Haydi, Hep Beraber

Anlı şanlı onca gündem malzemesi içinde daha farklı bir kompozisyon tasarlarken, 10. yıl marşının sözlerinden yaptığı iktibaslarla mehtere nazire yapan pir-i fanilerden biri aklımı çeldi ve slogan hastalığına tutulanlara karşı anti patimi nüksettirdi. Bu kadarını “vebali boynuna” deyip atlatabilirdim de; Mustafa Kemal Paşa’nın Teşkilat-ı Mahsusa içinde Trablusgarp’ta aldığı vazifeyi, Ergenekon slaytlı beş yıldızlı apolet yapıp, üstüne de   “darbe gerekliliği”ni giydirince bizi de marş’a endeksledi.

Kendi diliyle serdettiği argo içerikli sürümü magazinci takımına bırakıp, mehterandan haz etmeyen bu pir-i faninin söylencesine göre; mehteranın sağlı sollu bir adım geriye, iki adım ileriye salınmalarına sebep; gözünün görebildiğine karşı güveni temin ettikten sonra arkalarını muhafaza etmek imiş.

***

Mehteran kültürünün sahipleri Viyana kapılarına dayandığı zaman, burada ne işleri olduğunu soran Avrupalılara “iade-i ziyaret yapıyoruz” diyecek kadar ön ve artlarını sağlama alabilmelerine rağmen, 10. yıl marşı eşliğinde sözüm ona “karanlığa güneş gibi doğan” 1938 sonrası kazip Atatürkçülerin derdi ne?

Bunun akabinde yukarıdaki ilm-i nakıslığı da bir kenara bırakarak pir-i faniye sorarlar: Ergenekon nire, Teşkilat-ı Mahsusa nire? Dahası Trablusgarp ne yana düşer, Susurluk… vs. ne yana? Gerçi, bu nire’lerin ve ne yana düşmelerin izahı, Trablusgarp’ın o zamanki halet-i intac veçhesini bilmeyene ve önüne gelene “out” çizgisini gösterene beyhude gelecektir lâkin, biz yine de işine gelmeyene gözünü kapatan bu feylesofların müfredatında olan 10. yıl marşını; hem “milli mahremlerin” ne derece iğdiş ve iğfal edildiğine atıf ile hem de “yerinde sayma” babında küçük rulolar halinde saralım ki zip’li dosyamız tam arşivlik olsun.

***

Ne diyor marşımızda;

“Çıktık açık alınla on yılda her savaştan;
On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan;
Başta bütün dünyanın saydığı başkumandan,
Demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan.”

Mustafa Kemal Paşa ve silah arkadaşları önderliğinde topyekûn İstiklal mücadelesi söz konusu edilince, esarete ram olmanın mağduriyet ve mazlumiyetinden alın açıklığı ile çıkıldığı şüphe götürmez. Ama 10 yılda 15 milyon genci yeni baştan yaratmak(!) bugün için de dillendirilen bir realite olarak kabul edildiğine göre; bu yaratılan(!) gençler; çok değil 30 yıl evvelinin milli ve kültürel eserlerinin dilinden anlayamayan, Eurovizyon’a kendi diliyle katılmaktan ar eden, kamu malı güzellerine ve paraya tapan, disco ve barların loş ve boş kültürüyle yetişen, gittikçe bencilleşen, Cumhuriyet’in ilan tarihini ve kuruluş aşamalarını dahi bilmeyen ama “işim rast getirilmez” endişesiyle Atatürkçü geçinen… vs nesil olsa gerek.

“Bir hızda kötülüğü, geriliği boğarız,
Karanlığın üstüne güneş gibi doğarız”.
Türk'üz, bütün başlardan üstün olan başlarız;
Tarihten önce vardık, tarihten sonra varız.”

İlk iki mısranın darbelerle hakkının verildiği aşikâr. Sanki anayasamızda hiçbir kıstas olmaksızın her ferde her türlü yoldan muktedir olma hakkı tanınmışçasına, karanlığın üzerine doğan güneşlerimiz çok oldu ama ne hikmetse hiçbiri bir mumun aydınlığını veremedi.

Son iki mısra ise, brakisefal kafa tipinin yüceliğini(!) ifade gayretinde olsa gerek ki, muhteşem kafatasımın çatlamasına sebep vermemek içünn… geçiyorum.

“Çizerek kanımızla öz yurdun haritasını,
Dindirdik memleketin yıllar süren yasını;
Bütünledik her yönden istiklâl kavgasını...
Bütün dünya öğrendi Türklüğü saymasını!”

Evvelini ve Misak-ı Milli sınırlarını ecdadımızın akıttığı kan ile çizip, resmileştirirken Türklüğü saydırdığımız su götürmez bir gerçek idi ama bugün kime nereyi parsellesek hesabı ile “en iyi kim say(t)ıyor” müsabakasını icra ediyoruz. Ne mutlu Türk’üm diyene!!!

“Örnektir milletlere açtığımız yeni iz;
İmtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitleyiz:
Uyduk görüşte bilgi, gidişte ülküye biz.
Tersine dönse dünya yolumuzdan dönmeyiz.”

“Sınıf” denilince; sırf ilkçağa ait  “kast sitemi “ hatıra gelmiyordur herhalde. Bu açıdan Red Kit’in köpeği Rintintin gibi “sınıf sınıf” deyu etrafı kokladığımda, (sebeb-i mucibi nedir bilinmez) kamusal alan yasak zinciri ve anakentlerin bir köşesine sinmiş varoş ahvali genzimi yakıyor. Bu çeşit bir “ayraç” var ise; imtiyaz da kendiliğinden yol buluyordur. Özellikle halka hizmetkâr olması gereken seçilmiş ve atanmışların yerlerinde bıraktıkları Neronvari külleri görünce bizde “yok yok” dememek ne mümkün.

Geldik;  marşın en çok bilinen ve fasıl aralarında ruhu şahlandıran en ritimli sözlerine.

“Türk'üz: Cumhuriyet'in göğsümüz tunç siperi;
Türk'e durmak yaraşmaz, Türk önde, Türk ileri!”

Marşın bir yerinde Tarihten önce ve sonra var olan Türk, burada sadece Cumhuriyet’in Türk’ü olarak öne çıkarılmış. Zira aksi olsaydı şaşırırdık. Değil mi ki; 1923 ve sonrası ahalisi gökten zembille indi(…)

Neyse gözlerinizi daha fazla yormadan; alaturka’ya karşı alafrangalıkla tunçlaşmış göğüslerimizle haydi, hep beraber ve dahi aşk ile ilerlemeye devam…“ çık-tık a-çık a-lın-la…”

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Huriye Karnap Arşivi