Mektup

Masanın üzerinde gazeteler, kağıtlar yayılmıştı. Kalemler bir yana saçılmıştı. Öylesine masanın üzerindekileri topladı. Özensiz bir düzenle yerleştirdi. Eline bir kağıt aldı. Hemen bir kağıt kaptı. Yüreği daralıyor, sonra kabarıyordu. Sanki kabına sığamıyordu. Yerinden çıkacak gibi oluyordu. İçindekileri anlatabilmeyi isterdi. Anlatabilmek için kağıda bir şeyler karalamalıydı. Kalemi onun dilinden anlamalıydı. Yüreğindekiler söz olup kağıda işlemeliydi. Sevdasını afiş etmeyi becerememişti. Bir iki satır şuraya yazmalıydı.
 
 Yüreğinin dili  çözülmek zorundaydı. Güzel gözlü sevdalı hislerini bilmeliydi. Ne olurdu sanki, gözlerine bakabilseydi! Son eşyalarını toplayıp giderken, son kez ona göz ucuyla bakmıştı. Sonra ağladığını  görmüştü. Sevdalısına kıyamamıştı. Boynuna atılıp sarılmıştı. Karşılıklı oturmuşlardı. Bakışlarından onun da sevdiğini anlamıştı.
 
 Sevda yoluna çıkmak için bir kelime etsin istemişti. O gece gidecekti. Buralardan çok uzaklara yerleşecekti. “Gitme” diyememişti. “Sensiz buralarda duramam, yaşayamam ölür giderim” diyememişti. “Oysa benim can suyumsun, sensiz kururum” diyememişti.
 
 Kalem kağıda bakıyordu. kağıt ise onu bekliyordu. Kalemi kağıda dokundurdu. Üzerine yüreğinden taşanları yapıştırmaya başladı.
 
 “Merhaba sevgili” diye başlıyordu. “Merhaba sevgili. Sevgimi hiç sunamadığım sevdiğim. Hayatın varlığı adında başlamış. Yalnızca gözlerinin içinde var olduğunu bildiğim. Sana hiç sevgilim diyemedim. Kahretsin! Belki tahmin etiğin kadar cesur değilim. Sevgimi kabul etmeme ihtimalin var bilirim. Bir de… Bir de belki alay edeceksin. Senin adının geçtiği sokakları yolun bilmişim. Adının geçtiği kitapları bir bir ezberlemişim. Sana şiirler biriknişim defterimin arasında. Ben anlatmışım yüreğim dinlemiş. İmkansız sevdama ağıtlar yakılmış. Gitmek ayrılmak değildir be sevgili. Gitmek yitirmektir. Yanı aşında akıp giden bir hayat vardır. İçinde aynı yöne, ayrı yerde dönüp duran muradım var. Dur diyen yok. Nasıl denir ki! Yüreğimin tellerinde şarkın söylenir. İçinde bir gramlık aşkın var. Dilden dile söylense ne çıkar! Ben yana yana olmuşum divane. Ateşin etrafında dönen pervaneyim ellerinde. Sen dokundukça canım daha çok yanar ama nafile. Serseri kalbime söz geçer mi? Hangi yiğit engel olacakmış seni sevmeme? Söyle yarim, başkasının olsan, en yakınımın canında olsan da, yüreğim anlar mı? Hiçliğin arasında ufacık bir nokta kalmış ,onada adını yazmışım. Uzağımda olsan kaç yazar ela gözlüm. Bir selam yollarım İnceburun’dan. Gelir yapışır Çeşme açıklarına.
Aşkımı bilseydin de hesap sorsaydın ya… Neyse bir nefeslik canım kalmış sevdanda. Serde olan şu erkeklik var ya, kanıma dokuyor. Beni sessiz kalmaya itişi içimi acıtıyor. Bunların hiç birini bilmiyordum. Sen gidene dek hiç birini fark etmemişim derken kalem durdu. Sefa’nın gözlerinden süzülenler vardı. Bir çırpıda elinin tersiyle geriye itti. Şimdi sırası değildi. Sayfaya bir tek damlası bile düşmemeliydi. Kaybedilmiş sevgilisi onu zayıf sanmamalıydı.
 Kalem yazmaya devam etti.
 “Senden sakladığım ne çok şey varmış. Meğer seni sakınmışım. Kendimi özel hisediğişimden değil uzak kalışım. Sana bir şey olmasın diye sessiz kalışım. Oysa sessizlik ble neler anlatır. Sen anlamadın ya ben ona yanıyorum. Gözlerime benim sana baktığın gibi bakamadın. Bir kez baksaydın ya! Şu kırılmalar dökülmeler olmadan göz ucuyla olsa da baksaydın ya! O zaman her şey başka olurdu. “Şimdi olamaz mı?” diyeceksin. Olamaz karanfil kokulum. Bir enkazın üstüne yeni bina yapılamaz. Şimdi öyleyse bunları neden yazıyorsun diyeceksin. İçimde akan ırmakları durduramıyorum. Yüreğim kanıyor. Kalemin kalmış masamda. Ucunda son sözlerin var. Bardağın kalmış mutfakta. İçinde en son içilen kahveden kalma bir koku var. Aynanın ucuna sıkıştırdığın resmin kalmış. Aklıma takılıp duran gülüşün var. “Sen” diyorum, başka bir şey de bilmiyorum. Zihnime çizmişim seni, bir sözünle yıkılacak tüm hayaller. Biliyorum “Gel.” desem, gelemzsin. Sanki ben sana gel diyebilirm. Belki… Belki gelirdin. Senin içinde olduğun ihtimaller beni çıldırtıyor. Toplasan derya oluyor. Ben içinde boğuluyorum. Ben ki, ölüme beş kala son isteğini söyleyen bir zavallı. Tut ki, isteğim sen olmuşsun. Seni çağırmış dillerim. Beş dakika göreyim, ellerim ellerinde olsun. Üç saniye göğsümde yatayım. Yatayım da kalkayım. Sonra Azrail kolumdan tutup götürsün. Ölüm mü ağır gelecekmiş? Kocaman iç çekişlerim oluyorsun. Yumak yumak önüme diziliyor. Şimdi bir uçururm kenarındayım. Kendini attığın çukurdan nasıl çıkılır? Ela gözlerini görmeden karanlıktan çıkmanın ne anlamı var!
Sanki şimdi farklı mı? Her yer karanlık. Senin olmadığın her yer meğer kara zindanmış. Bilmiyordum!.. Yokluğunu tadana dek sevginin kıymetini anlayamamışım. Ne dersen de sevgilim. İster geç kalındı, istersen aptallık de. Şunu bil sen yinede. Ben seni her şeyden çok sevdim. Sevdamdan dahi çok sevdim. Sana dokunmasınlar diye kenara ittim. Bilselerdi, ağabeyine hainlik etmiş olacaktım. Söylesene sevgilim, sevmenin ihaneti olur mu? Heleki böylesine sevmenin. Sen yoksun diye başlayan cümlelerden nefret ettim. Beni ben yapan senle dolu kelimeleri ihraç ettim. Olmadı be yarim. Lanet olsun olmadı işte! Hadi ağabeyin gelsin yüreğimden sevgini silsin. Çocukluk arkadaşım gelsin de seni içimden söküp gitsin. Ömrümün yarısını da koparıp kendisiyle götürsün. Mümkün mü? Söylesene… Hangi tıp bülteni, hangi hukuk bildirisi seni bana yasaklayabilir?..”
 Selen giderken “Bu bir veda değil” demişti. Kısa zamanlı bir ayrılıktı. En azından Selen öyle söylüyordu ama Sefa geri dönemeyeceğini biliyordu. Bir kere gitmeye karar vermişti. Gidecekti. Önce biraz üzülecekti. Sonra ayrılığı kabul edecekti. Alışmaya başlayacaktı. Gidiş alışkanlığı olacaktı. Biliyordu, bu gidişin sonu olmayacaktı…
 
 Masaya bir yumruk attı. Kalem yerinden fırlayıp düştü. Ortadan ikiye ayrıldı. “Yanımda kalan tek dostumu da kırdım” dedi sitem ederek. Bir yenisini alarak yazmaya devam etti.
“Duvarlar yüzüme bakıp alay ediyor. Koltuğun benimle konuşmuyor. Sen gittin diye hepsi suskun. Gidişine alışamadan özlemini öğrenmeye başladım. Sevgilim sensizliğini öğrenmek zor imiş. Dedim ya, sana hiç sevdiğimi söyleyemedim. Şöyle gönül dolusu  aşkımı ilan edemedim. Sen arkadaşımdın. Sen arkadaşımın aşkıydın. Ben sana uzaktım. Sen bana yasaktın. Seni seviyordum. Sen aşkımı bilmiyordun. Giderken “Gitne!” diyemedim ya sana. “Ne olursun kal!” diyemedim ya, aklıma tüküreyim. Sen benden destek bekliyordun. Kırılmış kalbini dinlememi istiyordun. Bense o kalbin benim için atışını düşlüyordum. Nasıl bir çelişki bu ya rabbim? Sevdiğinin başkası için üzüldüğünü bilmek, yaraları sarmak istemek, kırılanları tamir etmek nasıl bir yaradılıştır? Sevmenin böylesini annesine babasına satayım!
 Bu  sama ilk ve son mektubum. Okuduğunda ise ben burada olmayacağım. Uzak diyarlara çoktan göçmüş olacağım. Hani olur ya, cevap yazmak istersin. Hani olur ya, sende beni seversin… Bir güvercin uçur semaya .O vakit bilirim ki, bu sensin. Bir bulut olur yağarım üzerine. Şimdi gidiyorum sevgili. Sağlıcakla kal…” dedi ve sustu kalem. Köşesine çekildi. Kağıt ağır yüküyle zarfa yerleşti. Sefa zarfın üzerine “Sevgiliye” diye bir not yazdı. Sonra öylece masanın üzerine bıraktı.
 
 Yüreği tamamıyla boşalmıştı .İçindekileri anlatmakla rahatlamıştı. Sonunda onu birisi dinlemişti. Belki hak vermişti. Kim bilir, belki kızmıştı. Yüreğindeki ağır yükü atmıştı. Ferahlamıştı. Mutlu olacağını sanmıştı ama daha da hüzünlenmişti. Son mektubunda sevdasını uğurlamıştı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Elif Öztürk Arşivi