
Fitne(!)
Önceki yazıda Batı’nın kadın tasavvurunu, bu tasavvurun pazarlanma şekil ve rengini girizgâh edinip neticeyi; renginin “bizce” bir tona sahip olmadığı yakıntısına bağlamıştık. Şimdi ise kavram ve içerik olarak nispeten aşina olduğumuz “fitne” ile baş etmeye çalışacağız. Sahibi her zaman görünür-bilinir olmasa da her merada güdülebilme özelliğinden dolayı sırtı kalın bir kelime şu fitne. Birden fazla izahla biat eylemişse de sol tarafına kimlik kazandırıcı bir ek yapılmadıkça pek göz atılası gelmez. İçinde - üzerinde cirit attığı dal; egzotik olunca ulusal, yerli olunca toplumsal, dini olunca kaçınılması elzem olandır. Ne var ki; kaçınılması elzem olana dinin özünde olmayan ama çok revaç bulan şâz bir görüş ve bu görüşü cezbeye tutturucu kadın figürü ilave edilince mukaddes bir keyif malzemesi oluyor. *** Dini külliyat içinde; sıkıntıya-zarara uğratmak, kavga ve fesat çıkarmak, bozgunculuk yapmak, isyan etmek gibi açılımlarla niteliği belirtilen fitneden kasıt; Müslüman’ı bu türlü menhiyata karşı uyanık olmaya yönlendirmedir. Bununla beraber uyarıya tabi tutulan bir diğer yönü de fitnenin günaha meylettirici, dini zayi edici bir imtihan sebebi olduğudur. Bu minvalde bireyi önceleyerek misallendirilen; kadın, mal, evlat ve dünya sevgisinin de birer fitne vesilesine dönüştüğüdür. Öznesi değişken olan bu fitne-fücur sahasında hemen her insanın ve Müslüman’ın ortak bir “dik duruş” sergileme gayreti söz konusu olsa da “kadın” özneli fitnede kimilerince farklı bir algılayış ortaya konulmakta. Bu anlayışa yatkın olan din ve mukaddesat bezirgânlarınca; tekeli altında bulunan anne, eş, kız kardeş gibi yakınlar dışındaki her cins-i latif fitnedir! Oysa ne Allah ve Rasulünün emir ve beyanlarında ne de İslam kültür ve medeniyetinin mazisinde sırf varlığı sebebi ile kadın “fitne” olarak tanımlanmamıştır. İtikadi ve ameli noktada; erkek için mal, evlat ve dünya sevgisi ne derece “uzak durulası” ise kadın için de aynı duruş telkin edilir. Zira Kur’an-ı Kerim’in pek çok yerinde “Müslüman ve inananlar” söz konusu edildiğinde kadın ve erkek vurgusu her iki cinse birlikte yapılmaktadır. Bu gerçek ortada iken, Müslüman lâkin vasıfsız erkeğin kadına dair “uğursuz ve edna tıynetli” yargısı nereden kaynaklanmakta? Zannımızca bunun sebebini ilk önce, bilgiye iştiyak duyma ve onu algılamakta aramak gerekiyor. Mevzuya göre İslamileştirilen bu “fitne” terimini üst tabakanın yani din âlimlerinin topluma sunduğu açılım ile öğrenmek ve uygulamak yerine kişi, hevesi çıkarımlarını aklın ve ilmin önüne alıyor. Bir kelime hangi terminolojide kullanılırsa kullanılsın başlı başına bir mana ifade edebileceği gibi, işaret ettiği olayın içeriğine veya içinde geçtiği cümlenin temasına göre de anlamlandırılır. Bir savaş derli toplu bir bakış açısıyla nasıl ki “fitne” olarak tanımlanabilirse, ayrışıma tabi tutulduğunda “isyan, kavga, karmaşa” gibi tasvir edici mahiyet de kazanabilir. Bu varsayım doğrultusunda fitne kelimesi de bundan bağımsız düşünülemez. Öyleyse kadın ile birlikte mayalandırılan “fitne” tabirinin içine “bozguncu” manasından ziyade “imtihan” manası girer, demek yanlış olmaz herhalde. Nasıl ki dünya ve içindekiler Müslüman’ın üstesinden gelmesi gereken bir imtihan sebebi ise, erkek için kadın da böyledir. Buna itirazi bir kayıt düşmek; gerçeği yansıtmayacağı gibi kadını hangi hâl ve fiil içinde olursa olsun “sütten çıkmış ak kaşık” abartısıyla çerçevelemek olur ki, bu olanaksızdır. Bu açıdan bireyin dini hususunda erkek için kadın, kadın için de erkek imtihan vesilesidir. Erkek için kadının imtihan sebebi olmasının temelinde; fıtrattaki potansiyel şehvetin, akıl ve izanın önüne geçebilme ihtimalinin yüksek olması varken, kadın için durum biraz daha farklıdır. Dinine zarar verme niteliğiyle; kadının dini kavrayış ve yaşayışına müdahale baba, eş gibi yakınlardan geliyorsa kadın için erkek de fitnedir, denilebilir. Haliyle “fitne” kelimesinin sol yanına erkek için de bir yer ayırmak mümkündür. Lâkin erkeklerin “kadın fitnedir” demelerine yataklık eden esas düşünce, dini endişeden çok (en yakınlarını muaf tutarak) diğer kadınlar hakkında bilinçaltlarına yerleştirdikleri “yararlanmaya müsait cinsel meta “ kabulüne karşı üretilen psikolojik bir savunma refleksi vardır. Bu refleks tek eşli olunduğu müddetçe “siper” görevi yaparken “ikinci” söz konusu olduğunda iflas eder.. Artık, o “ikinci” de fitne olmaktan çıkmış diğerleri için deyim aynı ile baki kalmıştır. Şimdi burada tenakuz arz eden bir düşünce var, görüntüsünün önüne geçmek için söylediğimizi biraz daha açalım. Erkek, hem toplum içindeki İslami kimliğini hem de fıtratındaki zaafı gayr-i meşru yolda zedeletmemek için spekülatif bir psikolojiyi kalkan ediniyor. Bu harama uzak kalmak için doğal görünse de. mir-i kelam üzere Allah Teala’nın kadına bahşettiği hak ve sorumlulukları sitayişle anlatan(ki burada amaç kadını baş tacı etmek değil itikadının muhkemliğine delil getirmektir) dindar erkek diğer yandan ötesindeki her kadına “av” potansiyeli ile bakıyor. Yani hem “fitne” denilen nüfusa geçirilene kadar “fitne” olarak kalıyor, hem de “kadın fitnedir” tabirini bayrak edinenler bu gayeyi ispatlayamadığı için “mürai” konumuna düşüyor. *** Şu halde ortaya çıkan tablonun bir ucunda; kadının Batılı zihniyetin zekâvetince “kurtarılma” muhtaçlığı, diğer ucunda ise, sözümona din adına kendini sağlama almaya çalışanların fitne-kadın perspektifi duruyor. Evinde dayak yiyen, hakarete maruz bırakılan kadın “korunmuş alan”ın emniyetine sahip olamadığı gibi şövalye siretlilerce de alternatif olarak “kale dışı”na çağırılıyor. Modernizm ve çağdaşlık ayaklarına tam anlamıyla oturtulan bu çağırış “hürriyet” namına kadın lehine görünse de “kullanılma” olasılığını pekiştirmekten başka bir işe yaramıyor. Var oluşunun asgari hakları kendine verilmeyen kadın, bu serencamda “iki arada bir derede kalma” halini yaşıyor ve alabileceği her hakkın peşine düşüyor. Oysa aynı topraktan yaratılan iki cinsten birinin diğerini defansta bırakıp 1. sınıfa taşınma gayreti olmasa yiğitlik insan tarafında kalacak.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.