BEN BİR KBY'YİM

 

Umut etmek ile, umutsuzluk yumağının içinde nefes almaya gidip gelen bir hikayedir benim size anlatacağım. Bir yaşam hikayesinden çok, yerleşmiş bir duygu emsalidir.

Çocukken, büyümeye dair hayallerimiz vardır. Büyüklerimiz tarafından, olabilmek fikri yerleştirilir beynimize. Çocuğa “Büyüyünce ne olmayı istiyorsun?” diye sorurlar.  llaki bir cevap beklenir. “Şu olmak istiyorum.” yada “Bu olmak istiyorum.” denmelidir. Eğer cevabı yoksa çocuğun hemen bir tane önerilir.

 Her ebeveynin çocuklarına dair hayalleri vardır. İçlerinde sakladıkları hayaller! Yarım kalmış heveslerin körüklediği hayalleri çocukların tamamlaması için beslenen umutları vardır. En tabi  haklıdır. Hayal kurma lüksü, ufacık bedenlere verilen beklentisiz emeğin meyvasıdır.

Bazen işler istenildiği gibi gitmeyebilir. Her mahallenin kendisine ait bir çocuk parkı vardır. Her zaman sevinçli çocuk sesleri olmayabilir. Kimi zaman rüzgarın önüne katıp getirdiği hüzün parçalarıdır. Dokunduğu yere bulaşırlar. Bulaştığı her teni, kendi esaretine almaya inadına çabalayan hüzün parçaları!..

Bir gün kapınız çalınır. Fırçanız renk cümbüşüyle ışıl ışıl donatılmamış olsa da griliğin zerresi bulunmayan kırık dökük yaşamın yorgunluğunu üstünüze giymişsinizdir. Sıradan bir günün getireceklerini umursamadan kapıyı açarsınız.

Bir yabancı aniden içeriye girer. İzinsiz kuralsız! Bu savruk bir yabancıydı ve çok yeniydi. Sorgulanmayı sevmez, hiçbir zaman sualleri kabul etmezdi. Fütursuzca “Ben geldim!” demişti. Ona göre, bu yeterliydi. Başka bir şey söylemek ise çok gereksizdi.

Akıl yanına mantığı katmış, olan biteni anlamaya çalışıyor, yorulan zihinde yeni geleni yerli yerine oturtmaya uğraşıyordu.

 
Yürek, akıl kadar sakin kalamamıştı. Yerle bir duyguların esaretinde düşünceler birbirine karıştı. İyi ile kötü, güzel ile çirkin arasındaki farkı göremeyecek kadar her şey karmaşıktı. Kırılganlığın elleriyle gözleri bağlanmış, her şey çirkin ve kötü görünmektedi.

Yeni gelen yabancı akıl ile yürek arasında kılıçların çekilmesine neden olmuştu. Artık bu kaçınılmazdı. Zaten yol açtığı kaosu engellemeye niyeti de yoktu! Ertelenmeyi beklememiş, kabul edilmeyi dilenmemişti. Hep yaptığı gibi çat kapı gelip, hayatınızın ortasına yerleşmiştir!..

Şaşkınlığın elleriyle örülmüş reddediş yolunu çoktan tutmuşsunuzdur. Henüz yolun başındasınızdır. Bu yolda yabancının getirdikleri vardır. Her dönülen kavşağın yeni kavramları getireceğini henüz bilmemektesinizdir. Kronik teriminin anlamını öğrenmemiş, diyaliz tedavisini daha önce hiç duymamışsınızdır. Yabancının elleriyle sunduğu böbrek yetmezliğine yabancı, getireceklerinden henüz habersizsiniz. Yürüdüğünüz yola KBY adı verilmiştir.

 
Yabancıyı tanımak kolay, ona alışmaksa bir o kadar güçtü. Veda etmeden gidenlerin arkasından yas tutarken, gerçekleşen değişim rüzgarının getirdiklerine ayak uydurmak oldukça zor olacaktı. Hani bunu isteyen de yoktu zaten. Uyum sürecini uzun tutmak birazda kendi isteğimizdi. Kalbin gidenlere daha az özlem duymayı istemesinden gelen istek!..

Zamanda yaşamın hükmü  bitmişti. Hakkı olanda söz söyleme yetisi elinden alınmıştı. Yaşam, zaman içinde yol aldığı rotasını bile bilmemekteydi. Kendisini doktorların ellerine bırakmış, onlar ne derse ona göre iz sürmeye boyun eğmişti. Yaşam çaresizdi. Kadere söz geçiremediğine mi, yaralı yüreğin henüz çok körpe oluşuna mı yansın? Bilememekteydi.

Küçücük yüreğe “Sen KBY’sin.” denmişti. “Eskisi gibi koşup top oynayamazsın, vücudunu yormamalısın!” diye ikaz edilmişti.

 
Tanışılan yabancı bir hediye daha sunmuştu. Yaşamın elemanlarına eski ve yeni diye sıfatlarını armağan etmişti. Yavaştan daha yavaş, usulca, sessizce yapılan hamlelerle bir devrimin tohumları serpiştirilmeye başlanmıstı. Hani bir söz vardır; “Her yeni gelenin getirdiklerine kandan geçilir” diye. Bu geçişte hiç kansız olmayacaktı. Eski’nin ardından önceler sonralar gelicekti. Filmin acı dolu hüzünlü bir karesinde tanışılan yeni gelen yabancı, artık yabancımız değilidi! “Benden önce ve benden sonra!” diyebilecek kadar bizdendi.

 “Yaşam eski bildikleri yönünde geleceğe akamaz!” demişti doktorlar. Oysa hayat yoluna yeni çıkılmıştı. Gidilecek ne çok ihtişamlı cadde, ne çok zor çıkılan patika vardı. Artık hepsi yasak bahçeler arasında gizlenecek, buna zorunlu mu kalacaktı?

Hüsranla ayaklarının altından kayıp giden geleceğine bakmaktasın. Akıp giden Kronik Böbrek Yetmezliği yönünü dağlara çevirmiş, çıkılması zorlu çakıl taşlarıyla dolu patikaların habercisiydi.

Aniden geldiği gibi ansızın çekip gitmesini istemişsinizdir. Kaybolan umutlarınızla sonu görünmeyen tedavilerle bir  yumak halini alırsınız. Bir soru beyninizde şimşek gibi çakar. Şimdi ne olacak?..

Yabancı dediğini yapmıştı. Geçici olmadığını çok iyi anlatmıştı. Evler kurmaya başlamıştı. Yaşamı kendi kurallarına göre uyarlamaya başlamıştı. Bunu yaparken cüretsizce hoşgörü beklemiş, bulamadığında ise yaşama karşı daha hırçınlaşmıştı. Durmak bilmeden hayatı tek elinde tutma amacındaydı. Başarıyı kazanması düşünüldüğü kadar uzak değildi.

Şimdi anımsayınca gülüyorum, o zaman kırgın oluşuma... Sıradan bir ses tonuyla “Böbreklerin seni yarı yolda bıraktı.” diyen beyaz önlüklü gencecik bir doktor, “Kolunda bir ameliyat yapılması gerekiyor. Hangi kolun ile yazı yazıyorsun?” diye sormuştu. Şaşkınlığımdan payını almış bir ifadeyle “Benim böbreklerim yorgun! Artık çalışmayı istemiyor. Geride kalanların bir önemi var mı?” diye yanıtlamıştım.

Böbreklerim bana ihanet etmişlerdi. Hani vazgeçtiler ya çalışmaktan! Bu oyunda, sessiz sedasız çekildiler ya sahneden! Hani  ben hiç bilmeden atar damarlarımı kestiler ya! Bana hiç bildirmeden! İşte bu yüzden, tüm dünya haksızdı! Yüreğin gözlerinde haklılığını kaybetmişlerdi. İşte bu yüzden bir o kadar herkesten ve her şeyden hesap sorulmalıydı! Yaşamın kendisine, çaresizliğinin nedeni sorulmalıydı. Bu yüzden her şey ve herkes sonuna kadar suçlanmalıydı!

 
En derinlerinde gezinse de sorular, cevabı olmayanlarla  gün ve gün artacaklardı. Neden’ler ayaklanacaktı. “Neden ben?” liderliğinde yaşamın ipliği pazara çıkarılacaktı. Kendisi kadar mevcudiyetlerinide sorgulayacaktı. İşlenilmiş suçun ortaklıklarını zapta geçirecektiniz. İki iğne ucunda yaşamın kendisine elden teslim edilecekti! Öyle ya, hayatının ilk baharında kalbin tam ortasında bir hançer vardı. Açılan bu yarada yapılan tahkik sonucunda yaranın iyileşmeyeceği gözlenmişti.
 
Yola çıkmayı istemeden yolcu kabul edildiğimiz bu yolculukta çıkmaz sokakta buldunuz kendinizi. Yine aynı soru çınlar kulaklarınızda. “Peki şimdi ne olacak?” Yarıda kalmış yaşamın neresinden tutabilirdin?.. Bulunduğun sokak çıkmaz da olsa, hala içinde binalar bulunmaktaydı. Hala yanmakta olan lambaları vardı. Kendini dahi aydınlatmaya zorlanan sokak lambaları! Karanlığın gölgeleri arasında yol bulmaya yardımcı olan tek arkadaş!..

Kendinden vazgeçmiş halde bir sokak sakini görünür uzaklarda. Elleriyle uzattığı saydam yansımalar parmaklarının arasında dağılıp duran bir ışık süzmesi, tek verebileceği hediye olmuştu. Belli belirsiz aydınlığına muhtaç olan bir sokak sakini karşındaydı şimdi!  Umarsızca  ve umutsuzca soruyor. “Şimdi ne olacak?”

Kırgınlığını her daim yüzüme vuran yarıda kalmışlık ve içinde nefes alan bir dün vardı bir elimde. Nerede biteceği belli olmayan izi, gölgesi bulunmayan yarınlar var olmaktaydı öteki elimde…

Bir hemşire karşımda duruyordu. Elinde iki iğne ile beklerken, “Hadi bakalım! Seni diyalize alıp tedavine başlayalım” diyen kırık dökük kelimeler dudaklarından dökülmekteydi.

Yaşananların altında kalmış bir ben belirmekteydi. Madalyonun diğer yüzünde, yaşamın kendisiyle savaştığım bir zamanı olmalıydı içinde bulunduğum. Bu fikir geçerken içimden  tam o sırada hayatın zincirleri koptu! Etrafıma dağılıp saçıldığını hatırlıyorum şimdi…

Parçalanmış eski bir masal gibi kalmasını istiyordum. Yalnızca başkalarının kulelerinin yıkıldığını düşünmek istiyorum. Bize bir şey olmaz değil mi?

Bir soru beynime ok gibi saplanmakta. “Neden ben ya Rabbim?..” Dinlenmeden bir diğerini çağırmaktaydı. “Neden bu rahatsızlığı bana verdin? Ben ne yaptım ki sana? Yoksa kızdın mı bana? Ben seni kızdıracak kadar büyümedim ki!”

“Şimdi ders zili çalmıştır” diye aklımdan geçiriyordum. “Herkes sınıftadır. Türkçe dersinde hangi konuyu bitirmişlerdir acaba?” diye soruyorum kendime. İçimi çekerek hayıflanıyorum. Bir de aklıma takılan turnuva vardı. Bitti mi acaba? Kupayı okula getirmişlerdir.

Ne çok şey kaçırdığımı anımsıyorum birden. “Kalem tutan ellerimde  iğne izi var şimdi.” diyorum yatarken tedavi yatağında. Düşünceler zihnimde gezinmeye başlıyor. Sanki hiç dinmeyecekler gibi kovalıyorlar birbirlerini.

Aylar ardı sıra geçip gidiyor. Canım acıdıkça ben büyüyordum. Acıyla bilendikçe reddediş devam ediyordu. İnadına kabul etmeme hırsı süre geliyordu. Oysa ben Kronik Böbrek Yetmezliği rahatsızlığı olan birisiydim. Yaşamla ayakta kalma kavgasını sürdürebilmek için kabul etmeyi öğrenmeliydim. Sözcükleri dizmek kadar kolay olmuyordu yapmak etmek kısmı.

Tanıdık yabancı ile aynı ipte kalmanın yolu var mıydı? Öyle ya, iki cambaz bir ipte duramaz!..

Kuralı belli olmayan bu oyunda oyuncuların belirsiz oluşu umudumu yerle bir ediyordu. Alaca karanlıkta göz gözü görmez olur. Tek beliren grilikler arasında kaybolmuş gölgelerdi. Şimdi şafak vakti! Her alacakaranlık sonrası doğan güneşi, şafak vakti getirecekti. Tek tek dillendiriyorum zihnimdeki tümcelerimi. Yüreğin ağır inançsızlığı altında aklımı inandırmaya çalışıyordu. Umut etmekle umutsuzluk arasında gidip geliyordu. Şizofrenik bir aşık gibi olmayanı var olanla can buldurmakta takılı kalmıştı. Yolunu kaybeden bir Polyana gibi yarınların güzellikleri getireceğine kendimi şartlıyordum.

Şanssızların şanslısı olarak yaşamın güzel bir yanı olduğunu umut ediyordum. Yeniden öğrenmeye başlıyordum. Bir gece yarısı kapım çalıınyor. Yeni bir yabancı geliyor evime, elinde bir zarfla. Sevinç çığlıkları atılıyor. Belirsizliğin hükmünü sona erdiren cevap geliyordu.  “Yeni bir organ geldi sana armağan edilen!” deniliyor. Apar topar operasyon başlıyor. Umudun elleriyle mutluluğun eteklerinde sonsuzluğa bir kapı açılıyordu. Zorlu yolculuk kısmen de olsa  sona eriyor. Yola çıkmadan yolcu kabul edilmiştik yine, yepyeni bir yolculukta. Umut tanelerinin etrafında yaşam yeniden yapılanmaya başlıyordu. Heyecanın etkisinde coşkuyla yola devam ediyorsun. Göğsünün tam ortasında bir kurt can buluyor. İçini kırt kırt kemiren kurtla savaşmayı öğreniyorsun. Belirsizliğin beslediği gizemle kuşatılmış yarınlarını iştahla geleceğe yürümeye davet ediyorsun.

Bir var olabilme savaşıdır satırlarımda anlattığım sizlere. Bu savaşta kazanmakta var, kaybetmekte! Kazanmakta  kaybetmekte yarınlara duyulan umut, güven ve gerçeklik duygusu ile ilgili. Bu savaşta  kimi zaman  kazanan, kimi zaman ise kaybedensindir. İbreyi kazanan kısmında ne kadar çok tutabilirsen, bu savaşta  en çok ayakta kalabilenlerden birisi sensin demektir. Her şeye rağmen ayakta kalmayı başarabiliyorsan hayatı layığı ile yaşıyorsun demektir. Ben bir KBY’im. Yaşamın zorluğu içinde eksik doğumlardan yalnızca bir tanesiyim. Kabul etme ve reddetme arasında gidip gelen birisiyim. Reddetmeyi bile kabullenmesini bilenlerdenim. Zor sınavları  içinde barındıran hayat okulunda bir öğrenciyim.

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Elif Öztürk Arşivi