
Dersimi Okumak
Neyin nereye, kimler tarafından, ne murat edilerek çekildiğini kavrayabilmek için gündemi, güncel olduğu vakitten biraz sonrasına erteleyerek okumaya çalışmak, bazen daha sıhhatli bir bakış açısı sunar. Özellikle bu, tarihte yaşanıp bitmiş bir olayla ilgiliyse ve etrafında yanardöner yeni husumetlerle ilgiliyse daha bir ayrıcalıklıdır.
Dersim… hiç bilinmeyen değildi. Bugün isyanın seyri hakkında ne söyleniyorsa 1937-38 dönemi gazete sütunlarında, hatıratlarda, tetkik eserlerde, popüler yazılarda şimdilerde üzerinde feveran edilenden ne bir fazlası ne bir eksiği vardı. Yalnız bir yerde yoktu, o da ders kitaplarında. Bunu da demokrasisi yerleşmemiş ülkelere özgü bir zaaf olarak bir kenara itersek, elde olan veri açısından dün ile bugün arasında çok fazla bir değişiklik olmadığı ayan beyan ortaya çıkar.
***
Dersim İsyanının muhteviyatı iyice hafızalara kazınmış olsa da küçük bir özet geçelim.
İsyanın başlama sebebi, Kürt-Alevi Seyit Rıza önderliğinde, bu bölgeye hükümetçe ikame edilmek istenen karakolları, köprüleri, okulları bölge halkının menfaatlerine uygun görmemesi neticesi talan etmesi, yakması, yıkması.
Bu sebebin üzerine tuz-biber eken siyasi etken ise, Kürt-Ermeni menşeli Hoybun Cemiyeti tarafından 1933-34 yıllarında Türkiye’ye gönderilen Ermeni Bogos ve Mehmet Nuri Dersimi’nin (Baytar Nuri) Dersim çevresinde Kürtçülük çalışmalarında bulunması. Buna ilaveten İngiltere’nin ve Fransa’nın, Türkiye’nin Hatay’ı alma düşüncesinden cayması için karışıklık çıkarma çalışmalarına işlerlik kazandırması.
Askeri harekâtın sebebi, bölgenin tamamen aşiretlerden temizlenmesi, eşkıyalığın varlığı ve bunun çevre vilayetleri etkilemesi ve şekavete son verilmesi. Dıştan gelen provokasyonların önünün alınması.
Resmi tarihin isyanla ilgili kabataslak vardığı sonuç ise şu, Dersim, Cumhuriyet döneminden evvel de yıllarca resmi idareler için sorun teşkil etti. 1877 yılında çıkan ilk isyan sonrası asayişsizlik aralıklarla altı kez tekrarlandı, bunların akabinde teşebbüs edilen tüm reformlar sonuçsuz kaldı. Bölgenin sahip olduğu yapı, feodaliteye yani neredeyse Doğu bölgelerinin tümünde var olan ağalık sistemine ve yöresel(dini olmayan) Şeyhlik unvanının oluşturduğu toplumsal-dini baskı unsuruna dayanıyordu. Feodal iktidarın elden gideceği endişesiyle idari otoritenin bölgeye nüfuzunu engellemenin yolu olarak öne sürülen; Dersim’de jandarma bulundurulmaması, köprü ve okulların inşa edilmemesi, yeni bir idari gücün ihdas edilmemesi, silahların ellerinden alınmaması, vergilerin kendi aralarında yapacakları müzakere sonucuna göre ödenmesine izin verilmemesi… gibi ön koşulların idari otoritece kabul edilir olmaması askeri harekatı zorunlu kıldı. ..Şu kadar ölü..şu kadar yaralı..vs
***
Karl Marx kimilerince sevilmeyen biri olabilir lakin onun “Tarihte ne olmuşsa o sıralarda başka türlüsü olamayacağı için öyle olmuştur” sözüne hak vermemek muhal. Bu söz, ne mazlumun mazlumiyetini rafa kaldırır ne de zalimin zulmüne hak verdirir. Sadece ve sadece olanın, olduğu dönemin şartlarında değerlendirilmesi gerektiğinin altını çizer. Başka bir deyişle, olayları saptırmak ve indi menfaatlere göre kullanmak faydadan çok zarar verir.
Evet, bir isyan vuku bulmuş ve devlet güçlerince bastırılmıştır. Vaki olan bu olaydan şu soruları çıkarmak mümkündür.
1-Devletin devamlılığı söz konusu mudur, söz konusu ise “ölçüsüz güç” kullanmak meşru mudur?
Elbette devletin devamlılığı söz konusudur. Zira dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir idari otorite kendine isyan edene gül uzatmamış, aferin çekmemiştir. Bununla beraber hem İnsan Hakları Beyannamesine hem de savaş hukukuna aykırı olarak masum çoluk-çocuğun, yaşlı ve kadınların, eli silah tutmayanların öldürülmesi, ev-barklarının talan edilmesi, yakılması meşru değildir, olamaz.
Adı geçen bölge Cumhuriyet döneminde olduğu gibi Osmanlı döneminde de otorite tanımazlardan olduğu halde; bazı zevad-ı muhteremin ileri sürdüğü şekilde, isyan o dönemde Atatürk olduğu için Atatürk’e karşı yapılmamıştır. Yine bu bağlamda Kemalist rejimin gerekliliği ve devamını zaruri görenlerce, isyanda “ölçüsüz güç” kullanılması haklı bir yöntemdir. Oysa aynı zihniyet (hakikatin aksine) “Yavuz Sultan Selim Kürtleri ve Alevileri katletti” demekle onu alaşağı edebiliyor. Dersim’de dikkate alınan devletin bekası ve güç kullanımı Osmanlı’da söz konusu edilmeyebiliyor. İşte bu zümrenin asabiyesi tam bu noktada ortaya çıkıyor.
2-Bu askeri harekât sırf Alevi veya Kürt olanları mı hedef almıştır?
Hayır.Yukarıda zikredildiği üzere Kürtçülük çalışmalarının bulunuyor olması bir sebeptir fakat başlı başına ne Kürt olunması ne de Alevi olunması askeri tedib ve tenkilin sebebi değildir. Bugün, PKK ‘nın işgüzarlığına soyunanlar ve Kürt milliyetçiliğine aktiflik kazandırmak isteyenler, meseleyi bu şekilde ellerinde yarım yamalak tutabiliyorlar. PKK’nın mücadelesini haklı göstermek için “Bugünün Seyit Rıza’sı Öcalan’dır” denilebiliyor. Bir feodal aşiret reisinin kalkışmasından kahraman yaratmak, geçmişte İngilizlerin işine pekâlâ yarayabilirdi ama bugünün Kahraman(!) Apo’su en fazla ABD ve AB’nin ekmeğine yağ sürecektir.
Aynı minvalde, çok eski değil, yakın tarihlerde Kürtlere karşı “En hakiki Türk biziz” söylemini sahiplenen bazı Alevilerin, isyandan ortak menfaat çıkarmaları ise bir başka vehâmet. Üstelik bu kadarla da sınırlı değil. Dersim isyanının bastırılış metodunu uygun bulmamak, CHP’nin “arka bahçesi”denilen Alevileri CHP’nin elinden almak ve AKP yandaşlığı yapmak manasına getirilebiliyor.
3-Dersim isyanı sırasında çoluk-çocuğun, yaşlıların, kadınların sürülmesi, öldürülmesi bir soykırım mıdır?
Kimi hatırat sahipleri olayın bu kısmını anlatmaktan imtina ediyorlar. Kimileri de hem kendi yaşadığı hem de yakın iyalinin yaşadıklarını “faşistliktir, caniliktir, zulümdür “temalarıyla anlatıyor.
Üzerinden yıllar geçmiş olsa da; yaşadığı veya yaşandığına şahit olduğu acıların, hüznün, boynu bükük kalmışlığın, hor görülmüşlüğün unutulması çok güçtür. Tüm bunlara rağmen bir husumet beslememesi erdem olduğu gibi, onların acısına ortak çıkmak ve sahiplenmek de irfan sahibi olmanın bir başka şubesidir. Böylesi anlatımları “dramatize “edilmiş bulmak ne derece yüzsüzlük ise, soykırımın hukuki ve tarihi tarifini dikkate almadan her katliama “soykırım” demek de işbitiricilere yani Prof. Dr. Ronald Mönch ve Avrupa Ermeni Federasyonu Başkanı Hilda Çoboyan ve türevlerine yamaklık etmek olur. Tarihen Kürt ve Ermeni başkaldırıları dış mihraklarca birbiriyle müşterek yürütüldüğü gibi, şu ismi geçen zevatlar da mal bulmuş mağribi gibi, sözde soykırım iddialarına bir yenisini daha ekleyerek vakıadan istifade etmeye çalışıyor.
***
Tarih, kendisini okuyanın ve yazanın vicdanını saf dışı bırakmasını istemese de, spekülasyonlarla değerlendirilme konusu yapılamasına müsaade etmeyecek kadar da tenkit hakkını kullanır. Bu bakış açısıyla okumaya çalıştığımız Dersim’i aklıselim dimağlara havale ederken, gönül diyarına da Erkan Oğur veya Arif Sağ’ın okuyuşuyla “Dersim Dört Dağ İçinde “ türküsünü armağan edelim.
Dersim dört dağ içinde,
Gülü bardağın içinde
Dersimi Hakk saklasın
Bir yarim var içinde
……..
N’oldu ağama n’oldu
Güldü sararıp soldu
Ağam burdan gidelim
Bu yerler viran oldu
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.