Memduh Nihat Ada
Memduh Nihat Ada

Gülümsüyordu

Liseyi bitirmiş, bir dönem köylümüz olan Arap Ali amcanın dükkânında tezgâhtar olarak çalışmış, daha sonra da pazarcılık yapmaya başlamıştım. İki gün Adapazarı merkezde –Salı-Cumartesi- diğer günler Karasu, Hendek, Akyazı ve Geyve ilçe pazarlarına gidiyordum. Pazarcı abilerin çoğunluğu gibi bende Perşembe günleri izin yapar, işe çıkmazdım. Havlu ve iç çamaşırı satıyordum.
 
 Bir Cumartesi akşamı eve gelmiş, yıkanıp-paklanmış ve mahalle bakkalımızın kızı olan Meryem ablanın düğününe gitmiştim. Sokak bizimdi. Kız bizimdi. Delikanlılık bizimdi. Mütevazıydim ancak halayı da benden iyi oynayan olmadığı için beyaz mendilim elimde halayın başına geçerdim. Metin’le bize has figürlerle oynadığımız çiftetelli ise hala anlatıldığına göre çiftetelliyi de iyi oynadığım ortadaydı.
 Halaydı, çiftetelliydi, şapşuydu oynayıp durduk gece boyu. Asayişe dikkat etmekte delikanlılığın raconuydu.
 
 Meryem abla ve eşi çiftetelli oynamaya kalmışlardı. Daha bir iki dönmüşlerdi ki Meryem abla beni çağırıyordu. Ben bir şey mi söyleyecek diye yanına yaklaştığımda bize katılmanı istiyorum dediğini duyacaktım.  Benim için hoşluktu. Meryem abla, ablalarım Emine ile Şaduman’ın arkadaşı yani benimde ablam oluyordu.
 
 Üçümüz dönmeye başlamıştık. Meryem ablanın gözleri ne kadar da güzeldi. Eniştemizin ağzı kulaklarındaydı. Damat olmak güzel bir şey olsa gerekti. Eniştemiz, kaş-göz işaretiyle bir kızı çağırıyordu. Kumral, ortadan biraz uzunca, çilli bir kızdı bize katılan. O gece ilk kez görmüştüm bu kızı ama düğün yeriydi, misafirdir diye merak etmemiştim kim olduğunu. Sonra öğrenecektim, eniştemizin İstanbul’dan gelen teyze kızı olduğunu.
 Düğün bitti, ışıklar söndü, gece yıldızlara kaldı.
 
 Şaduman ablamın dürtüklemesiyle uyandım. Meryem ablanın babası Niyazi amca beni çağırıyordu. Kalktım, yüzümü yıkayıp çıktım. Niyazi amca benden, Meryem ablanın gelin arabasını sokak başına kadar çıkarmamı istiyordu. Bu iş, genelde, daha büyük abilerimize verilirdi veya yaparlardı.  Damattan alınacak yol-kesme parası ve son anda çıkabilecek nahoşluklara müdahale etme sorumluluğuydu yapılacak olan iş. Mırın-kırın razı olmuştum. Gelin arabasını sokak başına kadar –önünde ağır ağır yürüyerek- çıkardık ve mutluluklar dileyerek selametledik.
 
 Gelini ağlatmış, damadı oynatmış, gökten üç elma düşürmüştük!
 
 Bu arada, gece gelin ve damatla beraber çiftetelli oynadığımız Asuman’la, zaman zaman gözlerimiz buluşuyordu. Acemiydim, toydum, taşralıydım. Asuman İstanbul kızıydı. Bir şeyler demem gerekiyordu ama ne diyeceğim bilmiyordum. Sanırım, yapabildiğim aptal aptal gülümsemek oluyordu.
 
 Aynı haftanın Çarşamba akşamı eve geldiğimde Niyazi amcanın “Bana uğrasın..” haberini almıştım. Eve girmeden döndüm. Niyazi amca içeri buyur etti. Meryem ablanın takılarından birkaçı annesinde kalmıştı, ben İstanbul’a getirebilir miydim
 
 İstanbul, gezmek, Asuman… Olurdu tabii.. Ertesi gün, iki dirhem-bir çekirdek ver elini İstanbul. Aklımda Asuman vardı ama yalnızca vardı. Belki belki Meryem ablaya sorabilirdim ancak
 
 Meryem ablayla sarmaş-dolaş olduk. Sanki yıllar önce ayrılmış gibi sokağımızdaki herkesi tek tek soruyordu. Yemek hazırladı. Sofrada tek başımaydım ama yemek beş kişilik vardı. Yemezsem küseceğini söylüyordu. Yemeği bitirmek üzereydim ki kapı çalındı. Gelen Asumandı. Canıma mihnetti. İştahım açılmıştı. Hoş geldin diyerek elini uzattığında elini zor tutmuştum heyecandan. O benim, bu acemi ve çaylak halime gülüyordu.
 
 Çok durmadı çıktı Asuman. Ancak çıkmadan önce, kapının ağzında, Meryem ablayla epeyce bir fısıldandıklarını fark etmiştim. Yoksa beni mi konuşuyorlardı? Aç tavuğun kendini darı ambarında görmesi gibiydi ama içimin içinden bir ses kulağıma istediğim ama yapamayacağım seyleri fısıldıyordu.  Kızlara bakmak hadi neyse ama kızlarla konuşmak ne zor şeydi Yarabbi!
 
 Yemeğimi yemiştim.  Çıkmak ve bilmediğim İstanbul’da dolaşmak istiyordum. Veda zamanıydı. Meryem abla karşısına oturttu beni. Gelişimde tek tek sorduğu herkese yine tek tek selam gönderiyordu. O güzel gözleri ıpıslak olmuştu. Ve çıkarıp elli lira verdi bana. Ne parasıdır bu dedim. Koy cebine dedi ablalığının bütün azametiyle. Şimdi dedi ve anlattı: Yarım saat sonra Asuman beni bir üst caddedeki pastanede bekleyecekti. Rüya değil, gerçekti. Gülemiyordum. Bir yandan istiyor ama nasıl hitap edilir, ne konuşulur bilmiyordum.
 
 Çok sıcak bir Temmuz günüydü. Asuman’ın beni pastanede beklediğini duyduktan sonra ateşim kırka çıkmıştı! İçim dışım, her şey sıcaktı. Dumanım çıkmıyordu ama yanıyordum. Pastaneyi uzaktan gördüğümde durup bir kez daha gidip gitmemeyi sorgulamaya çalıştım. Gönlüm git diyor ama ayaklarım gitmiyordu. Kendi kendimle epeyce cebelleştikten sonra gözümü yumdum ve pastanenin girişine yollandım. Giderek yükselen ateşim bana havale geçirtecek gibiydi ama yolumdan dönemezdim. Hem Meryem abla sırtımı sıvazlamış, rahat ol, çekinme, senden iyisini mi bulacak gibi beni yüreklendiren laflar etmiş ve benden söz almıştı. Delikanlılığı yere düşürmeyecektim!
 
 Pastaneye girdiğimde bakıyor ama görmüyor durumundaydım. Uzunca bir pastaneydi. Ayaklarıma beton dökmüşlerdi ve ayaklarımı sürüklüyordum. Kollarım nerdeydi? Bu ben miydim? Asuman oradaydı.
 
 Masaya yanaştım. Asuman gülümsüyor ve “merhaba” diyerek elini uzatıyordu. Tokalaştık. Bir türlü sandalyeye yerleşemiyor, elimi kolumu nereye koyacağımı bilemiyordum. Nihayet oturmuştum ama Asumanın yüzüne nasıl bakacaktım? Ve daha da kötüsü dilimi kaybetmiştim. Ben konuşmak için dilimi ararken Asuman mütemadiyen gülümsüyordu.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Memduh Nihat Ada Arşivi