PARKTA ŞARABI DİKMEK!

Artık “arkaik” sıfatını iyice hak etmiş olan Türk solunda “demokratlık” edebiyatı kuvvetli, ama kültürü hiç yoktur. Epey bir zaman önce, daha eski yıllarda yasadışı sol bir örgüt içinde pek çok eylemlere karışmış saygıdeğer bir abimle otururken şöyle demişti: “Bizim söylediklerimizle yaptıklarımız birbirini pek tutmazdı. Örneğin kadın hakları için yürüyüş yapar, olay çıkarır, polisle çatışırdık. Sonra da eve gidip karılarımızı döverdik.”
Maksat eylem yapmak olunca, gerisi önemsiz birer teferruata dönüşüyor. TV’lere söyle bir bakın. Her yerde bunların eylemi vardır. Meclisten bir yasa geçecekmiş, koşun eyleme! Falan yerde bir bar kapatılıyormuş, koşun! Falan yere köprü yapacaklarmış, yetişin! Falan yerde bir ağacı kesmişler, daha ne duruyorsunuz!
 Bunlar, İstanbul’da bir ara Çanakkale Zaferi’ni kutlayanlara da saldırdılar. O zaman bunları tanımayanların bazıları şaşkınlıktan küçük dilini yutacak gibi oldu; oysa şaşılacak hiçbir şey yoktu. Emperyalizme bu kadar karşı oldukları ve Çanakkale Savaşı tarihte emperyalizme karşı verilmiş en şanlı kavga olduğu halde, onu kutlayanlara baskın yapmanın mantığı var mıydı? Yoktu tabii! Çünkü kafatasında tavuk kadar beyin olmayanın yaptıklarını akıl ve mantıkla izah etmeye çalışmak, bir delinin konuşmalarında hikmet aramak da ayrı bir aptallıktır. Eylem eylemdir; amacı ses çıkarmaktır.
İş bu kadar basit değil elbet. İstikrarlı bir biçimde savundukları samimî ve tutarlı görüşleri de var. Örneğin son günlerde, kafayı, şaraba, rakıya, biraya fena takmış durumdalar. Her yerde içeceklermiş! Yollarda, araçlarda, eski duvar diplerinde, parklarda, bahçelerde, her yerde… Kısacası, her istedikleri zaman ve yerde kafayı şaraba vurabilme özgürlüğü…
Bakın pek sevgili şarapçı ve rakıcı kardeşlerimiz! Bu kadar korkmaya gerek yok, hiç kimse sizin sarhoş olma özgürlüğünüze ilişmeyecek. Nitekim Osmanlı Devleti zamanında bile isteyen herkes şarap küpünde yüzebiliyordu. Bazı kitaplar, Bişr-i Hafî diye bilinen Allah Dostu’nun tasavvufî kulvara girmeden önce kırk yıl boyunca içki içtiğini yazıyor. Kırk yıl boyunca içkiyi nereden bulmuştu? Demek ki, o dönemde bile alkolün önüne geçilememiş... Şimdi gidin İran’a, bir otele yerleşin, oradaki görevlilerden şarap isteyin de bakın bakalım, beş dakika içinde ayağınıza getiriyorlar mı getirmiyorlar mı? Ama şimdi çıkıp da “Ben her yerde içeceğim! Parkta da kafaya dikeceğim!” diye tutturursanız anarşi çıkar. Zaten bu konu ne zaman ısınsa, şarapları alıp parka koşuyorsunuz. İyi de, şimdi bazı insanlar aileleriyle, eşleriyle, nişanlılarıyla, sevgilileriyle, metresleriyle (her neyleriyse), biraz temiz hava almak, kafa dinlemek, hoşça vakit geçirmek için parka geliyorlar. Sizin gibi şarapçı/rakıcı kardeşlerimiz de oralarda içip içip kendini kaybederek naralar atıyorlar, gürültü ve taşkınlık yapıyorlar, ona buna sataşıyorlar. Oldu mu şimdi? Uğrunda eyleme geçtiğiniz şey bu mudur? Yılmaz Güney de Yumurtalık ilçesi savcısını lokantada eşinin ve çocuklarının gözleri önünde öldürmeden birkaç dakika öncesinde yandaki rakı masasında birkaç arkadaşıyla birlikte aynı taşkınlıkları yapıyordu (Buna, tabancayı çekip lokantanın tavanına bir el ateş etmek de dâhildi). Savcının garsonu yanına çağırıp söylediği son sözler, aynı zamanda işlediği en büyük hata olmuştu: “Lütfen şu arkadaşlara söyleyin, yaptıkları terbiyesizliklere devam edeceklerse, haklarında işlem yapmak zorunda kalacağım!”
Her yerde içebilme isteği, hiçbir ülkede etik bulunmaz ve hoş karşılanmaz. Çünkü “sarhoşluk hali” sadece size değil, çevreye de zarar veriyor. İstatistikler, aile içi şiddetin, kavgaların, trafik kazalarının yüzde elliden fazlasının sarhoşluk neticesinde meydana geldiğini söylüyor. Dolayısıyla, sarhoşluk suç ve sorun üreten bir olgudur. Adam, örneğin kavga çıkararak ya da trafikte kazaya yol açarak insanları öldürüyor, sonra da  “Sarhoştum, hatırlamıyorum.” diyor. Hatırlamamak, sizi yok ettiğiniz hayatların sorumluluğundan kurtaramaz; ama o tür suçları işlememenin basit bir yolu var: Canınızın istediği her yerde içmeyeceksiniz! En klasik şekliyle, ya şarabı ya da rakıyı aldığınız yerde gazete kâğıdına sardırıp koltuğunuzun altına alarak eve gideceksiniz ya da meyhane, birahane gibi mekânlara gidecek, adam gibi oturup içecek, sonra da kendinize bir taksi çağıracaksınız. Yani kimseyi rahatsız etmeyecek ve öldürmeyeceksiniz. Sizin içki keyfinizi canımızla ödemek zorunda değiliz.
Üstelik burada ortaya sadece ilkesel değil, aynı zamanda insan asaletine yakışmayan bir sorun çıkıyor: İçki içmek, insanın soylu düşünme yetisinin bir ürünü olmadığı gibi, saygıdeğer bir dünya görüşünün herhangi bir yerine de oturtulamaz. Olsa olsa, eğlence dünyasının bir parçasıdır. Başka bir deyişle, solun peşinden koştuğu herhangi bir fikir mimarisi yoktur! Ne kadar perişan ve zavallı bir haldeler! Namussuz bir ayyaş olmak, serserilik etmek, gece yarılarına kadar içerek yerlere yıkılıp çamurlardan toplanmak ne zamandan beri uğrunda mücadele edilmesi gereken birer fikir ve değer oldu?
Daha önce laikliği abartırlardı. Sayın K.K. o balonu söndürdü sayılır. En azından lüzumsuz gürültülerden birinden kurtulmuş olduk. Allah, zat-ı alilerini başımızdan eksik etmesin.

 

 

 

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mert Aslan Arşivi