
Dil Belası
Yazıyı hazırlarken, edebiyatımızda ki dil hakkında söylenen atasözlerimizi, deyimlerimizi, vecizelerimizi düşündüm. Ne kadar da çok. Sebebi nedir peki, sizce. Bu çokluk, bana göre bağlayıcı olmasından kaynaklanır. Çünkü “dil” düğüm atar. Kutadgu Bilig’in de dediği gibi “dille bağlanan, dişle çözülmez”. O görünmez ama hissedilir bir bağdır.
Lütfen, tekrar okuyun Atatürk’ün sözünü. Dikkatlice okuyunca ne kadar, önemli vurgular farkında mısınız? Farkında olsalardı bu zamana kadar bizi yönetenler. Biz bugün bu nokta da olmazdık. Ülkeyi sevmek, milletlini sevmek, Atatürk’ü sevmek lafla olmuyor. Buyurun ispatı, bugünlerde yaşananlar. Türk demek dil demek. Buyurun bakın gazetelere, televizyonlara dinleyin radyoları. Kulak verin dostlarınıza, ailenize. İstila edilmiş bir dil. Bugün dilin istila olur, yarın toprağın. Atatürk’ün sözünde son cümledeki vurguya dikkat edin lütfen. “Türk milletindenim diyen insan, her şeyden önce ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır” diyor, Atatürk. Bugün sorun olarak tanımladığımız bazı vakaları, yıllar öncesinde çözümüyle tanımlanmış. Siz hala alt kimlik, üst kimlik karmaşası yaşaya durun. Hani nerde “Atatürk, önderim”, “Atatürk,her şeyim” diyenler? Biz böyle mi seviyoruz, lider kabul ediyoruz. Atatürk’ün sevdiğini, ilkelerini benimsediğini iddia eden parti taşımadı mı, bugün temelleri dinamitleyenleri; Başkumandanlığını yaptığı askerin, kaileye almadığı kişileri. Dün Atatürk’ün Başkanlığını yaptığı Meclisin kürsüsünde, bugün nasıl bir cürete zemin hazırladı, propagandasını yapan medya. Düşünün!!! Hani laik cumhuriyetin, üniter devletin savunucu olan aydınlar nerdesiniz? Ben istisnaları bir kenara ayırarak, bir kelam etmek istiyorum “Okuyoruz, bazılarınızı esefle, utanarak” Aydınlatacağınıza, karartıyorsunuz ülkenin geleceğini. Benim başörtümle, onların kürsüde konuşma cüretini, aynı kefede tartan zihniyet aydınlığa değil, batağa çeker, çekiyorsunuz. Gülümseyin diye söylüyorum, bu konuyla alakalı bir haber okudum, arşivlere baktığınızda görürsünüz, o konuşmayı, kendi grubundakilerin üçte biri anlamamış, konuşmayı. Özetle, temeli sağlam olmayan bina çöker. Selçuklulardan bugüne ezerek disipline edilseydi, bu dil kalmazdı. Ezmedik, ezmeyeceğiz. Zenginliğimizi yok etmeyeceğiz. Sen yok, ben yok, biz varız. Ama bu bizinde bir kuralı var. Tek devlet, tek bayrak, tek dil. Gelelim sadede, eğitim dili, dünyanın ortak dili İngilizce diyelim. Öğrenilmesi lazım. Mutlaka. İlim, yitiğimiz alalım ama bu nokta da dönelim geçmişe, Osmanlıya; Islahatlar Padişahı II. Mahmut’a, ne diyor o zamanlarda: “Türkçe tıp terimleri geliştirilinceye ve Türkçe tıp kitapları yazılıncaya değin, eğitim yabancı dilde yapılacaktır, çünkü amaç bir an önce tıp öğretmektir, Fransızca değil.” bunu özel hocalar geldiğinde sınıfa kadar gelerek öğrencilere söylüyor Padişah. Biz o günden bugüne dünyada ağırlıklı olarak konuşulan eğitim ve iletişim dilini araç değil amaç edindik, bu bizim zafiyetimizdir. Zafiyet yaşamamanın yolu ilk adım da gösterilmiş bize ama anlamamışız ne fayda. Son söz bu konuda Peyami Safa’nındır: Bu bağlayıcılık karşılıklı konuşan, yazdığınızı okuyan insanlarla aranızda iyi yada kötü nasıl bir bağ oluşturuyorsa, geçmişinizle ve geleceğinizle de bağ oluşturur. Yukarıda belirttiğim dile ait hatalardan dönüş, telafi vardır ama bu hatadan dönüş yoktur. İmam Gazali, Selçuklu Veziri Nizamü’l Mülk tarafından ünlü Nizamiye Medresesi’ne baş müderris olarak atanmış, değerli bir abid, alim, mütefekkirdir. Eseri “ihya”dan bir bölümün derlemesi olan “dil belası” içinde her insanın cennete veya cehenneme gitmesinde en önemli sebep olan dilin, afet ve hastalıkları işlemektedir.
Vesselam Not: Osmanlıca konusunda şansımı paylaşmak isterim. Osmanlıca öğrenmek isteyenler Anuş Hanıma 05055773150 bu numaradan ulaşabilirler.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.