FULL TIME DİKTATÖRLÜK

Değerli okuyucular Türkiye’nin siyasi gündemini yazarken arada unutmamamız gerektiğini düşündüğüm konularda olmuyor değil. Sadece siyaset mi hayır Kadın, Ekoloji, Nefret söylemi, Cinsiyetçilik, Mezhepçilik gibi konularda gelip karşında dikiliyor yada dikiyorlar. Yazmayacak mıyız? Hayır mı diyeceğiz? Asla! Sonuç olarak baktığımızda hepsi de politiktir. Yada kendi deyimim ile Full Tıme diktatörlüktür bu yaptığımız. Bu yazıda gündemime çevre katliamını almak istedim. Hep birlikte bakalım doğada nasıl istediğimiz gibi at koşturuyormuşuz.

Sanayi devriminden bu yana gerçekleşen karbondioksit (CO2) ve diğer sera gazı atıklarının atmosferde yoğunlaşması nedeniyle gezegenimizin yüzey ısısının ortalama 1.5 ile 2.2 derece arasında artış göstermiş olduğu tahmin edilmekte. insanoğlu her geçen gün doğaya hükmetmeye devam ederken aslında farkında olmadan bugününü ve yarınını da katletmeye devam ediyor. Uluslararası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) ve Dünya Yabani Yaşam Vakfı (WWF) tarafından yapılan araştırmalarda gezegenimizin yüzey ısısının yüzyıl sonuna kadar en fazla 2 derece artış göstermesinin tolere edilebileceği ve önlem alınmaz ise gezegenimizin iklim deseninin kalıcı olarak değişime uğrayacağı bilimsel olarak kanıtlanmış durumda.  Çevre bilimcileri bu konuda yapılması gereken ve yapılmaması gerekenleri her ne kadar dile getirseler de bu çok ta dikkat alınmayan bir sorun olarak duruyor.

Geçtiğimiz aylarda bu konu ile ilgili şunları yazmıştım: Eğer çevreye duyarlı olduğunuzu düşünüyorsanız bunun sadece düşünce olarak kalmaması için somut adımlar atılmadır. Mesela sigara içiyorsanız izmaritini yerlere atmayın. Günlük hayatta ürettiğiniz çöpleri gelişi güzel yerlere atmayarak kendi çapımızda bir şeyler yapabiliriz.

Bu konuda uzmanlar olabilecek tehlikeli şu şekilde açıklıyorlar: ‘’Küresel ısınmanın söz konusu eşikleri aşması ve iklim değişikliği tehdidinin gerçekleşmesi durumunda, deniz düzeyinin yükseleceği ve gelişmekte olan ülkelerde nüfusun yüzde 14’ünün olumsuz etkileneceği yeni tür bakterilerin üreyeceği ve salgın hastalıklara yol açacağı, tarımsal ürünlerde üretkenliğin düşeceği, gezegenimizin ekosisteminin ve biyolojik çeşitliliğinin tahrip edilmesi sonucunda dünya gayri safi gelirler toplamındaki kayıpların 25 trilyon dolara ulaşabileceği (dünya GSYH’sinin yüzde 30’u) tahmin edilmekte’’.

Biraz daha sermayenin anlayacağı dilden konuşalım: Uluslararası Emek Çalışmaları Örgütü (IILS) ile Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), sera gazlarının atmosferde yoğunlaşmasıyla birlikte yaşanacak iklim değişikliği sonucunda küresel ekonomide üretkenliğin 2030 yılına değin yüzde 2.4, 2050’de ise yüzde 7.2 oranında gerileyeceğini öngörmekte. OECD tahminleri ise iklim değişikliği sonucunda 2060 yılına değin üretkenlik kayıplarının Asya ekonomilerinde yüzde 5’e, gelişmiş ülkeler toplamında ise yüzde 4’e ulaşacağını ve dünya ekonomisinin 2060’ta tam bir durgunluğa itilmiş olacağını vurgulamakta. Bütün bu kayıplar sonucunda küresel tüketim hacminin de yüzde 14 oranında daralacağı tahmin edilmekte.

İklim değişikliği tehdidinin yanında sermayenin kâr peşinde aşırı üretim ve kâr hırsı küresel işgücü piyasalarındaki enformalleşmenin, yoksulluğun ve gelir eşitsizliğinin ana nedenlerini oluşturmakta. ILO’nun paylaştığı verilere göre küresel ekonomide açık işsizler 200 milyonu aşmış durumda. Küresel istihdamın yüzde 30’unu oluşturan yaklaşık 900 milyon işçinin günde 2 dolarlık gelirleri ile yoksulluk sınırının altında çalışmakta olduğu gözleniyor. Eğer yoksulluk sınırı 1.25 dolara çekilirse bu rakam 1.4 milyar işçiye ulaşmakta. Bunların 825 milyonu kadın, 550 milyonu erkeklerden oluşuyor. Diğer yandan toplam 5.1 milyar insan dünya nüfusunun yüzde 75’i herhangi bir sosyal güvenceden yoksun olarak yaşıyor. ILO ve IILS, iklim değişikliği tehdidine koşut olarak güvencesiz istihdam biçimlerine karşı insan onuruna yakışır iş taleplerini dile getiriyor.

Tüm bu talepler sonucunda, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban ki Moon 23 Eylül  2014 yılında dünya liderlerini acilen tedbir alınması çağrısıyla New York’ta düzenlenecek iklim değişikliği zirvesine davet etmişti ve ardından da  aynı Eylül ayında  New York’ta ve tüm dünya kentlerinde gezegenimizin doğal kaynaklarına sahip çıkılması ve daha adil bir dünya için halkların iklim değişikliğine hayır yürüyüşleri düzenlenmişti. Bunlara baktığımda ne kadarı dikkate alındığı hepimizin malumu. Ülkemizde ise sermayenin doğa katliamı HES (Hidro Elektrik Santralleri) üzerinden devam etmekte. Sermayenin bugün gözünü diktiği iki yer var İstanbul ve ağırlıklı olarak Karadeniz Kentleri. Zaman zaman bunlara karşı insanlar seslerini yükseltmeye çalıştığında ise karşılında çözüm olarak biber gazı, cop ve gözaltı ile sonuçlanmakta. Bu konu ile ilgili daha çok yazıp çizeceğiz gibi görünüyor bu düzen böyle devam ettikçe.

Ruh sağlığınızı koruyarak mutlu ve barış içinde günler geçirmeniz dileğiyle.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yusuf Karakaş Arşivi