyaşlar, yolcular uyuyordu. Meczuplar köprü altlarına ve parkların köşelerindeki banklara uzanmışlardı.

Beni iki gündür tanıyan bir insan, senin gönlün göçebe demişti. Hatırlayıp, gülümsemiştim.

Yazmıyordum. Yazmak istemediğim için mi yazmadığım… Yoksa zaten yazacak kelimelerden yoksun olduğum için mi yazmıyordum, bilemiyordum. Özel ve orijinal –züğürt tesellisi- çalışmam ağır aksak ilerliyordu. Kendime niye bu kadar tembel ve isteksizdim? İstisnasız her gün benimle sohbet etmeye gelen insanların bende bulduğunu ben kendimde niye bulamıyordum.

Kitaplara küsmüştüm. Kitaplar kafamı karıştırmış çok çabuk kırılan, dökülen, incinen olmuştum. Hayat ve zaman akıyordu.

“Oturduk uzun uzun, sustuk uzun uzun, sonra kalktık ve yürüdük. Yanyana, omuz omuza, sızılar içinde çırpınan bir ananın karnından çıkmış iki evlat gibi, omuz omuza yürüdük, birbirimize bitişik ikizler gibi yürüdük. Üstümüzdeki güneş hala sıcaktı, yakıcıydı, ama biz yorgun değildik, çünkü vücut vücuda değdiği zaman vücutlar soğuya dayanıklı oldukları kadar sıcağa da dayanıklı oluyorlardı, hele vücutlar sevgiyle, ihtirasla birbirlerine bağlandıkları zaman ölüm bile vız geliyordu insana ve biz de Gurzuf’un tozlu , taşlı toprak yolu boyunca yürürken adımlarımızı sağlam sağlam basıyorduk, ben Veli’ye, Veli’yse kurumuş, silik, sızılar içinde çırpınan, hor ve yetim bir anaya bakar gibi, yolun solundaki kimsesiz, tamtakır topraklara bakıyordu ve adımlarını sağlam sağlam attığı halde, yerlere sağlam sağlam bastığı halde yüzünde kalbinin acısı beliriyordu; belirecekti elbet, çünkü onu ve beni de, sızılar içinde doğuran ana, Veli’nin baktığı kimsesiz o topraklardı.

Kadınlardan öğreniyordum öğrenmem gerekenleri. Kadınlar öğretmendi, anneydi, sevgiliydi.
Müslüman’dık ama yapmadığımız şeyleri anlatırken yüzümüz kızarmıyor, abartı kullanırken ölçüyü kaçırdığımızı fark etmiyor, doğrularımızdan hoşlanmayacaklarını bildiğimiz için yalan konuşmayı seçiyor ve eksiliyorduk.

“Sonra bir savaş alanında buluyorum kendimi. Babam artık yok, bedeninden sonra görüntüsü de beni terk etti. Annem, bir adam ve bir çocuk güvenli bir yere sinmişler oradan bana el sallıyorlar. Bir şeyler söyleyip bağırıyorlar, anlamaya çalışıyorum. Galiba “Buradayız, merak etme yanındayız, bize güven!” diyorlar. Tam da anlayamıyorum, bunları ya da bunlara benzer bir şeyleri dile getiriyorlar.

Etraf öyle kalabalık ki bir yığın yüz var. Hepsi de tanıdık ama burası da bir savaş alanı. Ben kimlerle savaşıyorum, kimler benim yanımda, silahım var mı diye ellerime bakıyorum. Boş, boş, boş… Yüreğimden bir ses geliyor. Tanrı’nın sesi galiba. Evet evet O. “Savaş” diyor “Adilce, yüz yüze savaş, kimseyi arkasından vurma.” “Tamam” diyorum “Savaşacağım, hem de yüz yüze.” Tam hamlelerimi yapıyorum, kendi çığlığımdan korkarak kanlar içerisinde yere düşüyorum. Arkamdan bir yara aldım, öldürücü mü acaba, anlayamıyorum. Etrafa bakıyorum kim diye, göremiyorum. Derken bir darbe daha… Şimdi tam yüreğimin ortası kanıyor…

Bitkin, yaralı ama ölmeyecek halde sürünüyorum yerlerde. Ayağa kalkıyorum, uzatılan iki el görüyorum fakat bana yetişemiyorlar. “

“Sev herkesi karşılıksız
Unutma en sevdiğin vuracak seni arkandan belki de kalbinden
Bitip tükendiğinde ona verdiklerin”

Kadınlar olmasaydı aşık olacağım tek şey yazı olurdu…
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Memduh Nihat Ada Arşivi