
Kim Kimi Kandırıyor?
Birkaç gün evvel çarşafla ilgili öfke nöbetlerini(ki aslen öfke tesettür emrinedir, çarşaf işin enstrümanteli) tazeleyenlerin “yırtıcılığını” gündemden takip etmişsinizdir. Dilden dile çekiştirerek sündürdükleri ve fakat yırtamadıklarını bu sefer daha önce takılmış CHP rozetini çıkarıp ellerinin yardımıyla yapabildiler. Gurur duyduk(!)
Herkesin inancına, dünyevi duruşuna saygı duyulması gerektiği kanaatindeyiz, lâkin bu saygı duyma işi, “her hakareti kabul edeceğim, ses çıkarmayacağım” haline dönüşürse zillete varan tevazuu ortaya çıkar ki, herkesin tahammül göstermesini beklemek doğru ve hakça olmaz.
Bu babta, yazın bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine -ki daha çok bilgilendirmesiyle- haberdar olduğum ve “giriş” kısmına göz attığımda “bu sıkıntıyı yinelemek istemiyorum” diyerek elimden bıraktığım kitap hatırıma geldi. O yaz sıcağında “çekilmez” bularak elimden bıraktığım kitap, Soner Yalçın’a ait “Siz kimi kandırıyorsunuz” künyesine sahip. Ve maalesef o zaman “çekilmez” dediğimiz kitabı, çarşaf’ın yeniden dolandırılmaya başlamasıyla “çekilmek zorunda” diyerek yeniden elimize aldık.
Beş hanımın ismini ve tekstil fabrikasında çalıştıklarını belirterek başladığı anlatımına Soner Yalçın şöyle devam ediyor.
“Tarih 29 Aralık 2005, Yer Bursa, Saat, gece 02.00 suları
Tekstil fabrikasında çıkan yangında bu beş işçi kadın, fabrika kapısı üzerlerine kilitli olduğu için yaşamlarını kaybetti… ve gerek Bursa’daki yangında canlarını kaybeden, gerekse Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde aynı koşullarda çalışan kadın emekçilerin büyük çoğunluğu başörtülü. Şimdi gelin bu sorunun üzerine cesaretle gidelim; Neden türbanlı emekçi kadınların sorununu değil de, üniversitedeki türban meselesini sürekli konuşup tartışıyoruz? Üniversitelerde ilk türban meselesini, Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın halası Hatice Babacan’ın Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde 1967 yılında gündeme getirdiğini biliyoruz! Peki; Bursa’da can veren başörtülü beş emekçi kadını neden bilmiyoruz, tanımıyoruz? Türkiye’de türban neden hep üniversiteyle özdeş tartışılıyor?”
Sayın Yalçın’ın burada öne çıkarmak istediği ilk şey, insanların can güvenliği konu edinilip önemseneceğine, neden “türban”lı öğrencilerin durumunun söz edilesi bulunduğu? Can güvenliğine dayalı cevap arayışını haklı bulmakla birlikte ilave etmemiz gereken; emekçi hanımların taktığı “başörtü” ile üniversitelere gidenlerin kullandığı “türban”ın ortak bir manada buluşturulamamasıdır. Yani emekçi bayanların örtüsü “geleneksel” ve haliyle “rejim için tehlikesiz” görülüp “ne âlâ”fonu ile dillendiriliyorken, üniversiteye veya bir başka kamu kurumuna başörtü ile girmek sorun olarak algılanıyor. Nedeni ise, yukarıdaki alıntıda da vurgu yapıldığı üzere; “türban”ın Babacan’ın halası vesilesiyle 1967 yılı ve sonrası ile gündemimize oturmuş siyasi sembol olarak görülmesi.
Başörtüsüne siyasal kimlik kazandırılmasını tasvip etmemekle birlikte, şunun bilinmesi ve artık kabul edilmesi gerekiyor. Genel olarak “tesettür emri” içinde yer alan başörtüsünün ortaya çıkması; ne bayan Babacan ne de herhangi bir siyasi oluşum tarafından kullanmasıyladır Referansı tamamıyla dindir. Fakat ne yazık ki kaynağının din olduğu tespit ve gerçeğini zayıflatarak örtüyü hiçe indirgemek isteyenler, bunun da yolunu bularak Sayın Yalçın gibi yazısının sonuna “Başörtüsünün İslam’dan çok önce olduğunu kaç kişi biliyor?” sorusunu ekleyebiliyor.
Başörtüsü’nün İslam’dan evvelki varlığı sanılmasın ki kendisinden önceki diğer semavi dinlere atıfla söyleniyor. Hayır, maksat dinlerin vahiy kaynaklı olmadığının altını çizmek. Daha sarih ifade ile amaç; çok tanrılı Sümer Uygarlığı’nın tabletlerinde yer alan efsanelerdeki deyişlerle, kutsal kitaplarda bulunan ayet ve pasajlar arasında benzerlik kurularak, dinlerin ve yaratıcının “insan imalatı” olduğuna dair çıkarımları zihinlere ve kalplere döşemek. “Bilimseldir” imajı da bu çıkarıma eklenince kimleri kandıramazsınız ki?
Bu konunun ayrıntısı çok ve yazımızın muhtevasını aşacağı için buraya bir mim koyarak ilgili kitaptan alıntılara devam edelim.
“Geliniz şimdi meselenin daha acı yanını konuşalım: Üniversitelerde türban serbest oldu. Herkes merakla bekliyor, şimdi ne olacak? Deniliyor ki,”mahalle baskısı” gibi üniversitelerde “türban baskısı “olacak; özellikle Anadolu’daki üniversitelerde tüm kız öğrencilere örtünme baskısı gelecek. Bu olabilir mi? Evet, olur.”
28 Şubat’tan sonra üniversitelerde türban tam anlamıyla ne zaman serbest oldu hatırlamıyorum ama şu “mahalle baskısı “ lafı hiç yabancı gelmiyor. Neymiş efendim, başını örtenler saçı açık olanlara “bre kâfirler örtünün” diyecekmiş. El insaf, başı açıkların başörtüsü kullananlara “ açılıp saçılın, rejim için tehlikelisiniz” demeleri “mahalle baskısı” olmuyor da, örtünün denmesi mi baskı unsuru teşkil ediyor? Kimsenin ve özellikle Allah Teâlâ’nın kendisine cebren itaat edecek kullara, kalbinin çekmediğini şeklen uygulamaya dökecek münafıklara ihtiyacı yok. Lâkin anlaşılan o ki; suni rejim bekçiliği yapanların bu hususta açtığı kontenjan henüz dolmamış.
Bir başka alıntı
“Bitmedi. Meselenin bir başka yönü daha var: Türbanlı kızlarımız üniversiteye girince ne olacak? Söyleyeyim: Çok iyi okuyacak, çok başarılı olacak ve okullarını hep dereceyle bitirecekler. Peki sonra ne olacak? Ne olacak biliyor musunuz; evlendirilip eve kapatılacaklar.”
Şükür ki, başörtülülerin zeki olmadıkları söylenmemiş. Okuma, anlama, çok başarılı olabilme kapasiteleri hâlâ mevcutmuş, Aksine düşünceleri de yakın bir zamanda duymayız umarım. Neyse sadede gelirsek… Başörtülü okuyabilme iradesini gösterebilenler acep neden kendi istekleriyle evlenebilme özgürlüğüne sahip olamıyor da “evlendiriliyorlar”? Garip bir çelişki… hayatının bir dönümünde etken olabilenler diğer bir dönümünde edilgen duruma düşürülüyor. Sayın Yalçın görüşünü desteklemek için siyasetten tanıdık simaların eşlerini örnek gösterdikten sonra ; hangi istatistikle durumu genelleştirebiliyor, anlamak mümkün değil. Velev ki, bunların sayısı çok olsun, kişilerin içinde bulunduğu şartlar dolayısıyla bir çeşit tercihten kaynaklanmış olabileceği ve hatta başı açık olup okuduktan sonra direkt evlilik hayatına geçenler hiç düşünülmedi mi?
Sayın Yalçın sonraki cümlelerinde şu yargıda bulunuyor. “Türbanlı kızlarımız üniversiteyi bitirince çalıştırılmıyor. Tekrara eve kapatılıyor.”
Bu alıntıda yer alan “çalıştırılmıyor” yargısına katıldığımı ifade etmek istiyorum. Yalnız bir farkla; eş, anne-baba gibi yakınların veya “mahalle” baskısıyla “çalıştırılmıyor” denilen başörtülülere karşılık, devlet tarafından “çalıştırılmıyor” başörtülüler gerçeğini ilave ile… “Türkiye’de özel sektörde iş mi yok?” mu dediniz. Vardır elbet fakat kazanılmış hakların iptali ile eğitimini almadığınız alanlarda “karın tokluğuna”(tanım S.Yalçın’a aittir) ve makamı- mevkisi elinden gideceğinden korkmayanların yanında. Ara ki bulasın…
Kim kimi mi kandırıyor? Hemen herkes kendi kabulünce zıddını kandırıyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.