
Yaşama Sanatı Üzerine
Yıllar önce bir yakınım, bir kanadı üzerinde “yaşamak direnmektir” yazan bir kuş biblosu getirmişti. Üzerindeki yazı ve görüntüsünün hoş olması sebebiyle aleni bir yere konumlandırdığımız biblo bir süre sonra yere düşüp kırılınca kullanılmayacaklar arasında yerini aldı Biblonun yaşama direnme gücü birkaç yıllıktı ama benim ve ömrü vefa ettiğince herkesin yaşama direnme ya da hayata tutunma ihtiyacı bir şekilde devam ediyor.
Uzun süre bir köşede misafir ettiğimiz biblonun etkisiyle bilinçaltımda “yaşamak direnmektir” şeklinde sloganlaşan ibareyle geçen gün okuduğum bir yazıda da karşılaşınca, sadece adı aklımda kalan ve daha evvel alıp kütüphanemin bir rafına kaldırdığım kitaba “anlamak ve anlamlandırmak” gayesiyle elimi götürme ihtiyacı hissettim.
O bibloyu evimize getiren yakınımın düşünce şekli “at martini Depreli Recep, memleket inlesin” tarzı mini bir siyasi kurgu ile şekillenmiş olsa da, insana dair her şeyin kalıp ve şekillere mahkûm edilemeyeceği inancı ve daha geniş bir bakış açısı arayışıyla, kendimi “yaşam” hakkında düşünmeye sevk ettim. An’ların birikmesinden müteşekkil olan ve her gün kamçısını yediğimiz yaşam neydi, niçindi ve nasıl olmalıydı?
Şu bir gerçek ki, kimi zaman en basit haliyle şu nedir, bu nedir? gibi sualler etrafında dönüp durduğumuz ve cevaplar aradığımız yaşam/hayat; hakkında en fazla kelime eskitilenlerden biri. Duyduğumuz ya da okuduğumuz ”yaşam aslında” diye başlayan cümlelerin çoğu, bir yanında hayta ve hovardaca, diğer yanında bir batman balla dahi yenilmeyecek ağır tasavvurları barındırıyor. Bu minvalde zihne çöreklenen her nevi düşünce ise vicdanı ikileştiren bir baskı unsuru oluyor.
Herkesin kendi şartlarından kaynaklanan bir manası olduğuna göre, kalem içindeki nâl (kamış kalem içindeki kıvrımlı lif) gibi hayatla içli-dışlı bağlantısı olan her şeyin çifte dillilik yapmamasını beklemek doğru olmayacaktır. İfadenin başka bir sürümü ile bu serüven, manaca bazen düz bazen eğik ya da inişli çıkışlı bir seyir izleyecektir.
***
“Beşer-şaşar” kaidesince beylik tanımlamaların aksine yaşamın içinden pozitif bir tavsiye arayışım “kitabı okumama değdi” dedirtti. Yazar, bazı yerde sade ve sıradan, bazı yerde ise olağan ve karışık insan hâllerini gerçek ve sözde hayat sahibi olanlar üzerinden ayırt ederek sunumladı. Bunu yaparken sanki “çürük ip dikiş tutmaz” meselinden hareketle insanı olgunluk seviyesine eriştirecek yol ve yordamı gösterdi.
Dikkat çeken bir diğer husus ise, şiddetli bir ses tonu ve hızı ile “duy beni” demekten ziyade “ol” ince ayırımındaydı. Bu haliyle bireysel ve kolektif savruluşlar arasında kendimizi tükettiğimiz bu zaman diliminde şuura çarpan örneklemelerle “ol” demenin yanında aynı zamanda ” öl” de diyor. Evet, “öl” diyor. Yaşamdan bahsederken ölmenin sırası mı şimdi? gibi bir serzeniş; yaşamı nefes alıp vermekten ibaret sayanlar için garip bir mesele. Olmayı ve ölmeyi varlık ve yokluk olarak kısır bir içeriğe yontarsak serzenişleri haklı çıkarırız Lâkin işin aslına tesir ve katkısı öyle olmadığına göre, hayır melekelerini icraata sürükleyen davete icabet aranmaz mı?
Çoğumuzun bildiği/ bildiğini sandığı pek çok derinliği yalın ve anlaşılır bir üslupla dile getiren eseri; yaşamın ne ve niçin olduğu, nasıl olması gerektiği hakkında hem kendi içinde, hem de paylaştığı çağ ve toplumun dinamikleri içinde sessiz ama vurgun yedirici bir yolculuğa çıkmak isteyenlere tavsiye ederiz. (Dr. Ayşe İzci Coşkuner, Yaşama Sanatı, Pozitif Yay. İstanbul 2006)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.