Açıl(ma)sa Ne Olur?-2

Hıristiyan literatüre göre bir kilisenin “ekümenik” olabilmesinin ilk şartı “apostolik” kökene sahip olması, yani bir havari tarafından kurulmuş olması ve bunun tüm kiliselerce kabul edilmesi gerekliliğidir. Böyle bir uyum, Vatikan tarafından temsil edilen Roma ile Fener Rum Patrikliği tarafından temsil edilen Bizans arasında tarihten gelen sürtüşme ve anlaşmazlıklarla mevcut değildir. Bu mevcudiyetsizlik Vatikan’ın konum ve resmiliğini bugüne kadar etkilemediği gibi “ekümeniklik” kazandığı takdirde Fener Rum Patrikliği’nin kabul edilebilirliğini de etkilemeyecektir. Çünkü beslendikleri ve beslemeye devam ettikleri siyasi kulvarlar farklı.

Şöyle ki; malum olduğu üzere Fener Rum Patrikhanesi ile Moskova Patrikliği tarihten gelen bir çeşit yarış içinde. Bu yarışın seyri ise ABD –Rusya çekişmesinden ibaret. ABD, Fener Rum Patrikhanesine Slav Ortodokslarının kontrolünü kendinde toplamak amacıyla  “ekümeniklik” kazandırmaya çalışken, Rus Ortodoks Kilisesi, "1453 yılında Türkler İstanbul'u fethedince Ortodoksluk bitmiştir. Ve bu tarihten itibaren Ortodoksluğun yeni merkezi Moskova'dır"  demektedir. Tüm bu süreci tek bir veri altında toplarsak, Hıristiyan âlemindeki mezhepsel çelişki “ekümenik” unvanı etkilemeyeceği gibi, sunumu da 1997 yılında BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın diliyle “Yeni Roma Patriği” şeklinde olacaktır. Şu halde Ruhban Okulu’nun açılmasına iyimser nazarla bakıp müsterih olmak muteber görünmüyor.

İnsan şu soruyu kendine sormadan da edemiyor. Birlikte yaşayıp beşeri münasebetler kurduğumuz tüm yabancı ve azınlık grupları “topraklarımızda gözü olan düşman” gibi görmek paranoya değil midir? Durduk yere birilerini “öteki” bellemek , “tırsılası” görmek sağlıklı bir psikolojinin ürünü olamaz amma velâkin tedirginlik veren bir durum hâsıl olduğunda hassasiyetleri bir kenara itip “bananeci” tavır da hoş görülesi değil.

Siyasete bulaşmadan, kendi cemaatinin dini ihtiyaçlarına cevap vermek koşuluyla İstanbul’da kalmasına izin verilen Patrikhane’nin ve ona ilişik Heybeliada Ruhban Okulu’nun sahip olduğu hüviyete benzer tüm diğer okulların aksine, Milli Eğitim Bakanlığı’na veya Yüksek Öğrenim Kurumu’na bağlanma çağrılarını elinin tersiyle itmesi manidardır. Zira kanunlar çerçevesinde açık bulunduğu halde kendini kapalı tutması mevzuyu 1971’den beri “mesele” haline getirmiştir. Dini nedenlerle yetiştirmek istediği öğrencileri Selanik Teoloji Fakültesi’nde, Connecticut'ta (ABD), İngiltere’de ve İsviçre’de bulunan ruhban okullarına gönderebilme yetkisine ve iznine sahipken, okulun arzuları doğrultusunda açılmaması halinde “ görev yapacak din adamının bulunamayacağı ve kendi din adamlarını yetiştirme hakkından mahrum kalınacağı” ” serzenişleri yersiz ve şüphe uyandıracak mahiyettedir. Bu cümleden “bu ülkede açılmasın da nerede açılırsa açılsın” dememekle beraber, çapraşık yaklaşımlarını vurgulamaya çalışıyoruz.

Bu vurguya eklemlenebilecek bir başka tutum ise, ABD başta olmak üzere AB’yi ve Yunanistan’ı sorunun çözümüne dâhil etmeleridir. Kimi zaman yazılı ve görsel medyadan da takip ettiğimiz üzere adı geçen yer ve birimlerden gelen birçok devlet adamı ve temsilci Türk devlet makamlarına ve sivil örgütlere Ruhban Okulu’nun açılması gerektiği yolundaki düşüncelerini gündemlerine almaktadırlar. Böylece iç hukuk yapımız ve öneriler uluslar arası boyut kazanmakta, dış siyasetimizi ilgilendiren pek çok konuda aleyhimize malzeme edilebilmektedir. Haliyle Patrikhane kaynaklı şikâyetnamelerden yol bulan bu ısrarın arkasında ne olduğu da şüphe uyandıran bir başka husus olmakta…

Buraya kadar özet geçersek, Heybeliada Ruhban Okulu’nun arzulanan kıstaslarda açılması halinde;

1-    Azınlığın çoğunluğa tahakkümü(imtiyazın eşit haklar üzerine çıkması) şeklinde de ifade edilebilecek din eğitim ve öğretimi devletin kontrolü dışında bir kuruma geçmekle beraber, Tevhid-i Tedrisat’ın yanı sıra özel şahıs ve tüzel kişilerin din eğitimi vermesinin önünü kesen ilgili kanunlara aykırılık söz konusu olacaktır.

2-    Belki de hayatında hiç kiliseye gitmemiş yabancı devlet adamlarının göstermelik kutsa(n)ma mabedi veya fişekleme ekiplerinin mesken tutacağı mesire yeri olacaktır.

3-    Dünyanın her tarafına bu okulda yetiştirilen din adamlarının gönderilmesiyle okul, kendiliğinden evrensel(ekümenik) bir tanıma kavuşacaktır.

4-    AB’ye uyum çalışmaları içinde yer alan ve zaman zaman baskı unsuru olarak kullanılan bu sorunun “ısmarlama çözümü”; ileride çıkması muhtemel daha başka sorunların yine baskı ile çözüm aşamasına getirilmesinde başrolü oynayacaktır.

İçteki potansiyel hal-i pür melalimize gelirsek; laiklik ilkesinin siyasi kaygılarla çetrefilli hale getirilmesinden şikâyet eden Müslümanların, bir başka dinin eğitim- öğretim hakkı üzerinden şüpheler taşınması “kel alâka” dedirtebilir fakat kıyas “din ve mezhep” temelinden “amaç” temeline kaydırıldığında aynı durumdan bahsedilmediği görülecektir. Gerçi mevzu bu noktaya gelmeden asıl tıkanıklığını bir başka din ve mezhebe verilen ayrıcalığın neden İslamlardan esirgendiği noktasında yaşayacaktır. Dolayısıyla yukarıda maddeleşenler doğrultusunda; laiklik ilkesiyle uyumun nasıl sağlanacağı ve/veya İslami cemaat ve oluşumların konumunun nasıl belirleneceği ve kangrenleşen başörtüsü sorununun nasıl halledileceği gibi sıkıntılı durumlar asıl yaygaranın kopartılacağı alan olacaktır.

Hükümetin gündemine alıp müzakerelerde bulunduğu ve hatta açılacağı yönünde demeçlerin verildiği şu dönemde; devlet tarafından denetiminin yapılması, eğitmen ve öğrenci kadrosunun siyasete karışmaması teminat altına alındığında ve “ellere var da bize yok mu” dedirtilmediğinde, aleyhte söylenebilecek söz kalmayacaktır. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Huriye Karnap Arşivi