Adana’da doğmuşum. Annemin hangi Türk boyundan olduğunu bilmiyorum; ama babamın tatar Türklerinden olduğunu üniversitede okuduğum sırada öğrendiğimi hatırlıyorum. Bunu önemsememiş olduğumu da… Çünkü hiçbir yaşta insanları ırksal kökenlerine göre sınıflandırmakla ilgili bir sorunum olmadı benim. İlkel kabile toplumlarına özgü bir tutumdur bu. Ben Amerika’da doğmuş bir WASP ya da zenci, Afrika Kıtası’nın izbe bir yerindeki bir aşiret veya kabilenin içinde doğmuş bir yerli ya da Çin’in ortasında dünyaya gelmiş bir adam olabilirdim. Aynı şekilde, tabii ki Anadolu’da doğmuş bir Türk olmayı da kendi irademle seçmiş değilim. Kendimi ya da bir başkasını değerlendirmek için, nitelikli insanlığın neresinde veya hangi aşamasında olduğumuzdan daha önemli bir ölçüt olabilir mi?
Dolayısıyla, özellikle insanların bir “dünyalı” kimlik ve bilincine doğru evrilmekte olduğu bu dijital devrim çağında, birilerinin hala doğuştan getirilen ve doğal olarak istemdışı bir durum olan etnik mensubiyete dayalı bir ideoloji ve siyaset izlemeyi seçmiş olduklarını görmekten haklı bir rahatsızlık duyduğumu düşünüyorum. Daha doğrusu, insanların etnik köken damarına basarak oraya buraya kışkırtmak ve sırf bu yüzden birbirine kötü bakar, birbirine diş biler hale getirmeye çalışmaktan daha insafsız ve ahlaksız bir siyaset düşünemiyorum.
Birileri, “Sorun bu değil; ama kimliğimizden kaynaklanan temel haklarımızdan yoksun bırakılıyor ve çeşitli biçimlerde aşağılanıyoruz.” diyor olabilir ve herkes bunu anlar. Gerçekten de, bu ülkenin doğusunun çok uzun zamanlar boyu ihmal edilmiş olduğunu yadsımak olası değildir. Hiç kimse, “Kardeşim, bu ülkede her yurttaş çalışıp çabalayıp her makama gelebiliyor, öğretmen olabiliyorsunuz, avukat olabiliyorsunuz, doktor olabiliyorsunuz, milletvekili olabiliyorsunuz, isterseniz başbakan, hatta cumhurbaşkanı bile olabilirsiniz, size ‘Olmayın.’ diyen var mı da yakınıp duruyorsunuz?” demesin. Hayal kurmak insana özgü ve ücretsiz olduğu halde, içinde bulunulan ekonomik ve sosyo-kültürel koşulların kişinin ne olup ne olmayacağı, istediği şeylerin ne kadar olup ne kadar olmayacağını belirleyen başlıca etken olduğunu anlamaya çalışsın biraz. Empati diye bir şey var değil mi? Ondan bir eser yoksa sizde, çaresi var. Empati, öğrenilebilen bir beceridir.
Matematiği nasıl öğreniyorsanız, onu da öyle öğrenebilirsiniz.
Bu sorun, dün ortaya çıkmış değildir. Cumhuriyet tarihi boyunca, irili ufaklı tam on altı Kürk ayaklanması yaşanmıştır. O gün ve bugün olanlar, devletin izlediği aşırı milliyetçi politikaların kaçınılmaz bir uzantısıdır. Doğuya gittiniz mi bilmem. Yoğun Kürt nüfusun başladığı Şanlıurfa’dan itibaren, dev puntolarla dağa taşa nelerin yazıldığını herkesin görüp bilmesini isterdim. Devletin klasik kafasının hiç değişmediğini, orada açıklıkla görebilirsiniz. Diğer bir yönüyle, eskiden dünyada Birleşmiş Milletler yoktu, Avrupa Birliği yoktu, AİHM yoktu vs. Sorun çıktığı zaman, tanklar, toplar ve bomba yağdıran uçaklar yetiyordu ve hiç kimse hesap soramıyordu. Şimdi ise, AB sürecinde bulunan hükümetin elinde bulunan kullanılabilir tüm seçenekler birtakım “yumuşak güç enstrümanları”ndan ibaret görünüyor.
Kürt dostlarım arasında, benim Türklerin geçmişte evrensel insani ve İslami değerler uğrunda yapmış olduğu göz kamaştırıcı işlere hayranlık duyduğumu bilmeyen biri yoktur, bunları ballandıra ballandıra anlatırım yeri geldiği vakit; ama bugüne dek bundan dolayı birbirimize duyduğumuz kardeşçe sevgi hiçbir hasar görmemiştir. Nedir bu, gerçekten bir sorun mu? Görüşlerinizi uygarca ve tatlı bir dille ifade etmeyi ve tartışmanın edebini bildiğiniz sürece, bu asla bir sorun olmayacaktır. Ben annemle babamı çok severim; fakat her konuda aynı düşünmeyiz. Aslında, iş bu kadar basittir. İnsanlık, sevgi ve dostlukla, etnik kökeni veya siyasi görüşü birbirine karıştırmamadan yaşamayı ne zaman öğreneceğiz acaba? Farklılıklarımızı sevmesek bile, hiç değilse saygı ile karşılamayı ne zaman öğreneceğiz? Farklılıklarımızı bir fitne unsuruna, ayrışmaya, çatışmaya dönüştürmeye çalışanların hain olduğunu ve o hainleri elimizin tersiyle iterek tarihin çöplüğüne atmamız gerektiğini ne zaman anlayacağız?
Son zamanlarda terörün azmış olduğunu ve terör örgütünün bağımsız bir Kürt devleti taleplerini daha açık ve pervasız sözlerle dile getirmeye başladığını görmeyen yoktur sanırım. Kimileri, bundan AK Parti hükümetini sorumlu tutuyor. Doğrudur, hem de ta kendisidir. Şu nedenle ki, Türkiye ilk kez bu hükümet döneminde güçlü bir şekilde eski Osmanlı hinterlandına dönüş sinyalleri yayarak dış politikasında bir “eksen çeşitlenmesi”ne yönelmiş bulunmaktadır. Önünüzdeki vizyon buysa eğer, kendi içinizde huzur ve güveni bir şekilde sağlamak zorundasınız; fakat dünyanın büyük güç merkezlerinin böylesine büyük bir vizyonu hayata geçirmenize seyirci kalacağını düşünmek bir safdillik olur. Türkiye büyük hedefe doğru yürüdükçe ve yaklaştıkça, onlar da onu parçalamak ya da en azından hasta etmek ve güçten düşürmek için ellerindeki bütün olanakları daha etkili bir biçimde seferber etmektedirler. Şu anda kullanmakta oldukları en büyük enstrümanın ise, PKK terör örgütü olduğunu söylemeye gerek yoktur. Kısacası, bugünkü ülke yönetimi büyük düşünüp büyük adımlar atıyor olmanın bedeli ile yüzleşmekte ve rolünü ciddiye alırken inatlaşmanın bir gereği olarak her türlü riski almak zorunda kalmaktadır. Ya ülkeyi iç savaştan kurtarıp cennetsi bir barış ve istikrar adası olarak tüm Türk ve İslam dünyasının liderlik koltuğuna oturtacak ya da artarak devam eden toz dumanın, gürültünün ardında kendi iç sorunları ile boğuşup duran silik bir ülke bırakacaktır. Allah’tan dileyelim ve sağduyulu çabalar gösterelim ki, birinci ve en iyi seçenek gerçekleşsin; bir süre sonra doğudakiler batı illerinde yaşayan, batıdakiler de doğu illerinde yaşayan yakınlarını görmek için pasaportlu vizeli turist olmak zorunda kalmasınlar.
Son bir not düşeyim: Yaşanan süreçte en tehlikeli davranan partiler, MHP ve onun Kürtçe versiyounu olan DTP’dir. (Yeni adı ne olacak bilmiyoruz.) Biri ülkenin batısına, öteki ise doğusuna dört elle sarılmış vaziyette, ters istikamete doğru var gücüyle çekmektedir. Doğusuyla batısıyla ülkemiz, sorumsuzca davranan bu iki partinin insafına bırakılmayacak kadar önemli ve güzeldir. Terör örgütünün istediği şey, Türklerle Kürtler arasında düşmanlık ve çatışma çıkararak bunu ülkenin her mahallesine ve her sokağına yaymaktır. Tıpkı 12 Eylül’den önce olduğu gibi… Oysa istedikleri olduğu takdirde ekonomi ve demokrasi kaybedecek, faturası da askerlerin dışındaki herkese çıkacaktır.
Biz çocukken, insanlar birbirini severdi. Umarım, ülkemiz pek yakın bir zamanda çocukluk hatıralarımızdaki kadar huzurlu olur. Umarım, bu topraklar eskiden olduğu gibi hep güzel dostluklar bitirir. Lütfen birbirimize iyi davranalım. Aynı ülkeyi yeniden kuralım hep birlikte… Annelerin üzülmediği ve yüreklerindeki buzulların gözlerinden akmadığı bir ülke olsun…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.