Nadide Ülkü Altıparmak
Nadide Ülkü Altıparmak

Dil Belası

Yazıyı hazırlarken, edebiyatımızda ki dil hakkında söylenen atasözlerimizi, deyimlerimizi, vecizelerimizi düşündüm. Ne kadar da çok. Sebebi nedir peki, sizce.  Bu çokluk, bana göre bağlayıcı olmasından kaynaklanır. Çünkü “dil” düğüm atar. Kutadgu Bilig’in de dediği gibi “dille bağlanan, dişle çözülmez”. O görünmez ama hissedilir bir bağdır.

Bu bağlayıcılık karşılıklı konuşan, yazdığınızı okuyan insanlarla aranızda iyi yada kötü nasıl bir bağ oluşturuyorsa, geçmişinizle ve geleceğinizle de bağ oluşturur.

 Yazıya başlığı atarken, kinayeli bir başlık seçtim. Bana fikir verende, İmam Gazali.
Ben dilimiz ve şuan kullandığımız yani yağma edilen dilimiz ve üsluplar hakkında yazmayı düşünürken. Kitaplığımda gözüme takılan kitap, bana bu kadar dar çerçevede almamam gerektiğini hatırlatırken. Kinayeli bir başlık da bulmama vesile oldu.    
Evet, dil beladır. Hakkı verilmezse, gerektiği gibi korunmaz ve kullanılmazsa.
 
Ben, yazımda birkaç noktaya değineceğim, sizlerinde birkaç nokta ilave ederek dostlarınızla hasbıhallerinizde, paylaşacağınızı, umut ederek. Bu halkalar çoğaldıkça da, ucu bir yere dokunur umarım.
 
“Türk demek dil demektir. Milliyetin çok belirgin niteliklerinden biri dildir. Türk milletindenim diyen insan, her şeyden önce ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır.” 
                                                                      Mustafa Kemal ATATÜRK 

         Lütfen, tekrar okuyun Atatürk’ün sözünü. Dikkatlice okuyunca ne kadar, önemli vurgular farkında mısınız? Farkında olsalardı bu zamana kadar bizi yönetenler. Biz bugün bu nokta da olmazdık. Ülkeyi sevmek, milletlini sevmek, Atatürk’ü sevmek lafla olmuyor. Buyurun ispatı, bugünlerde yaşananlar.

Türk demek dil demek. Buyurun bakın gazetelere, televizyonlara dinleyin radyoları. Kulak verin dostlarınıza, ailenize. İstila edilmiş bir dil. Bugün dilin istila olur, yarın toprağın.

Atatürk’ün sözünde son cümledeki vurguya dikkat edin lütfen. “Türk milletindenim diyen insan, her şeyden önce ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır” diyor, Atatürk. Bugün sorun olarak tanımladığımız bazı vakaları, yıllar öncesinde çözümüyle tanımlanmış. Siz hala alt kimlik, üst kimlik karmaşası yaşaya durun.

Hani nerde “Atatürk, önderim”, “Atatürk,her şeyim” diyenler? Biz böyle mi seviyoruz, lider kabul ediyoruz. Atatürk’ün sevdiğini, ilkelerini benimsediğini iddia eden parti taşımadı mı, bugün temelleri dinamitleyenleri; Başkumandanlığını yaptığı askerin, kaileye almadığı kişileri. Dün Atatürk’ün Başkanlığını yaptığı Meclisin kürsüsünde, bugün nasıl bir cürete zemin hazırladı, propagandasını yapan medya. Düşünün!!!

Hani laik cumhuriyetin, üniter devletin savunucu olan aydınlar nerdesiniz? Ben istisnaları bir kenara ayırarak, bir kelam etmek istiyorum “Okuyoruz, bazılarınızı esefle, utanarak” Aydınlatacağınıza, karartıyorsunuz ülkenin geleceğini. Benim başörtümle, onların kürsüde konuşma cüretini, aynı kefede tartan zihniyet aydınlığa değil, batağa çeker, çekiyorsunuz.

Gülümseyin diye söylüyorum, bu konuyla alakalı bir haber okudum, arşivlere baktığınızda görürsünüz, o konuşmayı, kendi grubundakilerin üçte biri anlamamış, konuşmayı.

Özetle, temeli sağlam olmayan bina çöker. Selçuklulardan bugüne ezerek disipline edilseydi, bu dil kalmazdı. Ezmedik, ezmeyeceğiz. Zenginliğimizi yok etmeyeceğiz. Sen yok, ben yok, biz varız. Ama bu bizinde bir kuralı var.

Tek devlet, tek bayrak, tek dil.

 Gelelim bir diğer konuya, evet dünyanın genelde ortak konuştuğu dil İngilizce. Ama sömürge ülkesi gibi her yerde kullanmak niye, inanın anlamıyorum. Hindistan gibi mi olacağız. Hindistan’da resmi iki dilden biri malumunuz İngilizcedir. Hadi onlar sömürgeydi. Ya biz! Ne oldu bize, ne olmak istiyorsunuz?
Günlük hayata girdi her şey yabancı kelimelerle anlatılır oldu. Arkadaşınızla msn’ de yazışıyorsunuz byy, ok. le bitiriyor konuşmayı. Konuşma ortamlarında insanlar, İngilizce kelimeler kullanarak farklılığını ortaya koyuyor! “what dedin”. O ne, afallayıp kalıyorsunuz.

Gelelim sadede, eğitim dili, dünyanın ortak dili İngilizce diyelim. Öğrenilmesi lazım. Mutlaka. İlim, yitiğimiz alalım ama bu nokta da dönelim geçmişe, Osmanlıya; Islahatlar Padişahı II. Mahmut’a, ne diyor o zamanlarda: “Türkçe tıp terimleri geliştirilinceye ve Türkçe tıp kitapları yazılıncaya değin, eğitim yabancı dilde yapılacaktır, çünkü amaç bir an önce tıp öğretmektir, Fransızca değil.” bunu özel hocalar geldiğinde sınıfa kadar gelerek öğrencilere söylüyor Padişah.

Biz o günden bugüne dünyada ağırlıklı olarak konuşulan eğitim ve iletişim dilini araç değil amaç edindik, bu bizim zafiyetimizdir. Zafiyet yaşamamanın yolu ilk adım da gösterilmiş bize ama anlamamışız ne fayda.

Son söz bu konuda Peyami Safa’nındır:

”Dilini kaybeden bir millet, her şeyini kaybetmiş demektir.”
 Gelelim dil konusunda önemli bir noktaya daha. Biz harf inkılâbıyla, bıçakla kesilmiş gibi tarihimizden, edebiyatımızdan koptuk. O gün, o gerekliydi, bugün ise geçmişle bağımızın kopmaması, dalından kopmuş güller gibi neslin solmaması için Osmanlıca öğrenilmesi gerekmektedir. Buyurun, bunu konuşalım.
 
Seçmeli dil Osmanlıca, okullarda ders olarak okutulsun. Yetişen nesil, geçmişini okusun. Bugün bu harfleri kullanırım, ama geçmişimi de bilirim, okurum, yazarım özgüveninde gençler yetişsin. Benim gibi, yapacağı ilmi çalışmalar için sonradan Osmanlıca öğrenmek zorunda kalmasın. Yıllardır içimde olan bir istek ve eksiklikti benim için Osmanlıca. Bir vesileyle mecburiyete dönüştü ve karşıma Başbakanlık Osmanlı Arşivinde çalışmış, tarihçi Anuş Hanım çıktı. Ben şanslıydım. Bu eksikliği kapatacağım ya siz ya sizin çocuklarınız?
 
Biz suyu bile kaynağından içmeyi seven milletiniz. Neden eserlerimizi kendimiz okumayalım, çevirmenlerin görüşlerine, insafına bırakalım. Arşivlerimizde araştırma için kaynaklara ulaşan arkadaşlarımın ifadesidir, Türk’ten çok ecnebi ziyaret etmekteymiş, kütüphaneleri, arşivleri. Yabancılarda, kendi ülke menfaatlerine uygun olarak eserlerinde kaynak kullanıyorlar, doğal olarak. Bizde derslerde bile o kaynakları kullanıyoruz. Genelde de onların penceresinden, bakıyoruz geçmişimize.
Velhasıl, geçmişini bilmeyen, geleceğini bilemez.
Dil konusunda değineceğim bir diğer konu ise dilin manevi anlamda bağladığı düğümün ahrette çözülmesi. Ki bu bağ çözüldüğünde, bağ bir ucunu cennete açar, bir ucunu cehenneme.

 

 Bu bağlayıcılık karşılıklı konuşan, yazdığınızı okuyan insanlarla aranızda iyi yada kötü nasıl bir bağ oluşturuyorsa, geçmişinizle ve geleceğinizle de bağ oluşturur. Yukarıda belirttiğim dile ait hatalardan dönüş, telafi vardır ama bu hatadan dönüş yoktur.

 

İmam Gazali, Selçuklu Veziri Nizamü’l Mülk tarafından ünlü Nizamiye Medresesi’ne baş müderris olarak atanmış, değerli bir abid, alim, mütefekkirdir. Eseri “ihya”dan bir bölümün derlemesi olan  “dil belası” içinde her insanın cennete veya cehenneme gitmesinde en önemli sebep olan dilin, afet ve hastalıkları işlemektedir.

 Günümüz insanının en fazla müptela olduğu yersiz, gereksiz ve ölçüsüz konuşma hastalığına kesin ilaç olacak bir kitap. Geçmişte söylediklerimizin, geleceğimizde yankılanacağını unuttuğumuz bu zaman da, hasta dillerimizin, bu ilaca ne kadar çok ihtiyacı var, değil mi?

Yüceler Yücesi Rabbim, bu dünyada, öbür dünyada dilimize zeval vermesin.

Vesselam

 Not:

Anuş Hanımın bilgisi dahilinde telefon numarası verilmiştir.

 Osmanlıca konusunda şansımı paylaşmak isterim. Osmanlıca öğrenmek isteyenler Anuş Hanıma 05055773150 bu numaradan ulaşabilirler.

 

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Nadide Ülkü Altıparmak Arşivi