Mutluluk herkesin hakkıdır

            Türkiye’nin bugünlerde çok kritik bir süreçten geçtiği herkesin malumdur.Bir taraftan demokratik açılım”, diğer taraftan Ermenistan ile imzalanan Protokol. Ayrıca, muhalefet partilerinin uzlaşmaz tavrı ve hükümet eliyle yapılan her türlü gelişmeye “tu, kaka!” yaklaşımıyla değerlendirmeleri.

            Bu işin sonu nereye varacak diye bekliyoruz toplum olarak.Umarız her şey taraflar adına iyi olur. Barış olur, mutluluk olur.

            Bununla beraber ben, bu kadar kritik ve radikal açılımlar yapılırken “acaba bir darbe olur mu” diye korkmaktan da kendimi hala alamıyorum. Buna da, inşallah olmaz diyelim.

            Benim asıl anlamadığım şey, muhalefetin tutumudur. Anlaşıldığı kadarıyla muhalefet, Türkiye’nin  geleneksel dış ve iç politikalarını sürdürülmesinden yana veya açılımların AK Parti tarafından yapılmasından yana.Onların başka bir çareleri de yok galiba. Ortaya koydukları alternatif bir projeleri yok.Varsa, yoksa ortaya konulan politikaları eleştirmeyi tercih ediyorlar. Aslında, “ politikada hiçbir yapmadan geleneksel tutum ve yaklaşımlarımızı, sonu nereye varırsa varsın sürdürelim” veya “sürünceme de kalsın” demekte bir fikir veya “projedir”. Onu da yapmıyorlar, sadece “köyle siyaseti” yaparak, toplumun da süreçleri net algılamalarını engelliyorlar. Muhalefet ismi üzerinde yapar elbet. Ama bu yıkıcı bir muhalefet. Halbuki demokrasiler de muhalefet vazgeçilmez olduğu kadar, devlet meselelerinde yapıcı da olmalıdırlar. İnşallah öyle muhalefeti Allah bize de nasip eder.

            Ben güçlü bir birey, güçlü bir toplum, güçlü bir devlet olmak istiyor muyum? O zaman çok basit: Güçlü ülkeler nasıl olmuşsa, sen de onları modelle. Bunu söylerken sadece günümüz batı ülkelerini kastetmiyorum. Tarih boyu, kendi geçmişin de olabilir.Buna dayılı projeler üret, açılımlar yap.

Bizim ülke olarak her şeyden önce, içte ve dışta barışı sağlamamız gerekiyor. Daha sonra, üretmemiz ve ürettiklerimizi satmam lazım. Satmak içinde sürekli ve istikrarlı pazarlara ihtiyacımız var. Bütün bunların olabilmesi için de, bireyin özgür ve mutlu olması lazım. Çünkü özgür olmayan bir birey düşünemez, düşünmeyince de üretemez; üretse de bilinçli üretemez veya satamaz. Üretip satmazsa da, ekonomisi zayıf olur. Ekonomisi zayıf olan bir ülkenin halkı da güçsüz, devleti de güçsüz olur. Bunun sonucunda da, güçsüz devletlerin politikacıları da “küçük devletlere” özgü politikalar üretirler. Korkular üretirler. Her şeyden korkarlar. Bölüneceklerinden, yok olup gideceklerinden… Kısacası korkularıyla yaşarlar.

            Onurumuzu, şerefimizi düşünmeyelim demiyorum. Ama bu kadar korku niye? Büyük devletlerin korkusu yoktur. Aslında korkuları yoktur demek yanlış olur belki, vardır ama bunu akıllı politikalarla yenebilirler. İnsanlar gibi, korku devletleri de yalnızlaştırır. Yalnız olan bir devlet asla “büyük devlet” olamaz. Korkularımızın üzerine giderek, korktuklarımızdan emin olabiliriz. Her gün kabus görerek değil.

            Ben özellikle MHP’nin bu açılımlara karşı yaklaşımını anlamakta güçlük çekiyorum. Etnisite üzerinden politika yaparak nereye kadar gidilebilir. Karnımızı doyurur mu, iç ve dış barışı getirir mi? Kısacası Türkiye’yi dünya ölçeğinde ekonomik ve siyasal yönden güçlü ve saygın bir devlet haline getirir mi?

            Mersin’de MHP ve DTP ‘nin güçlü olması etnik kökene dönük siyaset yapılmasıdır. Peki, bu politikalar Mersin’in hangi sorunu çözmüş bugüne dek ? Bundan sonra bu yaklaşımla hangi sorunu çözülür? Bu soruları bir sormamız gerekir. Bırakın Mersinin sorunlarını çözmeyi, ateşlenmeye hazır fitil haline getiriyor ve gerginlik daha da artıyor.

            Güçlü toplum ve devlet olmanın sırrı, özgürlüktedir. Bugün etkisi altında kaldığımız ve sürekli olumsuz duygusal tepkiler verdiğimiz ülkelerin ürünlerini tüketiyoruz. Bu kafayla daha çok tüketeceğe de benziyoruz. Acaba onlar niye güçlü? Biz niye onların dillerini öğreniyoruz da onlar bizim dilimizi öğrenmiyorlar? Onlar bizden daha çok üretiyorlar ve tüketiyorlar, bizden her açıdan daha güçlüler. Bireysel ve toplumsal düzeyleri en üst düzeyde. Onlar geri kalmış ülkeler tarafından modellenen ülkeler.

-         Peki neden?

-         Çünkü, bireysel ve toplumsal olarak daha özgürler de ondan.

Mutluluk her bireyin hakkıdır ve varlığının amacıdır. Birey, mutluluğunun nerde yattığını ancak kendi bilir. Sevgili Sinan Çetin’in kısa filminde ortaya konulduğu gibi “dipçikle mutluluk olmaz”.

Ayrıca, “Benim babama kimse kötü diyemez”, mantığı sakat bir mantıktır.

Hoşça kalın!

 

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Dr. Ali Can Arşivi