
Mert Aslan
'YILDIZ YETİŞTİREN ADAM' VE SN. GÜLENİN SIRRI
Yayınlanma:
Hz. Muhammed iyiliğin şiddetidir, sevginin şiddetidir. Yaşadığı hayat, bunun canlı bir örneği ve tanığıdır. Eldeki kayıtlara göre, O’nun sağlığında çevresinde İslam’ı zorla kabul etmiş bir tek kişi yoktur; ancak O’na çıkar amaçlı olarak yaklaşmış olanlar vardır. Bu kişiler için ise şöyle denmiştir: “Bazı kimseler vardı ki, İslam’ın ve Müslümanların güç kazanmasından sonra kimi kişisel çıkar ve ikbal kaygıları ile O’na yaklaşmıştır; fakat tanıdıkça Güllerin Efendisi onlara her şeyden daha sevimli görünmeye başlamıştır.”
Şüphesiz, İslam’ı O’nunla tanımış olanlar çok talihli ve özel kimselerdir. Çünkü o güzellik anıtını bizzat gözleri ile görmüş, sesini ve konuşmasını kulakları ile işitip dinlemiş, hatta bazen O’na dokunmanın zevk ve onuruna erişmişlerdir. Bu ne müthiş bir mutluluktur!
O’nu tanımak kolay değildir. Bugüne dek pek çoğumuza gösterilen Hz. Muhammed imgesi, aslında tam olarak kendisi değildir. Dahası, onlardan bazıları o özel tasarım insanla uzaktan yakından ilgili bile değildir. Gerçek şu ki, zihnimizde O’nun gerçek imgesini oluşturabilmek için harcamamız gereken zamanın ve beyinsel etkinliğin sınırları sandığımızdan daha fazla olabilir.
O’nu tanımaya “iyi niyet” ve “masumiyet” ile başlamak, bir ön koşuldur. Çünkü O, sadece yüzünün, (Özellikle alın ve kaşlarının görünümü) açısından değil, ruhsal açıdan da bir bebek kadar masumdu.
Herkesle olan insani ilişkisi iyiydi. Her kim olursa olsun, birinin kalbini kıracak bir davranışta bulunduğu, birini ayıpladığı, kınadığı, küçük düşürdüğü görülmüş değildi. Gerçeği anlatmak için Ebu Cehil adlı ünlü düşmanının yanına yüzlerce kez gitmişti; oysa ayağına kadar gidip değişmeyen en insancıl tavrıyla ilişkisini sürdürmeye ve gerçeği anlatmaya çalıştığı o kişi, kendisine kötü bir son hazırlayacak komplolar kurmaktan bir gün bile vazgeçmiyordu. Ona olabildiğince iyi davranıyor, saygıda kusur etmiyor, güler yüzünü eksik etmiyor, sözlerini dikkatle dinliyor, hatta herhangi bir sorunu varsa içtenlikle ilgilenmeye hazır olduğu izlenimini koruyordu. Ebu Cehil düşmanca duygularına rağmen, herkes gibi O‘ndan kendisine zarar gelmeyeceğini biliyordu (Düşman olduğunuz kişiden emin olmak çok ilginç ve anlamlıdır). O tanıyan herkes için hesapsız bir dosttu, güvenilir bir limandı, başın yaslanacağı sıcak ve vefalı bir omuzdu, sorun çözen ve çözdüğü sorunun ardından muhatabının yüzüne doğacak minnet ışığını görmeyi bile beklemeyen bir iyilik simgesiydi.
O, zorun, şiddetin, baskının insanı değiştirmenin bir yöntemi olmadığının farkındaydı. Bu yüzden, yalnızca iyilik ve sevgi dillerini kullanıyor, böylelikle çevresi her geçen gün o iyilik ve sevginin şiddeti karşısında dize gelen yeni hayranları ile kalabalıklaşıyor, her birinin yüreğindeki o şiirsel hayranlık herhangi bir düş kırıklığı ile karşılaşmadan engelsiz bir nehir gibi coşarak hızlanıyordu. O’na duydukları saygıyı oluşturan ve güçlendiren tek bir şey vardı: Yağmur suyu kadar saf bir sevgi...
Allah’ın Elçisi, kullandığı dupduru sevgi dili ile aynı zamanda çevresindeki kimselere parlak bir örnek sunuyordu. Nitekim O güneşin ışıkları altında büyüyen kimseler hızla gönüller fethederek haleyi genişletiyordu. Onlardan yalnızca biri olan Mus’ab Bin Ümeyr adlı genç ve yakışıklı adam, bu şekilde ortalama yetmiş kişiyi İslam’a kazandırmıştı. Ölümü göze alarak en azılı düşmanların yanına gidiyordu. Yanına gittiği kişilerden bazıları, kılıçlarını kınından yarıya kadar çıkarmış halde bekliyordu. O ise tüm içtenliği ile:
“Kardeşim. Seninle konuşmak için buradayım. Önce bir kez dinle lütfen. Ondan sonra istersen beni öldürebilirsin.” diyordu.
Samimi bir sevgi ve iyilik dilinin yere indiremeyeceği bir silah ve onun şiddetine boyun eğmeyecek bir insan yoktur.
İşte bu, sevginin ve iyiliğin şiddetidir, baskısıdır. Hiç kimse onun baskısına uzun süre direnemez. Güllerin Efendisi’nin ve O’nu gerçekten anlayıp örnekleyenlerin en etkin silahı da budur.
Yanılıyor olabilirim; ama hayatı hakkında okuyup dinlediklerimden tanıyabildiğim ve anlayabildiğim kadarıyla, Sayın Fethullah Gülen Güllerin Efendisi’ne karşı müthiş bir aşkla yüklüdür ve O’nun sunduğu mükemmel insan ilişkileri modelini en iyi tanıyan, hayatına ve insan ilişkilerine en iyi uyarlayan İslam bilginlerinden biridir. Bu yüzden, bugüne dek normal olan pek çok kimseye nasip olmadığı kadar fazla sayıda bir hayran kitlesine sahip olmuş ve hayranlarını hizmet için dünyanın dört bir yanına bu denli pazarlıksız bir güvenle mobilize edebilmiş olmasına şaşırmamak gerekir. Abartısızca söyleyebilirim ki, o modeli kopyalayan herkes zaman içinde bir halk kahramanına dönüşme potansiyeline zaten sahiptir…
Bildiğim kadarıyla Edirne’de bir camide imamlık yaptığı genç yaşında bile, oradaki bütün mülki ve idari erkanla çok sıcak ve samimi dostluklar kurmayı başarmış. Size karşı samimiyet ve güvenilirliğini bu kadar kanıtlamış bir insanla hiçbir ideolojik bağınız olmasa bile, insan olarak ondan vazgeçemezsiniz.
Yenilerde okuduğum bir anısını, bu sevgi ve şefkat dolu ruh haline ışık tutması bakımından manidar buldum: “Bir gün odama bir arının girdiğini gördüm. Biraz halsiz ve keyifsiz görünüyordu. Aç olabileceğini düşünerek bir bal kasesinin içine bıraktım; ancak durumu değişmedi. Sonra bahçeye çıkarıp ağaçlara, çimenliklere bıraktım. Yine düzelmedi ve çok geçmeden öldü. O kadar üzüldüm ki, başına oturup yarım saat ağladım.”
Bir insanı tanımanın en güvenilir yolu, hayatını, yaptıklarını, yazdıklarını ve konuştuklarını okumaktır. Benim okumalarımdan anladığım budur. Yukarıdaki türden bir bağlantının kurulamayacağını düşünenlere de, her iki yaşam öyküsünü okuyup karşılaştırmalarını öneriyorum. Çok büyük paralellikler görecek ve şaşıracaklardır. Hz. Muhammed miras olarak bize muazzam derecede etkileyici bir “insan ilişkileri modeli” bırakmıştır; ancak üzülerek görüyorum ki bunun üzerinde ciddi anlamda ve içerikte araştırmalar yapılmamıştır.
Yanı başımızda duran o kocaman ve parıltılı hazineyi çok iyi görebildiğimizi sanmıyorum. O görkemli varlığın gerçek görüntüsünün etrafına doldurulmuş bir yığın protokol kurallarının ve içi boş klişelerin ardında kaybolmuş olması ne hazin bir şeydir!
Yıldız Yetiştiren Adam yeterince ya da doğru anlaşılmamaktan ıstırap duymuyor mudur sizce?
Kişisel olarak, okurlarıma ve yakınımdaki dostlara Hz. Muhammed hakkında bütün bildiklerini unutmalarını öneriyorum.
Unutalım kafamıza yerleştirilmiş olan Hz. Muhammed’i… Bize gösterilen resimdeki adam o değil… O başka biri… Dillerinin olanca sefaletine karşın, kırık dökük cümlelerini tamir ederek baştan okumanız gereken kitaplarda tümüyle iyi niyetli ve alıcı gözlerle onu yeniden arayalım… Eminim “Bilginin ve Aşkın Güneşi” tüm güzelliği ve ışıltısı sile karşımıza çıktığında, diğer bütün sevgililer yerlere saçılmış değersiz cam kırıklarına dönüşecektir…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.