Geldi Mart Gitti Avrat

Bir fikrin erkeği ve dişisi olamayacağına inanıyor olsam da, şu başlığın hayli “erkeksi bir dil” içerdiğinin farkındayım. Zira biz hatunlar, asli manasından zamanla uzaklaştırılıp içine hor görme, aşağılama ve gayr-i ahlaki deyişlerin yüklendiği bu “avrat” kelimesinden hoşlanmayız. Ama yine de biliriz ki “avrat” terimi; kadının vaziyet ve vazifesi ile baş edemeyen erkeklerin görebileceği en kestirme “kaçış noktası”na yönelmelerinden ibarettir. Şimdi bu cümleden hareketle ayarı bozuk “kadınsı” bir dürtüyle feministçe bir yaklaşım sergileyeceğimiz sanılmasın. Yine buna mukabil kadını ucuz iş gücü, töre kurbanı, hakaret ve dayakla “itaat mekanizması”na boyun eğdirilesi bir mahlûk olarak gören cins-i kabalara ve çiğ tavırlılara da “helal olsun size” demeyeceğiz. Bizim gayretinde olacağımız, bam teli hayli çok olan bu mevzunun uçlarını dengelemeye çalışmak…

***

Sosyalist Clara Zetkin’in, 8 Mart 1857 yılında Tekstil Fabrikasında çıkan yangında ölen kadın işçilerin hatırasını “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” adı altında yaşatmaya çalışması, bugün bilinen haliyle “8 Mart Dünya Kadınlar Günü” kutlamalarına ön ayak oldu.  Zetkin’in, çalışma şartlarının ağırlığı altında ezilen ve verdiği emeğin karşılığını hak ettiği ölçüde alamayan kadın unsurunun “hakkının iade edilmesi”ne yönelik bu teşebbüsü, bir süre sonra dünya genelinde talep bulup ekonomik ve siyasal açılımları beraberinde getirdi. Ekmek derdine düşen kadın ile erkeğin çalışma koşul ve şartları birbirine müsavi hale getirilmeye çalışılırken, diğer yandan kadına seçme ve seçilme gibi siyasal haklar tanındı. Sözün başka sürümüyle; “insan” vasfının dışında erkek egemenliği altındaki varlığı lütfa mazhar kılındı.

Clara Zetkin sahip olduğu ideoloji doğrultusunda Kapitalizm canavarının tekerine çomak sokmaya çalışırken, muhtemelen o kadının Kapitalizmi döndüren en etkin çarklardan biri olacağını hesaba katmamıştı. Zaman içinde, bazen haykırışa dönen taleplerle hayatın sosyal, siyasal ve ekonomik pencerelerine yansıyan “hak ihlalleri”ne karşı direnici söylem ve eylem bir sonuç vermişti. Artık kadın “özdeş hak” kapısından rahatlıkla geçebiliyor, her işte erkekle omuz omuza çalışmada, aynı ortamda aynı eğitim sürecinden geçmede, erkeğe denk maaş alabilmede, kullanılan oyun lehte veya aleyhte kabulünde davetiye sorunu yaşamıyordu. Fakat tüm bu haklar yine de kadını, kapitalizm ve modernizm’in üzerinde deney yapabileceği bir “kobay” olmaktan kurtaramadı.

“Kadınlık damarı” kabarabilecek hemcinslerime ve “kadınsı damarı” galebe çalabilecek karşı cinse “hadi oradan” demeye fırsat vermeden belirtelim ki, bu cümlenin gerekçesi; övülen ve önerilen dekorda davul ile tokmağın kimin elinde olduğunun ayırdında yatıyor.

Kadının sömürülmesine karşı başlatılan “ıslah projesi”, Kapitalizm’in eline geçirdiği tokmakla  “yetmez, daha fazlası” açlığı ile Feministlerin lügat parçaladığı bir zemine kaydı. Bu zeminde kadın, “birey” olduğunu ispata çalışırken köle; yani bir erkeğin sahip olacağı eş, doğum yapan ve çocuk bakan anne, dini yükümlülüklerini yerine getiren bir kadın olmamalıydı. Aksine her alanda dişilik cazibesini görünür kılacak kadar serbest,  “ben” duygusu gelişmiş, erkekten rövanş alırcasına ondan daha çok hükmedici, ifrat ve tefrit çizgisinde seyredici “birey” olmalı ki hem “özgür”lüğün hem de romantizmin tadına varabilsin.

 

 

***
 Muhakkak ki, “kadın hakları” adı altında kadın nefsini okşayan hatta hak verilebilecek seçenekler de var. Ama bu seçenekler bizim olmayan bir kültürün emr-i vakisiyle zuhur edince fıtratı askıya aldıran ve toplumu sarsan tali yönlere sapıyor. Yani, ataerkil yapının kadına dayattığı ”işe yaramaz” psikolojisini “iyileştirme” janjanıyla kendi tornasından geçirip, hakkın aslını değil de maskesini “lehimize” imiş gibi sunuyor. Bu minvalde feminist eylem ve beyanlar doğal tutarlılık sergilemiyor; kadını, bir yandan kapitalizm ve erkek cinsinin iştiha ve ihtiraslarına başka bir yöntemle yem yaparken, diğer yandan kapsayıcı olması gerektiğini es geçip ihtilafları körüklüyor.

Mesela, eş ve anne olma meyliyle yaratılan kadını meşru bir bağ ile sırf karşı cinsin egemenliği altına girmesin diye engellemeye kalkmak, bu meyli ortadan kaldırmaz, sadece gayr-i meşru bir tatmin noktasına yönlendirir. Buna ilaveten “aklım ve yeteneklerim ile varım” diyen kadını ön plana çıkarma uğraşısında olduğunu ileri sürerken, fuhuş yapana ve fuhuşa sürükleyene  “dur” demiyor. Kadın paydası altında dağ gibi sırt vermesi gerektiği Başörtülü bir kadının hakkının, başörtüsüz bir kadının hakkına zimmetlenmesinden rahatsız olmuyor. Sözlü, şehevi ve fiili şiddete maruz kalan, “hamal” niyetine kullanılan kadın sayısında azalma olmadığı gibi kendinden menkul tek faydası Tanzimat’tan beri düzeltilmeye çalışılan etek boyu ve topuk yüksekliğiyle sınırlı kalıyor. Yine  “çalışan kadın” hayatın her alanında (özellikle en fonksiyonel pratik alanı olan evde) “çalışan erkek” ile aynı şekilde davranamıyorsa; feminist kadın ancak ve ancak kendini kandırma çaba ve telaşına girmiştir. Hâsılı, “izm” ilkeleri ile reel hayatın hatta orijinal fıtratın ilkeleri denk düşürülemeyince dahası savunulmayınca “hak alma” adına hakkını ihlal ettiren yine kadın oluyor. 

Şayet tüm bunlara rağmen, ”insanım ve bu vasıfla her hakka talibim” diyebilmenin lisanını sadece “kadın” lehçesi üzerine yoğunlaştıranlar “galip sayılır bu yolda mağlup” diyebiliyorsa,  biz de “geldi mart gitti avrat” diyoruz.

***
 Not: Konunun bu kısmı Batılı zihniyet açısından ele alındı, bir sonraki yazıda  İslami(!) bakış açısının garabetine değinilecek.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Huriye Karnap Arşivi