Tersi ve yüzü

Türkçe gramer formatında başlıyorum… Yargılıyorum, yargılıyorsun, yargılıyor… siz devam ede durun, benim arkadaki yazıya gözüm ilişti. Bütün okumayı henüz beceremediğimden heceliyorum. “A-da-let mül-kün te-me-li-dir.” Hecelememi bitirdikten sonra hazmı kolay olsun deyu; bir damla limon suyu refakatinde üzerine bir de “ahhh “çekiyorum. Sindi mi sinmedi ama ömrüm vefa etmez endişesiyle ben sadede geliyorum.
Mahkeme salonlarımızda hatta kimi adliye binalarımızın hemen girişinde “Adalet, mülkün temelidir” ibaresi yazar ve sözün sahibi adaletiyle temerküz etmiş ve öylece nam salmış olan Hazreti Ömer’dir (radıyallahu anh).Bu haliyle biliyoruz ki; biz bu anlayışı dinimizden ve o dinin saf halini uygulayan medeni ceddimizden aldık. Almasına aldık lâkin slogan olarak bıraktık, dersek bu iddiada mübalağa etmemiş oluruz herhalde. Zira adalet binalarımızın duvarları dahi “adaletttt” diye haykıranların sesine şahittir.
Kurumsal adalet sistemimizin giriftar olduğu hengâmeyi bir kenara bırakarak;
— Birey düzelmeden toplum düzelmez.
—Din ve milliyetseverlik adil olmamayı gerektirmez.
—Makam- mevki, maddi güç adalet önünde hesap vermemeyi gerekli kılmaz… ölçülerini dikkate alarak; anti- semitizm ve er ya da geç konan meşum oluşum ekseninde gözden kaçırmamamız gerekenlere yoğunlaşalım.
***
Bireyin kendinden başlayarak çevresindeki canlı cansız her varlığa karşı düşüncesini ve tavrını tetikleyen tüm unsurlar bu üç kelimelik cümlede barınan “Hakk’a ve haklara riayet” rikkatinin içindedir. Bu cümlenin çağdaş versiyonunu talep edecekler için “içine sindirilmiş demokratik terbiye” cümlesini sipariş vererek evvelen Davos yoluna düşelim.
İsrail, fosforlu bombalar eşliğinde Gazze’de “Testere” filminin son serisini çekerken biz de burada “Yalnız Değilsiniz” filminin repliklerini tekrara koyulduk ve finali 29 Ocak gecesi “tam yerine rast geldi manzara koyduk” mizanseniyle Başbakanımız Erdoğan yaptı. İnsaniyet namına alkış tutanların aksine bir kısmımız da genetik geleneklerine harfiyen uyarak “olması gereken oldu” gerçeğini es geçip, türlü spekülasyonlarla eleştiri müsabakasına katıldı. Lafı uzatmadan müsabakanın neticesi hayr olsun deyip başlayalım tahterevalli oynamaya.
***
Yahudilik, Tevrat’ın muharref açılımıdır ve bu açılım Siyonizm’le pekiştirilir. Ya da şöyle söyleyelim; tahrif edilmiş Tevrat’a iman eden Museviler gibi, Siyonizm’i bayrak edinen Yahudiler de vardır. Dahası Siyonizm’i benimsemek için Yahudi olunması da şart değildir. Hâsılı vakıa’nın özeti; Musevi olanla Siyonist olanı aynileştirmemek ise de İsrail’in garazkârlığıyla birlikte “go home Yahudi “başlıklı hamaset edebiyatına başlayanlar oldu. Oysa Cenab-ı Mevla bizlere “ Ey iman edenler! Bir millete olan öfkeniz, sizi adaletten alıkoymasın. Adil olunuz!” (Maide 8) ayet-i kerimesini ferman eder. Şu halde; yarayı umursamayan İslam olanla, yara için sargı bezi arayan bir Musevi’yi denk görmek sadece ve sadece hissiyatın galebe çalması sonucu oluşan subjektif bir ölçüdür. Şu sıra revaçta olan diplomasi diliyle söylersek; birilerinin bir yandan ayağına basarken, diğer yandan hak edenin gözlerinin içine gülümseyerek bakmak da bir nevi stratejidir.
***
Bir de, içine bodoslama daldığımız, neresini nereye yerleştireceğimizi henüz kestiremediğimiz ve hakkında en esaslı haliyle “ne idüğü belirsiz“ tanımlamasını yapabileceğimiz Ergenekon(umuz) var. Bu hâl bize, atalarımızın insan sireti hakkında söylediği ; “mizacı sık sık değişenden uzak durmak gerek” kıstasını hatırlatıyor. Zira değil mi ki; ipi çözülmüş bir tespihin yere düşen tanelerinden rastgele elimize geleninin tersini ve yüzünü mensubiyet ve asabiyemizce anlamlandırmaya çalışıyoruz. İşte tam bu noktada tarafımızı doğrulamaya çalışmanın aksine mümeyyizliğimizin ispatı için daha uzaktan bakmalara ihtiyacımız var. Bu uzak bakışı temine yine din-i mübin yetişiyor ve buyuruluyor ki; ”Allah, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emreder.”(Nisa 58) Bir başka öğüt Rasul-i Zişan efendimizden; “Ey insanlar! Sizden evvel yaşamış toplumların neden yollarını şaşırıp saptıklarını biliyor musunuz? Asilzadeleri bir hırsızlık yaptığı zaman onu affeder, zayıf ve kimsesizleri bir şey çalarsa onları cezalandırırlardı. Allah’a yemin ederim ki, böylesine kötü bir hırsızlığı mahzum kabilesine mensup Fatıma değil, kendi kızım Fatıma yapmış olsaydı, kesinlikle onun da elini kestirirdim.”
***
Bu nasihatlerde geçen temel ölçüleri bulanıklığımızı artıran olaylara külah olarak geçirdiğimizde daha fazla söze hacet kalmıyor. Neticede bireysel ve toplumsal sürur için bazı şeyleri irrasyonel ve anlamsız bir şekilde ele almaktansa, en azından kesif sis yığınları dağılana kadar gönlümüzü yormayacak ve rayından çıkarmayacak gündem-savarları konuk etmek en itidali sanırım

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Huriye Karnap Arşivi