Memduh Nihat Ada
Memduh Nihat Ada

Gel vatandaş gel, başkalarını rahatsız etme!

Askere gitmeden önce bir dönem pazarcılık yapmıştım. Haftada iki gün Adapazarı şehir merkezinde diğer günler ise Geyve, Pamukova, Karasu, Akyazı, Sapanca ve Ferizli ilçe pazarlarında sergi açardım. Havlu, tülbent ve iç çamaşırı satıyordum.

    İbrahim Tatlıses’in “Döndüm Kıbleye Doğru” ve “”Bir Kulunu Çok Sevdim” şarkıları eşliğinde bira içip sarhoş olmaya çalıştığımız zamanlardı. Amatör futbol oynuyor, yine amatörce atletizm yapıyordum. Yakışıklı sayılmazdım ama sevimliydim. Tığ gibi delikanlıydım.

    Pamukova’da çapraz karşıma sergi açan ve bana çok yardımcı olan Veysel abi vardı. Kıpkırmızı yanakları olan tombulca biriydi. Hep neşeli, hep güleçti. Pamukovalı olması sebebiyle olduğu kadar neşeli ve konuşkan olmasından da dolayı tezgâhının önü hep kalabalık olur gelip geçene laf atmayı da ihmal etmezdi.

    Kış günleri öğle saatlerine kadar pek gelen giden olmazdı. Birkaç pazarcı arkadaş, yağ tenekelerinin içinde odun parçalarını yakarak ısınmaya çalışır ve Veysel abinin anlattığı çapkınlık hikâyelerini dinlerdik. Mahcup ve kadınlarla ilgisini içinde saklayan ben söze hiç karışmazdım. Veysel abide bunun farkındaydı ve beni “yola getirmek” için elinden geleni yapar, bazı nazı geçtiği müşteri ve komşularını bana gönderirdi. Adamakıllı kızardı da bana. Kadın iç çamaşırlarını elime alıp sallamamı ve bağırmamı söyler, bunu yapmadığımda da “kızlar bile senin kadar mahcup değildir” diyerek damarıma basmaya çalışırdı.

    Haklıydı Veysel abi. O günlerde de biliyordum Veysel abinin haklı olduğunu ama birilerinin haklı olması benim iç dünyamda karşılık bulmuyor, ben hayali sevgililerime mektuplar yazmayı daha haz verici buluyordum. Sağlığımla ilgili bir problemim yoktu! Cinsellik yaşıtlarım kadar beni de coşkulu kılandı ama bu coşkuyu izale etmenin yolunun İstanbul/ Karaköy’den geçemediğine de kalben inanıyordum.

    Patates tarlalarına patates toplamaya gittiğim dönemlerde, tarla sahibinin güzel kızının elimden tutup beni dere kenarına götürmesi, onun bilerek benimse acemi öpüşmemizin ve sarılmamızın, göğüslerini elbisesinin üzerinden okşamış olmamın bana yaşattığı haz ile Veysel abinin anlattıkları birbirine çok uzaktı. 

    Hep iki arada bir derede kalıyordum. Ben mektup yazıyor, ben çiçekler topluyor, ben sol göğsünden önce sol göğsünün altındaki kalbine ulaşmaya çalışıyordum ama hep bir şeyler eksik kalıyordu. Benim, kalbine ulaşmaya çalıştığım sol göğsünü başkasına öptürüyordu. Ben şaşırarak, anlamayarak, çözmeyerek ve yeni baştan yazmaya ve gözlemlemeye başlayarak yol almaya çalışıyordum.

    Bir kadına sımsıcak ve sevgiyle sarılmanın, ona bin bir heyecanla, bir kelebeğe, bir menekşeye dokunur gibi dokunmanın güzelliğini iç dünyamda ve rüyalarımda delice yaşarken dış dünyamda “aptal” ve “beceriksizi” oynuyordum. Yaşıtlarımın ağız dolusu ve yarısının yalan olduğunu bildiğim cinsellik öyküleri içimde bir yerleri kirletiyordu. Sağır olmayı beceremiyordum ama dilsiz oluyordum bu tür sohbetlerde.

    Sapanca’da pazarında bir Hatice ablam vardı. Hani bazı kadınlar vardır, bakışlarından olgunluk ve merhamet, sözlerinden şefkat ve anaçlık yayılır. İşte böyle güzel bir insandı Hatice abla.  Samimi ve sevecen oluşu onu genç gösteriyordu ama dört kız annesi bir kadındı.  Hiç aksatmadan her hafta, yanında bir iki kızı ile gelir, havlu, tülbent ve nadiren olsa da iç çamaşırı alırdı. Geç kalacak olsa meraka düşecek kadar severdim kendisini. İyi bir müşterim olmasından öte iyi bir insan, iyi bir ablaydı. Parça parça tüm ailemi anlatmıştım kendisine. Bende kaç çocuğu olduğunu, eşinin ne iş yaptığını biliyordum. Tatlı gülümsemesiyle, “Ahh şu kızları bir kocaya versek” diyordu kızlarına çeyiz için havlu alırken.

    Kızlarının üçü genç kızdı. Hepside annelerine benziyordu. Nihal onaltı onyedi yaşlarında ancak vardı ama en güzelleriydi. Belki de bana öyle geliyordu. Çünkü Nihal’le göz göze geldiğimde kalbimin atışı hızlanıyor, elim ayağıma dolaşıyor, tenimde çok farklı bir ürperti dolaşıyordu. Nihal’inde bana farklı bir gözle baktığını fark ediyordum. Ama işte hepsi bu kadardı. Fark ediyordum ama kimsenin hele de Hatice ablanın fark etmemesi içinde Nihal’le geldiğinde ya yüzümü asıyor ya da fazladan ve zorlama neşeli davranıp, fark edişimi saklama gayretinde oluyordum. Belki normal davransam fark edilmeyecek olan ben Hatice abla ile Nihal alışverişe geldiklerinde farklılaştığımdan –şimdi anlıyorum ki- çok daha fark edilir oluyordum.

    Bir gün öğleye doğru gelmişti Hatice abla. Yanında Rabia ile Melike vardı. Ohh ne rahattım.  Hatice ablaya hal hatır sormuş, Rabia ile Melike’ye takılmıştım. Dilim, gözlerim ve yeni getirdiğim tülbentleri açmaya çalışan ellerim rahat etmişti ama gönlüm hiçte böyle demiyordu. Hiç kimse gelmeseydi de Nihal’i görseydim. Zorlama rolümü zor bela bitirip Hatice abla ve kızlarını savmıştım savmasına ya moralim bozulmuştu. Bir Hatice ablaya bir Nihal’e kızıyordum. Gelmesen gelme diyerek kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum.

    Ne kadar güzel bir duyguydu Yarabbi bir insanın yolunu gözlemek. Nihal sanki saydam oluyordu gözüm ona değdiğinde. Sanki kalbinin atışını kalbimde hissediyor sanki saçı, dişleri, çilleri, elbiseleri çiçek oluyordu. Yakınlaşamamıştım ama yakınlaşmış olsaydım emindim nergis gibi güzel kokuyordu.  Beni seni kelimelere mecbur olmadan, ben seni tülbentlerin renginde, ben seni memleketimin Ladin ağaçları gibi sevdim… Buna benzer acemi ve sarsak cümleler karalıyordum oturduğum yerde. Hatice abla gelmiş, Nihal’i gelmemişti. Gün bitmişti benim için.

    İnsanın sevdiğinin yanında kekelemesi ve elini-kolunu nereye koyacağını bilememesi kadar tabii, bu kadar Âdem bir davranışı olamaz sanıyorum. “Bakar mısın?” sorusuyla başımı kaldırdığımda Nihal karşımdaydı ve ben zor bela ayağa kalkmış ve ağzımın içinde buyurun diyebilmiştim.

    Kendime ait tek kelime konuşmadığım ama içimin Sakarya gibi aktığı Nihal tek başına karşımdaydı. Rüya değildi çünkü Veysel abi davudi ve herkesin duyacağı yüksek sesiyle “Gel vatandaş gel, başkalarını rahatsız etme!” diyerek bağırıyordu. Konuşan ve düğümü çözen Nihal olmuştu. Annesi bana börek göndermişti. Annesi bana Nihal’i göndermişti. Ah ben ne eşek kafalıydım ki Hatice ablama ve Nihal’e kızabilmiştim. Zahmet ettiniz gibi hep salakça bulduğum sözleri söylemiş ve içimin en içinden teşekkür etmiştim. Bir insan bu kadar güzel mi söylerdi, seni seviyorum diyen bakışlarının eşliğinde “Afiyet olsun” cümlesini…

    Ardından ışıl ışıl bakan gözlerim ve artık engelleyemediğim gülümsemem yüzümde donup kalmıştı. Veysel abi kollarını açmış, yüksek ama sevimli sesiyle “Ulan senin gibi âşık olmak isterdim!” diyerek bana doğru gelmiş, beni sımsıkı, sevgiyle ve abim gibi kucaklamıştı.

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Memduh Nihat Ada Arşivi