
Baba Tefekkürü
Baba denilince akla ilk olarak, çocuk sahibi erkek kişi gelse de, bu kelime geçmişten günümüze farklı manalara sahiplik etmiş bir kültürün küçük bir numunesidir de aynı zamanda. İçinde, adam gibi adamlığı barındıranından tutun er’liği sıfırın altına çeken manalarına kadar çeşitlemesini bulmak mümkün.
Yaşımız ve deneyimimiz “baba nasihati” çekmeye elverişli olmasa da tercüme yapma mahiyetinde hatırlatmada bulunalım.
Gönül işinin yemen işi haline getirildiği bu zamanda karşılaşma ihtimalimiz az olsa da olgun, yürekli, hoşgörülü olanlara “baba adam”, öfkesi, sevgisi katıksız, güvenilir olanlara da “babacan” deriz. Buna ilaveten şimdilerde sözünü ederken geçmiş zaman kipi kullanmamız gerekse de bizim “dert babası”, “fukara babası” diye zikrettiğimiz mümtaz bireylerimiz de vardı. Yaşadıkları mahallerde herkesin çekinmeden kapısını aşındıracağı, derdinin çaresini öğrenebileceği yetkinlikte tecrübe ve bilgiye sahip “dert babası”, fakir- fukaraya el uzatmak için fırsatı kaza etmeyen “fukara babası” sayılan erdemli şahıslardı bunlar.
Dinimizin ihsan, ihlâs ve takva boyutunu özüne indiren zatlara da “nefsinde ölüp, ruhunda dirilen” manasında “baba” denirdi. Özellikle Bektaşi dervişleri mürşidleri için hürmet mahiyetinde bu terimi kullanırdı. Gerçi Tasavvufi literatürde bugün de belirleyici bir sıfat veya rütbe manasında olmaksızın aynı içerikle kalbi yakınlık ifadesi olarak, silsilesi Hz. Rasulullah’a ulaşan hakiki miras sahipleri de “manevi baba” hükmündedir.
Mevzuya ters köşeden başlamış olsaydık ilk akla gelenler de “herif-i naşerif” diye vasıflandırılabilecek “âdem” olmayı beceremeyen, zamansız kontağı atanlar olacaktı. Bunlar arasında en meşhurları üçüz olanlarıdır.”Şam babası, iskele babası, tırabzan babası” şeklinde namlaşan bu tür genelde bir baltaya sap olamayan, kaba-saba, sözünün ve işinin değeri olmayan tiplerdir. Bu üçüzlere aynı minvalde hatta daha fecisi “vaybabamcı” eşlik eder. Kelime yabancı gelse de işleri itibarı ile aşina olduğumuz türlerdendirler. Gerekli makamlara ispiyonlayalım ki, yan kesiciliğin atası işte bunlardır. Küçük bir çarpma hamlesi ile vücudunuzda artçı bir sarsıntıya sebep olurken, özrün laf kalabalığı halinin mahirane tezahürü ile cüzdanınızı koyduğunuz yerde bulmanız namümkündür. “Vaybabamcı”lığı büyütenler ise afili, kelli-felli “mafya babası” statüsü ile hemen her mekânda arz-ı endam ederek hatırlarını âli ettirirler. Yerin altından yüzeye çektikleri gizli ve kirli hat ile resmi-gayr-i resmi, adaletin boş bıraktığı ya da öyle sanılan her alanda herkese “babam!” dedirtmeleri içten bile değildir. Bunlarda da meslek ahlakı icabı fırsat kaza edilmez.
Bizde “baba” çok olduğundan, uçlardan ortalara kayarak tefekkürümüze devam edelim.
Takriben bir asırlık ömrü varsayılan bir de “Ali baba”mız var ki, pek itibarlı bir yeri vardır nazarımızda. Nesilleri şarkısıyla büyüten bu “ali baba”nın mekânının neresi olduğu henüz keşfedilememişse de çiftlik sahibi olduğu fi tarihinden beri hafızamıza kazınmıştır. Öyle ki bu çiftlik, dünya üzerinde var olan hiçbir doğal afet, siyasi, sosyal ve kültürel sarsıntıya bana mısın dememiş, mevcut nüfusu ile sadece çocukları değil büyükleri de saran tınısıyla etkisini devam ettirmeyi başarmıştır. Bu çiftliğin bekasının usûlü nedir? diye düşünsek bugün pek revaçta olmayan bir karakterle karşılaşmak mümkün sanırım. Mesela, bu çiftlik sahibi ve çalışanları hiçbir çıkar gözetmeksizin “babasının hayrına” iş görüyor olabilirler. Ne diyelim… kâhyan, seyisin, bahçıvanın… bilumum ırgatınla sen çok yaşa emi “Ali babanın çiftliği.”
Biz çocuklarımızı bu masum şarkı ile avuturken el, gece yarısı geyik sürüsü ile çatıları durak niyetine kullanıp, bacalardan evlere süzülen aksakallı “Noel Baba” ile teknolojide bizden ne kadar ileride olduklarını gözümüze sokuyor. Bu göz darbelerinden gözleri aşınmaya uğrayan rüştüne varmış ve varamamış yavrucuklarımız da hediye bekleşip duruyorlar.. Tanrı!!! muradlarını vere…
Hep kaşı- gözü olan babalarımız olacak diye bir kaide tanımadığımızdan tüzel varlığı olan babamızı da zikretmeden geçemeyiz.
Yasa(dan) “ana” olunca devlete de direkt “baba” olmak düşüyor. Yalnız hikmeti mucibi nedir bilinmez bu birliktelikte “nikâhta keramet vardır” sözü son zamanlarda geçerliliğini kaybetti. Hele bir de dört ayaklı, cilalı ve bulunduğu yer itibarı ile resmi pinpon masası zannedilen cisim üzerinde ana(yasa) bir köşeden diğerine fırlatılınca gör bak “devlet baba”nın hali nice oluyor.
Devlet babanın melalinin evlatları üzerinde hiper tansiyona sebep olması bir süre sonra ana(yasa mahkemesi)nın tokmak misali istişare meclisinin başına vurması ile kalp krizini tetikliyor ki evlatların tümü birden şu düşünceye kapılıyor. Ana(yasa mahkemesi)mızın “babası tutmuş” Son deyim garip gelmiş olmalı. Bu durumda izahı makbuldür diyerek, gelebilecek ricaları dikkate alalım.(Bakınız, çok fazla öfkelenmek, kızgınlığı her haliyle belli olmak) Daha sarih ifade ile mesele şu: Bir ana bir babaya bakın neler yapabiliyormuş.
Ana ile baba arasında fark gözetmeyen evlatlar, aradaki iletişim krizinden kaynaklanan depremin maliyetini hafifletmek maksadı ile yine de kemirgen yedi düvele inat “babam sağolsun” diyebiliyor. Amma velâkin “Fikir babası”nın ilkelerini sözde savunup aslen dümdüz giden, papatya falına meraklı şahısların tongaya düşürücü fal bakmaları papatya’ya reyting yaptırıyor. Ne var ki, bu fal meraklıları bir papatyada “sevmiyorum” diğerinde de “manda yuvası “ bulursa malzemeyi kullanmaktan da çekinmiyorlar. Diğer yönden manda –malak sevdası ile körlüğe müptela olup “gâvur” dipçiği yemeyenlerin yani vicdanı ve aklı aynı yerden geçmeyenlerin kulaklarına küpe olsun ki “babasından mal kalan, merteği içinden bitmiş sanır.”
Neyse söz uzar gider ama…öz babalarımızın kıymetini ve her halükarda hakkettikleri hürmeti de unutmayıp siz tefekküre devam ederken, biz künyemizi ve halimizi verip sözü noktalayalım.”babamın adı hıdır!, elimden gelen budur
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.