SİZE, KURU BİR DEĞNEK LAZIM!!

Siyasettin Muhafazakar kanadında çok söylenen bir söz vardır.
 “Görev istenmez verilir”
 Ben yıllardır bu sözü siyasi parti yetkililerinden duyarım.
 Duyarım ama çok da anlam veremem.
 Nedeni, cümleyi anlayamadığımdan değil elbette.
 Söylenenle fiiliyatın hiçbir zaman bağdaşmamasından.
 Muhafazakar kanadı temsil eden partilerde herhangi bir yere bir görevlendirmemi yapılacak olsa, hemen kulisler başlar. Kapı arkası görüşmeleri, telefonlaşmalar, mesajlar, arkadaş destek talepleri, ikili ziyaretler, önemli şahsiyetlerin referansları, rakip görülen en yakın dava arkadaşının açıklarını ortaya koymalar, kim kimle daha fazla yan yana gözüktü muhabbetleri, her hareketten bir yorum çıkarma halleri.
 Bitmez tükenmez bu kulis faaliyetlerinin başlığı her zaman “Görev istenmez verilir.”olmuştur! Aslında bu görevde ben olmalıyım ama bu kalabalıkta acaba parmak kaldırmam doğru olur mu cesaretsizliği hep ön plandadır. Hal böyleyken “ Görev istenmez verilir”  lafından siz ne anlarsınız bilemiyorum?
 Birde bu sözün demokrasideki yerine bakalım.
 Demokrasilerde bu sözü oturtacak bir koltuk da yok aslında.
 Neden derseniz? 
  Çünkü demokrasilerde seçim var.
 Görevi halk verir,  beğenmez ise yine görevden halk alır.
 Bu durumda ise “Görev istenmez verilir” mantığının demokrasi içerisinde bir tutar tarafı da kalmıyor, çünkü görev alabilmeniz için aday olmanız lazım. Aday olabilmek içinse görevi istemeniz,  göreve talip olmanız lazım.
 Bizdeki uygulaması ise halkın seçeceği kişi, önce birileri tarafından yukarda açıkladığım kulis! faaliyetleri ile belirleniyor., daha sonra ikinci birinin aday olması kesinlikle mümkün olamıyor, dahası ikinci bir kişinin adaylığına izin verilmiyor.
 Sonra meydana çıkılıyor, seçim yapılıyor.
 Sizce bu seçimi kim kazanır?
 Seçime giren o tek aday diyeceksiniz değil mi?
 Hayır.
 Aslında Benim için seçimi kimin kazandığından daha önemlisi kimin kaybettiğidir. Bu seçimin kaybedeni  halktır. Sizin kazandı zannettiğiniz o kişiler ise hiçbir zaman kazanamaz, kazandırılmaz, kazanması da mümkün değildir zaten,  çünkü elde bir kazanç olabilmesi için gerçek bir yarışın olması lazım ki böyle bir durum yok ortada. .Kazanan sadece sizi oraya getirendir ve kazandım zannedende sadece onun adamıdır, ve hep onun adamı olarak kalacaktır. Hiçbir zaman kendi başarısı olmayacaktır.  Daha da ötesini söylersem bana kızmazsınız sanırım.
 Mesela:
 Kazandım zanneden kişinin ileriki günlerde alacağı bir emir, onun dünya görüşüne uymasa hatta inanç değerleriyle bağdaşmasa bile yapmak zorunda kalırsınız,
 Şayet yapmaz iseniz ilk duyacağınız laf daha önceki size cazip gelen “görev istenmez verilir” ifadesi kadar masum ve saf olmayacaktır.
 Ya ne olacaktır?
 “SİZİ BURAYA BİZ GETİRDİK” Madem bunları yapamayacaktınız bizi niye uğraştırdınız.. olacaktır.
 Bu durumda seçilmiş gibi yapan atanmışlar, görev ve sorumluluk almazlar, ne zaman bir sorguya muhatap kalsalar, bizim yapabileceğimiz bir şey yok ki, büyükler böyle istedi sokağına sapıverirler.
 Sorumluluk almazlar çünkü, sorumluluğunu üstlendikleri,  cevap verecekleri bir halk yoktur karşılarında.
 Gelelim konunun özüne;
 Şimdi bütün bunları neden anlattım?
 Son günlerde Konya’ya yapılan yüksek düzey bürokratlara bakıyorum da içlerinde neredeyse hiç Konyalı yok.
 Önümüzdeki birkaç gün içerisinde bir iki atama daha yapılacak. Kulislerde konuşulanlara bakılırsa onların içinde de Konyalı birinin ismi geçmiyor.
 Diyorum ki, bu durum “Görev istenmez verilir” düşüncesinden mi kaynaklanıyor?, Yoksa Konyalı siyasetçiler yorgunluk belirtisi mi gösteriyor.?
 Çünkü bu atamalarda ağrımıza giden durumlar da var.
 Konya siyaseti o kadar yorgun ki, anlaşılan atamalarla ilgili hiçbir çalışma yapmıyorlar. Çünkü bakıyorsunuz, Konya’ya ataması çıkan bir bürokrat Konya ya gelmiyor.
 Ben istemem diyor.
 Efendim yanlış okumadınız.
 Ben Konya’yı istemem diyor… ve gelmiyor.
 Biz biliriz ki, Daha önceleri Konya’ya yönetici olabilmek için onlarca müracaat olur dosya üzerine dosya gelirdi.
 Şimdi Konya’ya yapılan atamalar sıradan bir atama gibi algılanıyor ve ne yazık ki ataması yapılan bürokrat  ben Konya’yı istemem, Konya’ya gitmem diyor.
 Konya istenmeyen bir il haline gelmiş de bizim haberimiz yok.
 Nereden nereye…
 Aklıma bir hikaye geldi sizle paylaşmak istiyorum.
 İki çocuklu bir aile hafta sonunu piknik yaparak geçirmeye karar verirler.
 En güzel  ağacın altına vardıklarında anne yemeği hazırlarken, çocuklar babalarıyla birlikte yürüyüşe çıkar.
Uzun uzun yürürler. Küçük oğlan çok yorulur ve babasına yalvarır…
"Ne olur beni kucağına al!”
 Baba: “Ben de yorgunum oğlum” demez. Tek kelime etmeden yolun kenarına gördüğü kuru dalı alır ve oğluna verir…
 “Al oğlum, sana güzel bir at.  Buna bin git!”
Çocuk sevinçle daldan atına biner ve koşarak, zıplayarak, dehleyerek annesinin yanına  doğru  uçar  adeta… Babasını ve ablasını çok gerilerde bırakarak.
 Baba , Gülerek kızına döner:   
“İşte yaşam budur kızım. Bazen zihnen ya da bedenen kendini çok yorgun hissedeceksin. İşte o zaman kendine değnekten bir at bul ve neşeyle yoluna devam et.
 Bu at, bir arkadaş, bir şarkı, bir çiçek, bir şiir, ya da bir demokratik seçim başarısının sevinci olabilir.”
 Sözüm Konya’ya hükmeden siyasetçilerin tamamına.
 Belki size de kuru bir değnek lazım..
 Ne dersiniz?

                     

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ali Demirayak Arşivi