Türkiye-Suriye İlişkilerinin Stratejik Derinliği

 

Savaşın eşiğinden dönülen, Türkiye ve Suriye ilişkilerinde bir “düşman” algısı, uzun süre varlığını korudu. Türkiye’ye göre Suriye, teröre ev sahipliği yaptığı, su kaynaklarının paylaşımında sorun çıkardığı ve coğrafik olarak Türk toprak bütünlüğüne müdahalede bulunduğu için “düşman” ülke iken, Suriye’ye göre de Türkiye, su kaynaklarını adil paylaşmadığı, Batı’nın destekçisi olduğu, kendi toprakları (Hatay) üzerinde hak iddia ettiği için “düşmandı. Fakat bu düşman imgesi, yerini, Türk dizilerinin Suriye’de yayınlanmasına, ülkeler arasında vizesiz geçişin sağlanmasına ve günübirlik, heyetler arası ziyaretlerin gerçekleşmesine bıraktı. Uzun bir zaman birbirlerini tehdit olarak gören Türkiye ve Suriye, bölgesel işbirliğini güçlendirici, uluslararası siyasette ve arenada dayanışmacı ve birbirlerinin haklarını savunucu bir hale geldiler ve taraflar arasında güven inşa ve telkin edilir oldu. Ancak, Arap Baharı ile başlayan süreç Suriye’de yukarıda sayılan ilişkilerin yıkılmasına ve farklı bir boyuta dönüşmesine yol açmıştır. Karşılıklı dostluk ziyaretlerin sonrasında bugün Türkiye ile Suriye tekrar savaşın eşiğine gelmiştir. Bu politika değişikliğini yorumlamak için değişen konjonktürel dinamikleri ve karar alıcıların konumlarını analiz etmek gerekmektedir.

Son dönem Türk Dış Politikası, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun akademisyenlik döneminde kaleme aldığı ‘’ Stratejik Derinlik: Türkiye’nin Uluslararası Konumu ‘’ kitabı doğrultusunda şekillenmektedir. Bu bağlamda günümüzdeki Suriye politikası bazı parametreler ışığında değerlendirilecek ve son dönem Türk Dış Politikasının Araf’ta mı? Olduğu sorusuna cevap aranacaktır.

Türkiye-Suriye ilişkilerini tarihsel arka planını akılda tutarak değerlendirirsek ilişkiler uzun bir geçmişe sahiptir. Suriye ile ilişkilerimiz kültürel, siyasal, sosyal ve ekonomik birçok yönden birbiri ile bütünleşmiş ve birbirini etkileyen ilişkiler sarmalına benzemektedir Genel olarak ilişkilerin yakın tarihten itibaren kısa bir geri dönüşüne baktığımızda bazı sorunlar ikili ilişkilere egemen olmuştur. Türkiye’nin 1990’lı yıllarda Suriye ile yaşadığı en önemli sorun PKK örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın Suriye topraklarında barınması ve bu devletin örgüte karşı destek vermesidir. O gün iki ülke arasındaki ilişkiler savaşın eşiğine gelmiş, örgüt liderinin Suriye’den çıkarılması ile birlikte ilişkiler normalleşmeye başlamıştır. Diğer önemli bir parametre ise Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad’ın cenazesine Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in katılması ile birlikte ilişkiler detent(yumuşama) dönemine girmiştir. Baba Esad’ın ölümünden sonra iktidara gelen Beşar Esad’ın reformist söylemleri, genç ve Batı’da eğitim alması gibi faktörler ilişkilerin boyutlarını değiştirmiştir. İki ülke arasında 1998 yılında imzalanan Adana Mutabakatı ile birlikte gelişen ve değişen ilişkiler 2010 yılında Tunus’ta başlayan ve şu an Suriye’de devam eden Arap Baharı ve Demokratikleşme olayından sonra farklı bir boyuta dönüşmüştür.

2002 yılında Türkiye’de iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi ile birlikte değişimin en somut göstergesi en net ifade ile dış politika alanında görülmeye başlanmıştır. Ahmet Davutoğlu’nun Başbakan Baş danışmanı olması ve daha sonra dışişleri bakanı görevine getirilmesi bu değişimin uygulayıcısı olarak görülen kişinin karar verme sürecinde aktif bir şekilde rol aldığını göstermektedir. Stratejik Derinlik diye tabir edilen dış politika perspektifi Türkiye’nin yenidünya düzeninde artık oyun kurucu ve bölgesel bir güç olarak yeni pozisyon edinmesine odaklanmıştır. Bu politikanın bazı unsurları bulunmaktadır. Bunlar genel olarak; ilke ve değerler bağlamında dış politika yapılması, komşularla sıfır sorun politikası, pro aktif ve ritmik diplomasi, Türkiye’nin yakın kara havzasında bulunan eski Osmanlı hinterlandı topraklarda siyasal, kültürel, sosyal ve ekonomik işbirliği yoluyla ilişkilerin geliştirilmesi gibi unsurlar son dönem Türk dış politikasına yön veren temel ilkelerdir. Bu ilkelerin uygulanması ve yönetilmesinin ilk örneği Suriye özelinde uygulanagelmiştir. Komşularla Sıfır Sorun politikası bağlamında gelişen ve değişen ilişkiler, iki ülke arasında vizelerin kaldırılmasına ve ortak bakanlar kurulu toplantılarına varan bir değişim sürecine neden olmuştur. Devlet başkanlarının ülkeler arasında artan ziyaretleri ve samimiyet göstergesi ifadeler ilişkilerin geldiği en üst seviyeyi göstermekteydi. Diyebiliriz ki; Türkiye’nin yeni dış politikası Suriye ile başlamıştır. Ancak 2011 sonundan itibaren bu ilişkiler Suriye’de başlayan muhaliflerin ayaklanması ile birlikte farklı bir boyutta seyretmeye başlamıştır. Suriye liderinin hükümete karşı ayaklanan göstericilere tanklar ile müdahale etmesi ve iç savaşı andıran çatışmalarda yüzlerce sivilin ölmesi başta Türk hükümeti olmak üzere dünya kamuoyunu harekete geçirmiştir. Bugün gelinen noktada 12 Nisan 2012 tarihinden itibaren Annan Planı doğrultusunda Suriye lideri mutabakata uymayı kabul ederek yeni bir takvimin başlamasına olanak sağlamıştır. Bu bir zaman kazanma mıdır yoksa diplomatik manevra mıdır bunun sonucunu zaman gösterecektir.

Türkiye ilk günden itibaren Suriye lideri Beşar Esad’ın gitmesine yönelik politikalar izlemiştir. Suriye’den gelen mülteciler için taşımalık kentler kurması ve kapıların bütün mültecilere açık olduğunun belirtilmesi artık Suriye lideri ile iplerin koptuğunu göstermektedir. Ancak dış politikayı değerlendirdiğimizde her zaman evdeki hesabın çarşıya uymadığını bilmekteyiz. Bir sorun olduğunda onu farklı bakış açıkları ve boyutlar ile düşünmeli ve elimizdeki kozu tek bir kâğıda bağlamamalıyız. Bugün Türkiye’nin yaptığı eldeki yumurtalarının hepsini tek bir sepete yani Esad’ın gitmesine koymasıdır. Ancak görülüyor ki dünya Esad ile devam kararı alabilir ve Esad birkaç reform ile yoluna devam edebilir. Bundan sonra Türkiye’nin pozisyonu ne olacaktır? Tartışılması gereken nokta burasıdır.

İkinci olarak; Türkiye’nin herhangi bir olası Suriye’ye müdahalesi gerek içerisinde gerekse bölgede kalıcı hasarlara yol açacaktır. İçeride Kürt sorunu ile uğraşan bir Türkiye’nin enerjisini bu konuda harcarken dışarıda bir müdahaleye girişmesi intihar etme anlamına gelmektedir. 2003 yılında Amerika’nın Irak işgalinde görüldüğü gibi Irak’ın mevcut devlet yapısının fiili olarak üçe bölünmesi ve mezhep kavgalarının devam etmesi bölgede önemli sorunların kaynağını oluşturmaktadır. Suriye’ye müdahale olması halinde durum Irak’tan farksız olmayacaktır. Türkiye’nin ilkeli ve değer odaklı dış politika anlayışı çifte standartların oluşmasına neden olmaktadır. Suriye’de yaşanan insanlık dramı için müdahale etmek isteyen bazı kesimlerin Bahreyn’de yaşanan insanlık dramı için ses çıkarmaması, Suriye’de demokrasi isteyen kesimlerin Suudi Arabistan ve Katar Kralları ile işbirliği yapması paradoksların olduğunu göstermektedir. Burada akıllara Türkiye’nin değer eksenli dış politikadan mezhep eksenli dış politika mı yürüttüğü gelmektedir. Çünkü Suriye’de Nusayri yani Alevi bir iktidarın olması Şia mezhebine bağlı olması, Bahreyn’de Sünni iktidarın olması ancak ayaklanan halkın çoğunluğunun Şia mezhebine bağlı olması ilişkilerin boyutunu etkilemektedir. Türkiye, bölgesinde mezhepsel ayrılığı körükleyici politikalardan uzak durmalıdır. İlişkilerin stratejik derinliği ilkeler ve değerler üzerine kurulmalı, mezhep ve etnik köken üzerinden siyaset yapılmamalıdır.

Sonuç olarak; Türkiye–Suriye ilişkisinde politika yapıcılar, ilişkileri daha sağlam bir zemine kurmak ve süreci daha sağlıklı kılmak için ilişkilerin güçlü ve zayıf yanlarını gözden geçirmeli, ilişkilerinin seyrinde sık sık SWOT analizlerine başvurmalıdırlar. Türkiye ve Suriye, aralarında bulunan önyargılardan kendilerini kurtarmalı, ileri derecedeki, anlık, ideolojik, duygusal ve politik yaklaşımlardan ve tepkilerden uzak durmalıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Süleyman Gök Arşivi