
Memduh Nihat Ada
Uzun bir yağmur mevsimi: Aşk
Yayınlanma:
Sırtımı çimenlere vermişim, bakışlarımı yapraklara. Tatlı bir esinti var. El ele, gönül gönüle sevgililer geçiyor önümden, zihnimden başka şeyler geçerken. Kitaplarıma dönüyorum. Bir martı beni seyrediyor. Uyumak istiyorum. Kız Kulesi saçlarımı okşuyor. İstanbul’un göğsüne sokuluyorum.
İşveli ve masallar vadeden bakışlarını kalbimde saklayıp uzaklara çok uzaklara gitmek istiyorum.
Uzaklık, seni hayal etmek, uzaklık seni düşlemektir. Ahh gözlerin… Gözlerin, kelimelerim, gizemim ve özlemimdir.
Uykusuzum ama yatamıyorum. Yatamıyorum çünkü yalnız yattığımda ölüm, yalnız yattığımda sen, yalnız yattığımda ruhumdaki boşluk büyüyor.
Sevgimi hangi kelimelerle dokursam dokuyayım uzağı yakın, seni görünür kılamam. Düşlerimde kalan görüntüne sarılmak kof ve boş bir avuntu yalnızca. Oysa ben kokunu hissetmek, sıcaklığına sokulmak istiyorum.
Şu otel odası, şu elimi uzatsam tutacağım yalnızlık… Ordasın, varsın ve ben seni düşlüyorum…
Yılar önce bir roman yazmayı tasarlamış ama hep olduğu gibi yazmaya başlamadan vazgeçmiştim. Aynen böyleydi: Serseri, haylaz ve hergeleydi roman kahramanım. Otel odalarına kapanıp günlerce durmadan okuyor ve yazıyordu. Aslında arıyor ve kaçıyordu. Sonra yollara düşüp, sırtında heybesi, haftalarca yayan yürüyordu. Karmakarışıktı. Değildi, hep böyleydi. Yani normaldi.
Hem W.Saroyan nasıl diyordu: “Yürümekten iyisi yok! Özgürlüğün gerçek ifadesi. Yürümek bir yere varmak demektir.”
Ağzında sigara, gönlünde aşk, heybesinde çakıl taşları ve kelimeler vardı. Özensiz ve kuralsız adımları özgürlüktü. Ki çoğu kez yalınayak yürümeyi yeğliyordu.
“Seni düşünürken…” diye başlayan şiiri okurken çakıl taşları topluyor ve derelerde yıkanıyordu.
Gündüzler neyse ama geceleri… Hele de ay ışığının cömert olduğu gecelerde bir hoş oluyordu. Uykularında bir çift işveli göz gülümseyerek geziniyor ve uykusunu ….
Ve işte böyle bir gecenin sabahında yeniden ve özlemle yazmaya duruyordu: Kendimi Kafka’sın sen diyerek kandırdım ama sen Milena’dan çok güzelsin. Bir seni sevsem, bir sana yazsam ama herkes okusa…
Elimde kalem, gönlümde sen, zihnimde geçmişim ve düşlerim, bekliyorum; sana sevgimi yazabilmek için bekliyorum.
Geçmiş ve gelecek adına bağışla beni, uzak dağın kiraz ağacı…
Yazacaklarımı özlem dolu sevgimden süzerek, damıtarak söylemek istiyorum.
Ama bilirsin ben biraz Melami mezhep, biraz serseri, biraz hergeleyim. Savruk yani düzensizim. Yaşadığım gibi sever, yaşadığım gibi yazarım.
Bazen çığlığım sese dönüşsün isterken bazen de dünyanın en ıssız yeri olan ruhumdan geçen garip ve bencileyin kelimelerle seslenirim sana.
Bir dizi değerli taşın adını, en güzel el yazısı ile bir kâğıda yazmak nasıl ki o kâğıdı değerli kılmıyorsa yazacaklarım bana ve sana ait olmazsa, ruhumdan ruhuna akmayacaksa bir manası olmayacak. Ortaya çıkan yalnızca –binlercesi olan- kupkuru ve titreşimsiz sevgi metinlerinden biri olacaktır.
Bildiklerimi yaşamaya, bilmediklerimi aramaya; kendimce üretmeye ve çoğalmaya devam edeceğim.
Bilesin ki senden razılığım vardır...
Bilesin ki seni hiç unutmayacağım...
Bilesin ki seni sevdim...
Bilesin...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.