
Çiçeklerin Ecesi
Adını sevgi koyduğum, geçmişim, geleceğim, sevgilim…
Tanıdığım dokuz çiçeğin en güzeli... Çiçeklerin ecesi…
“Kelimelerin kanayarak açan güller olduğunu öğrendik, ne erken ne geç, tam vaktinde… İkimiz de öğrendik ki, baktığımız her şey bize bakıyor aynı zamanda… Öğrendik ki, dağ rüzgârlarının gücü, dağın zirvesi nispetindedir… Irmaklar bulana durula hiçliğe akar, bunu da bildik. Şimdi geriye tek bir soru kalıyor: Bu bilgiyle ne yapacağız?” demektesin.
Yaşmaklı kızların, köşe başını dönerken göz ucuyla bakmalarını aşk bildiğim günlerde yazmıştım ilk şiirimi. “Hoyratça kopardım gülleri dalından/ Güllerin suçu yok / Suç benim…” demiştim serzenişle. Yazıyla gül hemhal olmuştu. Bilmiyordum, bildim: Gülü, yazıya döküldüğünde kadim ve bir daha beni asla terk etmeyecek aşkla buluşturmuş ve kanıyla gül sulayan Hallac’ı belki de bunun için çok sevmiştim…
O hep, benim seni uğurladığım duygulu ve ağlamaklı yolculuklarda mı topladın bu kelimeleri? O baş başa, o ağlayarak, o sessizliğin diliyle konuşarak karşıladığımız Ankara sabahında söyleyemediklerin mi bunlar? O uzak, hep uzak kaldığımız ve güllerin üşüdüğü gurbet gecelerinin imbiğinde mi süzdün sevgi dolu bakışlarını? Sen Ankara’da ben Sakarya’da okuyordum. Ahmet Kaya Müjgan’la biz seninle ağlaşırdık ve o mahmur beste çalardı. Aşk bazen yağmur damlaların düştüğü bir otobüs camının arkasındaki gözü yaşlı siluetin olurken bazen de otobüsün merdivenlerinden iner inmez seni özlemle kucaklamak olurdu. Sen yoktun, ben yazardım ve yakardım yazdıklarımı.
Arka odalarda bırakmıştım gururumu, kibrimi, bencilliğimi. Yağmurlarım temizdi. Uzamış bukleli saçlarımda sayısız çocuk gülüşü saklanıyordu. Yılkı atları gibi suskun ve hüzünlüydüm. İçimden, güvertesinde yalnız senin olduğun gemiler geçiyordu.
Pusulamı “gece geçen tren seslerine” kulak verenlere bırakmıştım. Bütün geçmişim çoban çeşmesinde kalmış, dağ başlarından senin için topladığım rüzgârlar iç çekişim olmuştu. Yarın gözlerindeydi. Yarın, gözlerinde kayboluşumdu. Yarın, gözlerindeki menevişlerin yazdığı kelimesiz mektuplardı. Seni sevmek buydu. Seni sevmek, tanıdığım dokuz çiçeği ama en çok da seni, çocuksu bir sevinçle göğsüme bastırmaktı.
Evim dağın tepesindeydi. Kapıya çıktık. Ovaya, uzaklara baktık. Güneş, günü toplamış gidiyordu. Seni bana bırakmıştı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.