Çocukların beslenme, barınma gibi fizyolojik ihtiyaçlarının haricinde duygusal ihtiyaçlarının da olduğunu kabul etmeliyiz. Ve bu ihtiyaçların en önemlisi ise güven duygusunu oluşturmaktır. Güven duygusu ilk annenin bebeği kucağına almasıyla başlayan bir süreçtir. Bebek annenin kokusu, şefkati ve yumuşaklığı ile hayata hazırlanmaya başlar.Doğumdan sonra anne ile çocuğun arasında güçlü bir bağ vardır. Bu bağın sağlanması insan yaşamının ileriki dönemlerini fazlasıyla etkilemektedir. Güven duygusunu erken yaşlarda kazanan çocuklarda ilk önce kendine özgüven oluşacaktır. Daha sonra ise kendilerine ve ailelerine duydukları güven sayesinde çevrelerine karşı korkak bir yapıya girmekten korunmuş olacaklardır.Şuan gündemde olan ve benim fazlasıyla yanlış bulduğum bir anlayış benimsetilmeye çalışılmaktadır. Çocuğunuzu besleyin sonra maddesel ihtiyaçları giderildikten sonra kaprislerine boyun eğmeyin anlayışı…
Sadece makineleşmiş toplumlarda geçerli olan bu yargı çocukların birer makine gibi görülmesiyle ortaya çıkmış bir kuramdır. Bulaşık makinesine parlatıcıyı, tuzu, deterjanı koyarsınız ve çalıştırırsınız ya çocuklarında yemeği, tuzu, temizliği tamamsa çalışırlar çalışmamaları için bir sebep yoktur. Sonra güvensiz sevgisiz bir toplum olup çıktığımızda bize neler oluyor diye düşünmeye başlıyoruz.
Çocuk güven duygusunu tam manasıyla kazanmaya başladıktan sonra çevresiyle barışık, mutlu ve başarılı bir birey olarak hayatını sürdürebilmektedir. Çocuğu sürekli aşağılamak ve her yaptığı hatayı gözüne gözüne iliştirmekte onun kendine karşı ve size karşı güven duymasını engellemektedir. Beceriksiz olduklarını düşündürecek davranışlarımız onların güvenlerini kaybetmelerine de zamanla sebep olmaktadır. İşe yaramaz olduğunu düşünen çocuk zamanla bizim ona biçtiğimiz. Diktiğimiz, yakıştırdığımız kalıbın içinde kendini bulmaya başlar. Bir güven kazanımı iki kazanılan güvenin korunması aile ve çocuk için çok önemli detayları oluşturmaktadır. Güven olayını çok güzel bir hikâye ile pekiştirecek olursak;
Amerika’da bir mucit profesöre, kendisini diğer insanlardan farklı kılan şeyi sorup, başarısının sırrını söylemesini istiyorlar. Çok ilginç bir cevap veriyor;
‘Başarımın sırrı annemin 6 yaşımdayken bana takındığı bir tavırdır. 6 yaşımdayken buzdolabından süt alırken süt şişesini düşürüp kırdım. Annem olayı görünce beni dövmedi, kızmadı.
“ Henry sütten ne güzel bir göl oluşturmuşsun. Bu gölde benimle biraz oynamak ister misin? Dedi.
Bir süre oynadıktan sonra annem;
‘Biliyor musun Henry, herkes kendi yaptığı şeyleri kendisi toplamalıdır. Şimdi bu
süt gölünü temizlemek için benden sünger mi istersin, havlu mu?’
Diye sürdürdü konuşmasını.
Elimden geldiğince dökülen sütü temizledikten sonra annem
beni bahçeye çıkardı. Süt şişesinin, düşürmeden nasıl
taşınacağını bana gösterdi. Bu olay benim diğer insanlardan
farklı olmamı sağlamıştır’ "
Aslında bu hikâye ile anlatılmak istenen her şey anlatılmış olmaktadır. Çocuklara yaptıkları işlerde bizim görevimiz onlara doğruyu göstermek ve bildiklerimizi onlara öğretmektir. Kırıcı olup onların güvenlerini öldürmekle sadece ezik ve ne yapacağını bilemeyen korkak bireyler yetiştirmiş oluruz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.