
Zihin Kölesi Çakma Yahudiler
Son yazımı Lokman Bey’e gönderirken “özel nedenlerden dolayı bir süre yazamayacağım” diye not düşmüştüm. Fakat zulüm kavram ve kelimesinin içeriğini hiç boş yer bırakmamacasına dolduran İsrail’in, Filistin’e insani yardım götüren gemileri kalleşçe vurması karşısında yazmazsam içimi başka türlü dindiremezdim. Gözyaşlarına, duaya ve son raddede kelimelere sığınmak böylesi olaylarda elden başka bir şey gelmeyişin neticesi olsa da, her halükarda “bir çift lafım var” diyebilmektir ayı zamanda.
İsrail Devleti’nin nasıl kurdurulduğu- kurulduğu, kimlerin zaaflarına yenik düştüğü ve kimlerin o zaaflara karşı durduğu, uluslar arası duruşun nasıl işlediği, kan emicilere kimlerin destek verdiği, bu desteğin arka planında ne gibi hesapların olduğu, İsrail’in son yaptığı eylemin kahpeliği, Gazze’ye uygulanan ambargonun kaldırılması gerektiğini düşünen vicdan sahibi devletlerin ve kişilerin duyarlılığına silahla ve katliam kutlamalarıyla karşılık veren Siyonist İsrail’in derbederliği,aymazlığı,..vs değil asıl içimi boğan. Sıkıntı veren bu değil derken maksadım her birine “aferin” çekmek değil elbette. Zira zalim, her düşünce ve davranışına kendince kabul edilir bir mantık uydurup zulmüne alternatifsiz devam eder ve ediyor.
Bizim haklı gördüğümüz bu onurlu dava İsrail’de yaşayan bir Siyonist’e veya Yahudi’ye doğru gelmeyebilir; onların bakış açısı ve değerlendirmesiyle bakmadıktan sonra böyle bir düşüncenin önüne geçilmez. Ancak ve ancak aç, susuz, ilaçsız, evsiz-barksız kısacası temel ihtiyaçları giderilmeksizin bırakılmış insanların mağduriyeti ön plana çıkarılıp “insanlık namına yapmayın, davanız bize batıl da gelse makul olun” denilir. Bu sözler, siyasetsiz, diplomasisiz insanlık gereği hissi bir direniştir. Fakat zulmü artık gemlenemeyen ve gemlenemeyeceği gün gibi aşikâr olan bir devletin amaçlarına samimiyeti kendinden menkul bir dil ve duruşla “onlar da haklı” diyebilmek için zulmü alkışlayan bir Siyonist’in ve Yahudi’nin düşünce yapısıyla ve emelleriyle hemhal olmak gerektir.
***
Bilgi ve belge olmaksızın en azından hissi olarak; şu karmaşanın başında dahi ortaya döktükleri sözlerle bu zümreye dâhil olduklarına kanaat getirdiğim şahısların ölçüsüz ve düşük kıyasları, Yahudi nüfuzunun, nüfusundan daha ziyade işlevsel olduğunun göstergesidir. Tek mantıktan beslenip çoklu ve yansız gösterilerek ortaya sürülen öyle ilginç ve tutarsız söylemler var ki şaşmamak mümkün değil. İçerikleri geçmişin de katkısıyla geniş olmakla birlikte burada özellikle üçüne özetle temas etmeyi gerekli görüyorum.
Deniliyor ki;
“Ülkemizin birçok sorunu varken elin Arabının derdine düşmek bize mi kaldı?”
Bu mantıkla hareket edenlerin en bariz iki düşünce şekli malumdur. İlki, geçmişte Arapların Türklere ihanet ettiği tezidir ki boş zihinleri kotarmakla görevli olanların söylemlerinin aksine, doğrusu ihanetin kısmi olduğudur. Tam tekmil bilgi için meraklısını akademik tarih kitaplarına havale etmeden evvel, bugün vaki olanı geçmişle kıyaslamanın haksızlık olacağını da eklemek gerekir. Sözüm ona çoğunluğuyla din kardeşi olunan, fakat Filistin davasında bile hiçbir zaman tek vücut olmayı başaramayan Arap dünyasının aymazlığı tasvip edilemeyeceği gibi, bu aymazlığı gerekçe göstererek zulme alkış tutmak da tasvip edilemez. Varlığı ve varoluş yöntemleriyle İsrail’i kınayanlar bunu söylemekte sakınca görmüyorken, insani kaygılarla Filistin’in arkasında duranları “Arapların derdine düşmek” ile suçlayanlar, insanlığa karşı ihaneti sabit olan İsrail’i neden görmek istemiyorlar?
***
“Arapların derdine düşmek” bahisli varyantın konakladığı diğer nokta ise, özellikle partizan kesimlerce “yükü insanlık” olan gemilere düzenlenen saldırıları kınamanın aynı zamanda iktidarı desteklemek şeklinde algılanması. Tıpkı başörtüsü takmanın ve ilgili yasağa karşı durmanın Kur’an’i değil de iktidar kaynaklı olduğunun kabulü gibi. Bu kabullere gülüp geçmeye alıştık lakin tüm insanlığın onurunun çiğnendiği bir olayı ideolojik yaftalamalarla makul görebilmek, haysiyetsizliğin bir başka şubesi olsa gerek. Öyle bir şube ki, “one minute” demiş olmak insanlığın muhtaç olduğu bir tutumun sonucu değil de, sadece ve sadece partisel bir tepkinin neticesiymiş gibi algılanıyor. Eminim benim gibi pek çok kişi, o lafta ideolojiden çok insafsızlığa, haysiyetsizliğe “dur” diyen zihniyetleri görmüştür. Genel anlamda, bulunduğu coğrafyada dilediği gibi at koşturacağını zanneden terörist bir devlete “bana ne” diyebilmek için; ya dış politikanın gereklerinden ve haliyle bu gereklerin getirilerinden bihaber olunması ya da Araplar ve Müslümanlar aleyhine feragat edilerek “insaniliğin” yeniden tanımlanması gerekir.
***
İsrail’in ahlaksızlığını ve hukuksuzluğunu hafif gören bir diğer kesime göre, (bazı medya mensupları ve o medya mensuplarına hak verenler) kendimizi İsrail Devleti’nin yerine koyarak - yani tüzel empati yoluyla- yapılan insafsızlığı ve haydutluğu, meşruluğunu hak ve ispat etmiş bir devlete karşı girişilen terörist bir eylem olarak görebilmeli ve o eylemcilere “insani” yardıma gidilmesinin doğruluk derecesini tartmalıymışız.
Tartalım tartmasına ama terazinin kefelerine neyi-nasıl yerleştireceğimizi de doğru belirlemeli değil miyiz?
Misal getirilen kıyas şu;
Yıllardır yakamızdan bir türlü silkemediğimiz PKK ve Kürtçülük faaliyetlerine bulaşanlara, dünya ülkelerinde yaşayan farklı dinlere ve milliyetlere mensup kişilerce “insani yardım” adı altında yardıma teşebbüs edilmiş olsa, İsrail ile tavrımız aynı olmaz mıydı? Yani demek istedikleri ; “Sizin Kandil’de organize olanlarla derdiniz neyse, İsrail’in de Gazze’de organize olanlarla derdi aynı.”
Doğrusu PKK ile Gazze’deki durumu temel noktaları açısından böylesi bir cümlede birlikte kullanmak dehşet verici. Oysa her iki durum hayli farklı. İlki, aynı değerlerde ortak olduğu halde dış siyasi güdümler neticesi ayrı düşürülenlerin, aynı toprak parçası üzerinde Türkiye’den bağımsız veya otonom devlet kurma teşebbüsü. Diğeri ise, öz halkını yerinden yurdundan etmek isteyen bir devletin vahşi tutumları ve o vahşete karşı direniş. İlkinde uluslar arası terör listelerine alınmış bir örgüt varken, diğerinde içindeki bir kısım Yahudilere, çeşitli ülkelerde yaşayan Musevi cemaatlerine, yargıç ve aynı zamanda Yahudi olan Glodstone’un Kasım 2009 tarihli raporuna göre; yaptıkları “ savaş suçu” kabul edilen bir devlet söz konusu.
Bir başka açıdan;
Saddam’dan kaçan Kürtlere ev sahipliği yapan Türkiye değil miydi ve yine terör eylemlerinin ilk başladığı zamanlardan bugüne değin hangi Kürt vatandaşımız aç, evsiz- barksız, işsiz yardıma muhtaç bırakıldı? Kürtçülük ile mücadele edilirken hiç hata yapılmadı demiyoruz fakat hiç kimse, Kürtlerin her yerde olduğu gibi devletin en üst kademelerinde görev yapabildiklerini, eğitim haklarından yararlandıklarını, çoğunlukta yaşadıkları Doğu ve Güney Doğu Anadolu bölgelerinde yolsuz, barajsız bırakıldıklarını, yaşadıkları bölgelere girebilme ve oralardan kendi istekleriyle ayrılabilme haklarının ellerinden alındığını… vs iddia edemez. O halde abluka ve ambargo altına alınan bir halk yok ise, yersiz misallerde yer bulduğu gibi “insani yardım”a ihtiyaç duyacak halk da yok demektir. Ne var ki, bu kıyası yapabilenler PKK ‘nın arkasında yıllardır İsrail’in olduğunu da pekâlâ iyi biliyorlar.
Söz uzar uzamasına ama “Mapusun içinde üç ağaç incir “türküsünün şu sözüyle noktalayalım.
“İnsanın zulmüne dayanmaz yürek”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.