Dünya üzerinde gizli - kapaklı “rejim tehlikesi”olarak algılanan bir film daha var mıdır, bilmiyorum ama “Mustafa” öyle bir şey işte. İster işinde uzman bir film eleştirmeni olun, isterse tecrübeli bir senarist ya da filmin gerçeğe uygunluğunu değerlendirmede donanımlı bir akademisyen; adı geçen film hakkında kazara olumsuz bir hüküm verir ve bu hükmü ifşa ederseniz direkt Atatürk düşmanı ve/veya Cumhuriyet aleyhtarı olmanız içten bile değildir.Peki, ama neden böyledir, sorusunun göreceli cevapları muhtemelen şu seçeneklerin içinde saklıdır.1-Atatürk Tanrıdır! eleştirilemez.
2- Osmanlı Devleti’ni dışlayarak Atatürk’ü savunma çabası vardır.
Şimdi bu iki seçeneği irdelemeden evvel mevzuya sebep söylemi alıntılayalım.
Kimine göre “hatalı-tutarsız” kimine göre “doğru ve yerinde” çıkarım ve çıkışlarıyla tanınan Yaşar Nuri Öztürk, Hulki Cevizoğlu’nun programında “Mustafa” filmini “Atatürk’ü önce sıradanlaştırmak, sonra da dışlamak için yapılmış bir film” olarak değerlendirdikten sonra şunları söylemiş; “Bana göre bu film Atatürk’ü aleladeleştirmek için yapılmış. Aleladeleşirse etkisizleşir. Bu, Atatürk’e pusu kuranların oyunudur. Mustafa Kemal, Süleymaniye camisine haç takmalarına engel oldu. Hala Mustafa Kemal’in rakısı ile uğraşmaları ayıptır. Fatih Sultan Mehmet çok şarap içerdi. Şimdi onu kaç fıçı ile çağ açtı diye mi değerlendirmeli?”Bu türlü bir yargıya varılabilmesi için, kelamı edenin yukarıda sıraladığımız seçeneklerden her ikisiyle veya en azından biriyle ünsiyet kurmuş olması gerekir. Üstelik böylesi bir ünsiyet sadece adı geçen şahıs için geçerli değil, pek çok kişinin derununda yer tutmuş bir hâl.1-Atatürk Tanrıdır! eleştirilemez.Şu bir gerçek ki, insan muhabbet ettiğini gökyüzünde mekân verecek kadar gözünde büyütür. Zıddında ise mekânı yerin dibidir. Gözünde büyüttüğüne herhangi bir eksiklik ve hatayı yakıştırmaz, çünkü o haliyle ona muhabbet edemeyecektir. Ederse “küçüleceğini” düşünür. Bu küçülme sahip çıktığı kişinin değerlerini, fikirlerini de zayıflatmak anlamı taşıyacağından bundan kaçınılır. Böyle bir düşünüş ve tavır farkında olmaksızın kişiyi suni bir Tanrı edinme misyonuna götürür.
Atatürk elbette Tanrı değildir. Akl-ı selim sahibi her Atatürkçü, Mustafa Kemal’in Tanrı olmadığını, onun özellikleriyle bağdaşır yanlarının bulunmadığını; kimi zaman ağladığını, âşık olduğunu, yalnızlaşabildiğini, her fiilinin iradesiyle sınırlı kaldığını..vs bilir, bilir ama bu beşeri zaaflara sahip olduğu, onun fikirlerine zıt bir kimlikle vurgulanarak ifade edilirse otomatikman karşı cephede yeriniz ayrılır. Bir de bu duruma yasa ile “korunmuş” olma ayrıcalığı ilave edilirse gürültünün çıkması için bir tek hece yeterlidir, fazlasına hacet yoktur.
İki tarafı da dengelemek adına; aynı vakıanın “karşı cephe” olarak namlandırılan güruh için de söz konusu olduğu tecrübe ile sabittir. İlmi kriterlere dayanmaksızın kişi ve olayların “keyfince” değerlendirme yoluna gidilmesi Osmanlı ile alâkalı her şeyi de bu çerçeveye dâhil eder. Özetle şöyle de denilebilir; kimlikler aşağı görüldüğü zaman kimliğe bağlılık refleksif olarak birden kendini gösterir.
2- Osmanlı Devleti’ni dışlayarak Atatürk’ü savunma çabası vardır.
Şu seçeneğin ardına “Atatürk’ü dışlayarak Osmanlı Devleti’ni savunma çabası vardır” ilavesini yaparsak milli hastalığımızın teşhisine iki uçtan vurgu yapmış oluruz. Nasıl ki Atatürk ve fikirleri savunulurken, devlet siyaseti gereği Osmanlı her şeyi ile yerin dibine batırılmaya çalışıldıysa, aynı üslup muhafazakâr olarak bilinen kesimce de eyleme dönüştürüldü. Bir tarafın işlediği hata ve günah göze batarken, günahsızlık diğerlerine mal edildi. Yani “bir şeyin varlığının ispatı diğerinin yok edilmesiyle mümkündür.” kaidesince hareket edildi. Başka bir deyişle Tarih, keyfe hizmet eden bir arenaya dönüştürüldü. Oysa bir medeniyet ve toplumsal hafıza ne kadar “törpüle(n)me” gayretine girişilse de tamamen yok edilemez. Sadece ve sadece kafası allak bullak edilmiş nevzuhur bireyler üretilir ki; o bireyler de bal bal demekle ağzın tatlanacağını sanır.Tüm bu olan biteni İbn Haldun’un “dayanışma ruhu” olarak tarif ettiği “asabiye” üst başlığında toplarsak; dozunu kaçırmamak şartıyla yine İbn Haldun’un deyimiyle “mülkün ve hâkimiyetin şartları” arasında sayabiliriz. Aksi durumda yani objektif ve samimi değerlendirme yapılmadığında, tarafı tutulan şahıs ve zümreye çuvaldız batırılmayacaktır. Haliyle bu da; ya yasa ile “korunmuş “olanı cebren vicdana yerleştirme operasyonuna ya da “medeniyete sahip çıkıyor” görüntüsü altında muhtemel olumsuzlukları görmezden gelip, şartlanma ile “temize çıkarma” çaba ve uğraşısına sevk edecektir.Bilmek ve mensubiyet duyduğunu hata, eksik ve günahıyla kabullenmek gayreti göstermek isteyene kaynak ve yol sınırsızken, lafı uzatmadan bizim sözü bağlayacağımız yer İmam Gazali’nin (rahmetullahi aleyh) şu enfes tespitidir.”Mezardakilerin pişman olduğu şeyler yüzünden dünyadakiler birbirlerini kırıp geçiriyor.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.