
Cennetten Çıktı, Kovaya Girdi(!)
Eğitim-Öğretim yılı başladığında aklıma ilk gelen; yeni bir döneme başlayan öğrencilerin ve eğitimcilerin heyecanından ziyade “dayak” olur. Hani, okul sıralarında bir fiske dahi yemişliğim olsa şahsımdan kaynaklanan bir tepki diyeceğim ama değil. Buna karşın yine de psikolojik bir alt yapısı var tabii.
Sarı saçları ve mavi gözleriyle siması Atatürk’ü andıran bir okul müdürümüz vardı. Aynı zamanda Vatandaşlık Bilgisi dersimize girerdi. Bir ders esnasında ele avuca sığmayan bir arkadaşımızın başına geçirdiği çöp kovasını gördüğüm andan itibaren, dayağın cennetten çıkıp, çöp kovasına girdiğine ve oradan arkadaşımızın bedenine ve ruhuna nüfuz ettiğine inanmışımdır! Gerçi aklım biraz daha ermeye başlayınca “iyi bir şey olsaydı cennetten çıkmazdı” diye düşünmedim değil ama envai alanda benzer fiilleri duydukça; belki “nasibi olana nimettendir “ şeklinde bir tespitle avunduğum da oldu.
***
Geçmişten bugüne, neredeyse toplumumuzun hemen her kesimince; “ne kadar döversen o kadar terbiye olur” anlayışı ile iştahla yerine getirilen bu san’at(!) hakkında İbn-i Haldun Mukaddime'sinde der ki,
“Eğitimde öğrencilerin kaldıramayacağı kadar sert davranmak çocuklar için zararlıdır. Çünkü bu, öğrencilerin kötü melekelere sahip olmasına yol açar. Şiddet ve katılıkla yetiştirilen öğrencilere, baskı psikolojisi hâkim olur. Bu durum onların kişisel gelişimini engeller, onlardaki üretkenlik ve çalışkanlığı yok eder. Dahası, onları tembelliğe, yalana ve ikiyüzlülüğe sevk eder. Dışarıya, içinde olandan farklı şeyleri yansıtır. Çünkü kendisine baskı ve şiddet elinin uzanacağından korkar. Dolayısıyla bu durum onlara hile ve aldatmayı öğretir ve zamanla bu onlarda bir alışkanlık ve karakter haline gelir.”
İlk cümlede geçen “öğrencilerin kaldıramayacağı kadar sert davranmak” kelime örgüsünden, dayağın hiç kullanılmaması değil, sadece hafif darp uygulanabileceği sonucu çıkıyor. Elbette selim akıl ve gönül, evvela nasihati tavsiye eder, Fakat nasihatten anlamayanın payına azar, azardan nasibi olmayana ise hafifçe darp düşer. Nitekim Ziya Paşa da malum olduğu üzere bunu “Nush ile yola gelmeyeni etmeli tekdir/ Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir” şeklinde formülleştirmiş.
Darb etmede falakaya yatıracak kadar uzmanlaşan bir eğitimci henüz duymamış olsam da, bazı öğretmenler şiddeti varlıklarının ispatı olarak kullanabiliyor. Günlük problemlerinin altında ezilen ve onlara karşı makul çözümler üretemeyen bu zümre, uzuvlarının şiddete yatkın kısımlarını yerli- yersiz kullanmakta hiç tereddüt etmiyorlar. Böylesinin elinde sabredip eğitim ve öğretimini tamamlama ekstra başarısına ulaşanlardan da maalesef yukarıda tasvir edilen kişiler peyda oluyor. Akabinde ise dengesiz bir toplum…
Sözlü veya fiili şiddet gösterme eğilimi sadece talebe- muallim üzerinden toplumu etkilemez. Aynı şekilde karı- koca, ebeveyn- çocuk, komutan-er, hatta büyük-küçük kardeş ilişkisini de etkiler.
Eğitim evvela ailede başlayan bir süreç olduğundan ebeveyninden sözlü ve fiili şiddet görerek yetişen kişi aynı uygulamayı eşine, çocuklarına,kardeşlerine, arkadaşlarına karşı yapmaktan da imtina etmeyecektir. Hatta ileri derecede ruh sağlığını etkileyecek bu davranışlar bir şekilde şiddet uygulayana "haz" dahi verebilir. Tırnak içine aldığımız hazzın temelinde bu tür fiillerin etkisiyle silik ve ezik bir şahsiyetin ortaya çıkması sebebi vardır. Bu vasıflarını toplum içinde bastırmak içinse ilk başvurulacak yöntem, kendisinde var olanı (saklama ihtiyacı ve bilinçaltına yerleşmiş kendini savunma refleksi ile )kabullenmeyip tıpkıbasımını karşısında "var" kabulü ile sataşmadır.
***
Hoşgörüsü sınır tanımayan eğitimcilerimiz ise, terbiye etmenin ve disiplin kazandırmanın başıboş bırakmaktan geçtiği zannında. Böyle durumlarda da öğretmenine hakaret edebilen, dayak korkusundan emin olup kaba davranabilen, toplum içinde nerede nasıl davranması gerektiğini bilemeyen, küstah çocuk ve gençler zuhur ediyor. Bu noktada haklı olarak söylenebilecek ilk şey, bir çocuğun temel insani davranışları ailesinden alması gerektiği yolundadır. Öyledir de. Ancak aileler evlatlarını sadece teorik bilgiler edinsinler diye okula göndermezler. O bilginin yanında ebeveynlerin veremeyeceği, öğretme metotlarına vakıf olamayacakları genel davranış kalıpları da vardır. Gerçi ülkemizde diplomalar, sırf bilgi edinme başarısının ölçülmesiyle veriliyor olsa da, öğrenci toplum içinde nasıl davranması gerektiğini öğrenmek zorundadır.
***
Dinimizin temel öğretilerinin ne yönde olduğunu uzun uzadıya anlatmaya gerek olmasa da konuyu taşırmadan bir-iki hususa dikkat çekmekte fayda var. Nisa- 34. ayet-i kerimede “…geçimsizliklerinden korktuğunuz kadınlara gelince: Önce kendilerine öğüt verin, yataklarından ayrılın. Bunlar da fayda vermezse dövün….” şeklinde geçen “dövün” ruhsatı bütün yollar denendikten sonra tavsiye edilir. Yine “Çocuklarınız yedi yaşına geldiklerinde onlara namazı emredin. On yaşlarına gelince (namaz kılmazlarsa) onları dövün…”hadis-i şerifi de en çözümsüz kalınan anda tavsiye edilendir. Bu buyruklar doğrultusunda yeniden konuya baktığımızda “dayak cennetten çıktı” deyiminde duraksamamız gerekiyor. Özetle; her iki halde de fenalığın yolunu kesmede yani günaha düşmeyi engellemede hatta daha ileri boyutuyla cehenneme sürüklenmede hafifçe dövmenin mahzurlu olmadığı, terbiye edici yanının bulunduğu ortaya çıkıyor.
Şu halde toptancı bir bakış açısıyla dayağı tümüyle olumlayıp- olumsuzlama arasında kalındığı bir gerçek. Diğer bir gerçek ise, hem dini hem de dünyevi eğitimde yaralamadan- berelemeden, keyfi olmaksızın hafif surette dövmenin gerekliliği. Gönül ister ki, müspet bir netice alınması ihtimalinde bütün eğitimcilerimiz fedakârlık yapma, anlayışlı olma, affedebilme erdemine sahip olsun. Ama bütün iyi niyetli teşebbüslerin sonuçsuz kalması durumunda ise cennetten çıktığı söyleneni heba etmemeli, değil mi?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.