Heybeniz Ne ile Dolu?

İnsan biriktirir, kazanımlarını- kaybettiklerini tek tek raflarına dizer. Bu anlamda bir depo, kiler ve nihayetinde arşiv’dir. Ardındakileri ve önündekileri seyri bırakıp bir an içine dönüp; “bakış açımı terazinin hangi kefesine yükledim?” diye sual etse,  benliğine açılacak pencereyi de aralamış olur.

***

Medeniyeti oluşturan temel unsur insan olduğuna göre kültürler arasında bir etkileşimin olamayacağını savunmak, hayalin en ucube varyantıdır. Fakat dünyanın bir noktadan doğduğuna -ki o da Batı diye kabul edilir-inanmak, hayat oradan ibaretmişçesine özden arındırıp tüketime endeksleyen boz bulanık izdivaçlar tutuşturur beynimize.

Bir kültür diğerini etkiler lakin biri diğerinin harcını kavrayamaz. Değerler çizelgesi yekdiğerine eşdeğer olamaz. Birinde “norm” denilen “ortak kurallar bütünü” varken diğerinde aslen yüreğe dayalı, oradan beslenen ve desteklenen birbirinden ayrışması zelzele etkisi yapacak değerler yumağı vardır. Siz buna ister gelenek-görenek, ister değer bilinci deyin fark etmez. Özü içinde saklı kaldıkça fiyakalı bir isme ihtiyaç yoktur. Nitekim emperyalizmin gürbüz çocuğu modernizm ve onunla bağlantılı her şey dağılmışlıklarımızı tamir ve telafi etmiyor, aksine fark ettirmeden tedavisi imkânsız hale getiriyor. Sahip olduklarımızı dikeylemesine kesip ne idüğü belirsiz bir keyfiyet koyuyor ortaya. Öyle ki, es geçip yontma işlevine dahi fırsat vermiyor. Sonuçta, bir anmalar müsameresi oynayıp duruyoruz kendi sahnelerimizde.

***

Sevgililer gününde St. Valentine’i, Anneler gününde Jarvis’i, Babalar gününde John Dowdy’i konuk etmezsek; annemiz, babamız, sevgilimiz- eşimiz eksik hissediyor kendilerini. Bu mümtaz!!! misafirlere karşı gardınızı almaya kalksanız, çağa inkılap edememekle yargılanmakla kalmaz bir de üstüne duygulardan bir cila çekilip hissiz” oluverirsiniz birden. Hani böyle düşünenlerin de pabucu dama atılmayacak gibi değil ama biz yine de atmayıp,  kardeşleşme kültürünü hatırlayalım.

Kardeşleşme kültürü, kendime yetki verip de Türkçe sözlüğe kattığım bir deyim değil. Fiiliyatı esnaf loncalarına kadar dayanan, bir yanıyla da Tasavvuf’tan beslenen ama her ne hikmetse günlere sığdırmakla yetinip,  yaşamımıza ortak edemediğimiz bir kültür, daha doğrusu onun izdüşümü. Bu izdüşüm, 28 Nisan- 4 Mayıs tarihleri arasına tekabül edip, reklâmı yeterince yapılmadığından pek fazla göze- kulağa değmiyor. Bu sebeple de gürültüsüz gelip geçiyor yaşamımızdan.

Enva-i günlerden gürültüsü daha az olsa da; ortada olan kocaman bir yüreği vardır. İnsan olduğumuzu ve her ne kadar şimdilerde oyuncu bulmakta zorlansak da insani değerleri arada bir sahneleyecek kıymetlerimiz olduğunu anımsatır.Üstelik bunu anne, baba, sevgili..vs diye ayırt edip (bunlara sahip olamayanları da düşünerek) eşitsizliğe meydan vermemek için “kardeş” deyip bütünler. Kan bağı değildir bu kardeşlikten murad, çizili sınırları tanımayan gönül bağıdır, vicdandır. Zira kardeş olunmadan, bu bilince sahiplik edilmeden ne anne, ne baba, ne dost, ne yâr ne millet ne de dindar olunur.

***

O halde;

“Toz halindeyiz, çamuruz, içtimai bir değerler manzumesi kurulamayacaksa istikbalimizin aydınlık olacağı iddia edilemez.” diyen Cemil Meriç güzelce derlemişken bu ahvali ve derdiyle dertlenecek, elinden tutulacak onca el varken kısa süreli etki gösteren yatıştırıcılara müptela olmak niye?

Yıktıklarını-yıkıntılarını “normlar” üzerinden ayakta tutmaya çalışan, âdab-ı muaşeret kuralları dahi sınıfsal bir nezaketin eseri olan Batı’nın, değerlerimizi hiçe indirip galebe çalmasını izlemeye gerek duymayacak kadar onurlu olmalı değil miyiz?

Ve…

Davet ettikleri tezgâhlarının başına gidip, “insana değer veriyoruz” yağını başımıza boca etmelerine göz yumup, lügatlerimizle oynatmaya gerek duyduran ne?

***

Hâsılı her ne kadar gün veya haftalara sıkıştırdığımız değerlerimiz varsa da en nihayetinde onlar ihraç malı olmayıp, bizimdir. Elin bize karşı dirilmesine mahal vereceğimize kendimizi bizden olanla yenilemek, diri tutmak bu yorgun yaşamın yükünü hafifletecektir. Hiç olmazsa kardeşliğin barındırdığı mana kabar(tıl)mış öfkelerin direncini azaltıp, tahammülsüzlük tarihi yazmamıza engel olacaktır.

Şimdi soralım kendimize, bakış açımızı hangi terazinin hangi kefesine yükleyip heybelerimizi doldurduk?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Huriye Karnap Arşivi