DENİZ

O gün ceza evi sakinleri için sıradan bir gündü. Kadınlar bölümünün yedi numaralı koğuşunda derin bir sessizlik hakimdi. Koğuşta yirmi kişi vardı. Ayrı dünyalardan gelen aynı hüzün dört duvar arasında paylaşılmaktaydı. Yatakların içine acının süslediği çarşaflar serilip üzerine umutla beslenmiş yorganları örtmüşlerdi. Uykunun küstüğü, tüm çağrılışlara gelmediği gecelere sadece ay ve yıldızlar şahit olmuştu.
 Güneş yeni doğuyordu. Bu gün de hep yaptığı gibi, ışığıyla mahkûmları yaşamın güzelliğine davet edecekti. Günün bir öncesinden farkı olmayan takvim sayfalarından birisi daha yırtılıp atılacaktı. Koğuştan yavaş yavaş sesler gelmeye başlamış, güneşin sesini ilk Emine teyze duymuştu.
 Emine teyze sözü dinlenen, saygıda kusur edilmeyen, herkes tarafından çok sevilen birisiydi. Hep olduğu gibi en erken o kalkmış, hemen ocağa çay suyunu koymuştu. Hanımlar uyanın! Öğlen oldu dışarıda.
 Yataktan yatağa geçiyor koğuş arkadaşlarını uyandırmaya çalışıyordu. Kopan gürültünün etkisinden kimileri yatağından kalkıp banyonun yolunu tutmuş, kimileri ise Emine teyzeye aldırmadan yatağın içinde oyalanıyordu.
 Kalkmayana bugün kahvaltı yok kızlar!
 Emine teyzenin tehdit edici ikazından sonra uyuyan kinse kalmamış, herkes kalkmıştı. Sabahları erken kalkmak zorunluluk olmuştu. Emine teyzeye göre bu mecburiyetlik, dışarıdaki hayata özlem duymamak içindi.
 Herkes sırayla banyoya gitmiş, bir anda kargaşa çıkmıştı. Birbirini hiç sevmeyen, daha öncesinde defalarca tartışan, kavga eden Halime ile Esen karşı karşıya geldiler. El yıkama sabunu için münakaşa etmeye başlanmıştı. Olaya kimse karışmak istememiş, öylece seyretmişlerdi. Günlük haytaın bir parçası olmuştu. Mutlaka her sabah farklı bir nedenden dolayı aynı sahne yaşanırdı. Kimin takâti kalmaz ise yerde kalır, güçlü olan kazanmış olurdu. Kendilerince bir kural haine gelmişti. Kimin neden ve ne zaman koyduğu belirsiz olan bir kuraldı!..
 İşi biten banyodan çıkıp mutfağa gitmiş, orada bir tek Deniz kalmıştı. Tek başına öylece duruyordu. Geleli henüz bir kaç gün olmuş, her gün hiç alışık olmadığı yeni bir olaya tanık oluyordu. Bu sefer ki ona ağır gelmişti. Esen elindeki jilet ile Halime’nin boğazına yapıştığında, Deniz donup kalmıştı.  Aynada kireç gibi olmuş yüzünü görünce sıçradı. Sonra kendine iyice baktı. Gözlerinin altı çökmüş, onu gören kimse on yedi yaşında olduğunu söylemezdi. Eskisi gibi gözleri ışıl ışıl değil, renksiz cansız bir şey haline gelmişti. Oysa önceden böyle miydi? İçini çekti. Derin bir nefes aldı. Kötü de olsa, her Allah’ın günü kıyamet de kopsa evini özlemişti. Onu babası anlamıyor, annesi babasına anlatamıyor, hırsını kızından çıkartıyor diye evini terk etmişti.
 Küçücük yaşında bir adam sevmişti. Dibine kadar belanın içinde olan birisini seçmişti. Sevgisinin gerçek olduğunu kimseye anlatamamıştı. Ne çok sevdiği ablası, ne de kıyamadığı annesi ona destek olmuştu. Anne ve babası bu mevzu yüzünden her gece tartışıyordu. Akşam yemeğini yer yemez odaya çıkılıyor, annesi “Çocuğu bir tanıyalım en azından, bir görelim.” diyor kocasını ikna etmeye çalışıyordu. Zaten birçok konu yüzünden gergin olan ilişkileri, kızları yüzünden dayanılmaz bir hâl almıştı. Haftalarca süren tartışmalı geçen gecelerin birinde Deniz, parasızlığın üstüne eklenen yasaklara daha fazla dayanamadı. Kimseye fark ettirmeden eşyalarını toplayıp sabaha karşı sevgilisiyle evden  ayrıldı. Ev halkı için o gecenin sabahı hiç gelmemişti. Deniz evden giderken ablası seslerini duymuş, arkasından koşmuştu.
 Deniz gitme! Ne olursun gitme! Hata yapıyorsun. Kuzum gitme!
 Feryat figan bağırıyor, kardeşinin duymasını umuyordu. Oysa onlar çoktan planlarını yapmış, belli bir yerde bekleyen arabaya binip gitmişlerdi. Duru dizlerini dövüyor, bağıra bağıra ağlıyordu. Kıymetlisi onu terk etmişti. Birbirlerine söz vermişler, “Ne olursa olsun beraber mücedele edeceğiz” diye yemin etmişlerdi. Duru, kendini ihanete uğramış gibi hissetmişti. Günlerce yemek y,yememiş, annesi babası daha fazla üzülmesin diye gerçek duygu ve düşüncelerini hiç dile vurmamıştı. Yüreğinde bir yangın yanıyordu. Bir taraftan kızgınlğının önderliğinde ateşi körüklüyordu. Gelecekte içinde kardeşinin olmayacağına dair bir yaşama bitmez tükenmez yemin ediyordu. Diğer taraftan kendisinin yapamadığı şeyi yaptığını düşünüyor, ateşe kovalarca su döküyordu. Kardeşinin gidişinde aynadaki aksini görmüş, o kadar cesareti olmadığı için kendine kızmıştı. Duru şimdiye dek annesini ve babasını üzmemek için bir çok istediğinden feragat etmişti. En çok da takdir göremeyişine içerlemişti. Tartışmaların arasında bir gece kardeşine, “Sen benim gibi olma.” demişti, kardeşine söylediği söz aklına geldiğinde “Ben sana çek git demedim ki!” diye hıçkıra hıçkıra ağlamıştı…
 Aynanın karşısında duran Deniz, olduğu yerden çok uzaklara gitmişti. Evinin odalarında geziyordu. İçinden “Şimdi ne yapıyordurlar?” diye geçirdi. ”Şimdi herkes masaya oturmuş, kahvaltı yapıyordurlar. Annem ablama yemiyor diye söylenmeye başlamıştır.  Babam “Dokunma istediği zaman yer” diye nazlı kızını korumuştur.”
 Düşüncelerinin arasında kendi kendine konuştuğunun farkında değildi. Emine teyze defalarca masaya çağırmış, sesine cevap gelmeyince merak edip bakmaya gelmişti.
 Kızım çok özlediysen haber ver, gelsinler. Daha çok küçüksün…
 
 Nereye kadar meydancılık yapacaksın. Birkaç haftaya kalmaz dayanamazsın. Birkaç günde eriyip gittin. Geldiğin de neydin ki, ne oldun? Bugün burada beşinci günün.
 
 Sana “Neden buradasın” diye sormuyorum. “Anlat” diye sıkboğaz etmiyorum. Biliyorum, dolandırıcılık suçundan buraya geldin. Bir şekilde bulaşmışsın. Anlat ailene yavrum!
Deniz, kadın konuşana kadar geldiğini fark etmemeişti. Önce irkildi sesini duyunca, sonra konuştuklarından utandı. Haber veremeyişini anlatamadı. Ailesinden ayrı olmayı seçmiş, farklı bir kimlikle orada yatıyor oluşunu sakladı.
 - Hayır kesinlikle söyleyemem Emine anne, anlatsam sanki çare bulabilecek misin? Bir kördüğümün içindeyim. Kendi ellerimle ördüm. Şimdi çıkamıyorum içinden.
 - Çare bulurum, belki de bulamam. Anlatmadan nerden bilelim değil mi? En azından içinde çağıldayan ırmaklarına akıp gitsin diye izin vermiş olursun yavrum. İçinde tutma kızım, dermensız derde tutulursun.
 Deniz, sevgiyle bakan gözleri daha fazla karşı koyamadı. Buzları erimeye başlamış, yüreğine sardığı zırhında bir delik açılıvermişti. Göz pınarları nemlenmiş, bir iki damla akmaya yeltenmişti. Biri akmayı başarmış, diğeri Deniz’in müdahalesi ile olduğu yerde kalmıştı. Elinin tersiyle hemen sildi. Ağlamak onun için zayıflığın ifadesiydi. Ayakta durmak için güçlü olmak gerekiyordu. Güçlüymüş gibi de davranıyordu. Oysa küçük bir kız gibi kendini oyundan atılmış gibi hissediyordu. Oyunun kurallarını ihlâl etmiş, oyundan atılmıştı. Cezalandırılmış, her şeyden ve herkesten uzakta bırakılmıştı. Islak yüzünü silerken Emine teyzeye sarıldı.
 - Hadi kızım! Bir şeler yiyelim, kendimize gelelim. Bugün biraz benim derdimi dinler misin?
 - Canım bir şey yemek istemiyor.sen yedikten sonra konuşuruz. Bugün bahçeye çıkmayalım o zaman.
 - Canım istemiyor da nedemek ceylan gözlüm. Kaç gündür hiçbir şey girmedi boğazına. Artık kızıyorum. Yeni geldi felan demem vallahi döverim.
 Emine teyze, gerçek adını ve gerçek yaşını kimsenin bilmediği kızı alıp mutfağa götürdü. Zorla bir diim ekmek, bir parça peynir, biraz da domates yedirmeyi başardı. Yesin diye bin bir yemin ettirdi.
 Kahvaltı sofrası toplanmış herkes dışarıya çıkmıştı. Emine teyze, Deniz’i çağırıp karşısındaki ranzaya oturtmuştu. Konuşmaya başladılar. Sohbet etmekten öte, Emine teyzenin konuşması, Deniz’in ise dinlemesinden ibaretti. Buraya nasıl geldiğinden, kocasını neden öldürdüğünden, kızını en son ne zaman gördüğünü hatırlamadığından, ona olan özleminden bahsetti. Deniz, sessizce kadının hikayesini dinlemiş, kızıyla ilgili olan kısma gelince ağlamaya başlamıştı. Birden içindeki buzullar çözünmüş, su olup akıvermişti. İncilerinin döküldüğünü kendiside fark etmemişti. Çaresizliğinin kucağında sessiz bir ağıt yakmıştı. Feryatlar figanlar yüreğinde ses buluyordu. Emine teyze konuşmaya devam ederken, Deniz’in içinden bir çığlık yükseldi:
 Ben böyle olsun istemedim!
 Çıkan sesin kendine ait olduğuna inanamamıştı. Emine teyze hiç bozuntuya vermeden konuşmasına devam etmişti:
 - Sen nasıl olsun istedin ki ceylan gözlüm?
 - Mutlu olmak istedim. Çok sevdim. Evlenmek istedim, karşı çıktılar.
 - Neden?
 - Nasıl söylesem bilmiyorum ki?
 - Anlat kızım, merek etme her şey bende kalır!
 - Benim adım Deniz! Henüz on yedi yaşındayım. Sahte kimlikle geldim. Aileme nasıl haber vereyim. Onlara sevdiğim uğruna evi terk ettim, oda yaşım küçük diye elime bir nüfus cüzdanı tutuşturdu. Adıma kredi kartları alıp bankaları dolandırdı. Bir gün kapıya sivil polisler gelip emniyete götürdüler. Artık ceza evindeyim. Suçlu oluşumu ispat etmeye çalışıyorlar. Haklı çıktınız. Uğursuzun birisini sevmişim. Şimdi yok yanımda, size sığındım diye nasıl anlatırım. Zaten anlatsam da beni dinlemezler. Artık geri kabul etmezler. Bana çok kızgınlardır. Haklılar!
 Deniz, yaşananları üstün körü anlatmaya başlamıştı. Onun için büyük bir adımdı. Beklenmeyen başlangıçı yaparken bir yandan da ağlıyordu.
 - Kızım kabul etmeyeceklerini nereden biliyorsun? Bir dene bakalım, bir telefon et! - Yok annem asla olmaz. Ben evden gittiğim için hatalıyım. Sevdiğim için haksızım. Sevgi sanıyormuşum, oysa ilk bulduğum dala tutunma sevdasıymış. annem ben voleybol oyuncusuydum. Öyle boş zamanlarımı doldurmak için oynamıyordum. Yetenekliydim. İyi bir takımda oynuyordum. Dördüncü senemde parmağım kırıldı. Sakatlanınca takımdan ayrılmak zorunda kaldım. Sonra benim için hayat bitti. Her şey kötü gitmeye başladı. Sınıf tekrarı yaptım. Annem ve babam kendi dertleriyle uğraşıyordular. Bitmez tükenmez sorunlarıyla boğuşuyordular. Benim halimi fark eden olmadı. Bir iki telkin ettiler. Bir tek ablam beni anlıyordu. Genelde, olayların karşısında sekin kalmaya çalışıyordu. Kimse üzülmesin kırılmasın diye doğru bildiğini söylemiyordu. Hatta kendi hayatından bile vazgeçmişti. Üniversiteyi kazanmasına rağmen babam göndermemişti. Çok karşı çıkmasına rağmen evde kalmayı seçmişti. Ben öyle olamadım. Evden çıktım ve şimdi buradayım. Lütfen her şey aramızda kalsın. Ben eve geri dönemem. Hangi yüzle gideyim.
 - Peki, tamam kızım. Bundan sonra ne sıkıntın olursa bana anlatabilirsin. Halletmeye çalışırım. Merak etme senin bu durumuna bir çözüm buluruz! Önce sen biraz kendine gel, toparlanbakalım. Zaten daha duruşma günün belli olmadı değimli?
 - Yirmi beş gün sonra…
 - İyi, çabuk gün vermişler.
 - Hilmi, uğruna ailemden geçtiğim adam bana avukat tutmamış. Dava günü ne yapacağım?
 - Sen merak etme bir hal çare buluruz. Sen önce bana bir söz ver bakalım!
 - Neye söz vereceğim?
 - Kendini üzmeyeceğin için ve adam gibi yemek yiyeceğine söz vereceksin!..
 - Söz veriyorum annem, elimden geleni yapacağım.
 Deniz sırtındaki kamburunu biraz olsun hafifletmişti. Omzundaki yükün tamamını üzerinden atamasa da, içi biraz rahatlamıştı. Söz verdiği gibi yemeğine daha fazla özen göstermeye başladı. Bundan sonra ne yapacağı konusunda daha az düşünüyordu. Aradan günler geçmiş, ilk geldiği güne göre baya toparlanmıştı. Herkesle konuşuyor, şakalar yapıyordu. Bir kavga olduğunda Emine teyze onu oradan uzaklaştırıyordu. Meydancılık yaparak maddi gelirini oluşturmuş, ihtiyaçlarını bu yolla karşılamaya çalışmıştı. Aradan aylar geçmiş. Üç duruşma yapılmıştı. Deniz devletin atadığı bir avukatın elinde çırpındıkça boğuluyordu. Her mahkeme günü onun için işkence oluyor, Hilmi’yi görmeye dayanamıyordu.
 Bir gün müdüriyete çağrılmıştı. Odaya girdiğinde sandalyede bir adam oturuyordu. Kendini tanıttı:
 - Hoş geldiniz. Ben Emine Hanımın avukatıyım. Sizinle görüşmem için beni yönlendirdi.
 - Haberim yoktu.
 - Biliyorum, benimle görüşmeden size bir şey söylemek istememiş. Az önce kendisiyle görüştüm. Durumunuzdan bahsetti. Deniz Hanım, ailenize haber vermek zorundasınız. Davayı çok iyi bilmiyorm ama anlatılana göre on beş yıldan aşağıya ceza almazsınız.
 Deniz artık çok yorulmuştu. Soba yakmaktan, soğukta bahçe temizlemekten bitkin düşmüştü. Son noktaya geldiğini anlamıştı. Avukatın teklifini kabul etti.
 - Bir mektup yazsam aileme götürü müsünüz? Eğer kabul etmezlerse onlardan kimliğimi ister misiniz?
 - Elbette. Size kalem kağıt vereyim. Bitirince haber verin alayım.
 Deniz kaleme kağıda sarılmıştı. Düşünmeden içinden ne geçiyorsa satırlara dökmüştü. Af dilemişti. Buradaki hayatın zorluğundan bahsetmiş, dört ay boyunca neler yaşadığından bahsetmişti. Bir yandan yazıyor, diğer taraftan ağlıyordu. Göz yaşlarıyla nemlenmiş kağıdı zarfa yerleştirip avukata teslim etti. Kalbi deli gibi çarpıyor, yerine sığmıyordu. Kafesinden çıkıp gitmek istiyordu. Elleriyle attığı oklarla yüreğini delik deşik etti. Bir pansuman yapıyor, bir nişan alıyordu. “Beni kabul etmeyecekler.” diyor, başka bir şey söylemiyordu.
 Avukatın gelişinin üzerinden iki gün geçmişti. Bir gardiyan Deniz’i çağırmış,  “Özel izinle ziyaretçin geldi.” demişti. Deniz, merak içinde gardiyanı takip etmiş, ziyaretçi odasına gitmişti. Gelenleri görünce gözlerine inanamamıştı. Karşısında annesi  ve babası duruyordu. Sevinsin mi üzülsün mü bilememişti.
 Gelmişsiniz… Sağ olun!.. Hoş geldiniz, ben gelmezsiniz sanıyordum…
 Anne ve babası kızlarının halini görünce çok üzülmüştü. Annesi dayanamadan Deniz’in sözünü kesti:
 - Haberini alınca geldik kızım. Baban bana “Bak kızın ne yollamış. Oku bakalım neredeymiş, ne yapıyormuş” deyip, elime mektubunu tutuşturdu. Okuyunca başımdan kaynar sular döküldü. Ben seni bunları yaşayasın diye mi dünyaya getirdim?
 - Anneciğim ağlama ne olursun. Üzülme ben iyiyim… Siz geldiniz ya ben artık çok iyiyim. Beni buradan kurtarın ne olursunuz...
 Babası, kızı geldiğinden beri hiç konuşmamış, öyle seyretmişti. Kızının yara bere içinde kalmış ellerini, altı çökmüş gözlerini, zayıflamış bedenini inceledi. Nemlenen gözlerinin arkasına söylemediklerini gizledi.
 Sen merak etme kızım! Ne gerekiyorsa yapacağız. Sen avukata bir vekâlet, birde davanın dosya numarasını ver. Tamam mı güzel kızım.
 Deniz, yanlarında yıkık dökük durmamak için çabalamıştı. Annesinin göz yaşlarını görünce tüm uğraşı nafile gelmiş, dik durmak için verdiği sözü yerle bir olmuştu. Süt dökmüş kedi gibi masum, yaralı bir ceylan gibi mağrur görünüyordu. Ruhunun maruz kaldığı tahribatı saklamaya çalışsa da, kavga esnasında gördüğü havada uçuşan çaydanlıklardan, ortalığa atılan bıçaklardan, nerden neyin geleceğini bilmemekten ötürü her şeyden korkar olmuştu. Kızlarının uğradığı erozyonu görünce, anne ve babası durumun ciddi olduğunu anlamışlardı. İçlerindeki kırgınlığı ve kızgınlığı bir yana itip, tüm şefkatleri ve sevgileriyle kızlarıyla ilgilenmeye başlamıştardı.
 Ziyaret saati bitmiş, kızı koğuşuna gitmişti. Görüşülen kısacık zaman içinde Deniz’in hayatında unutamayacağı bir anı yaşanmıştı. Her şeye rağmen gelmiş,  kızlarından vazgeçmemişlerdi.
 Ziyaretten sonra Deniz’in içi huzurla doldu. Birkaç gün sonra duruşması vardı, ilk defa korkmadan gidecekti. Babası mutlaka onu oradan kurtaracaktı. Ne yapacak, ne edecek kızını eve götürecekti!..

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Elif Öztürk Arşivi