Allah’ın ve O’nun değer verdiklerinin yolunda hayatını verenlerin ilk ve en büyük ödülü hayattır. Basit ve kısacık dünya hayatlarını vermiş, karşılığında lüks ve sonsuz bir başka hayatı almışlardır. Tıpkı ceza gibi, ödül de onu gerekli kılan işin cinsindendir. Haksız ve suçsuz yere birinin hayatını alırsanız, cezası hayatınızı vermektir. Tersine kendi hayatınızı başka hayatların devamı uğrunda feda ederseniz, ödülü daha güzel bir hayat olmalıdır. “Şehitler ölü değildir.” kuralının özünde bu vardır. Şehitler öldüklerini asla anlamaz ve bilmezler. Çünkü mekan değiştirirken, ölümün bildik acılarını tatmazlar. Ölümlerine neden olan faktör her neyse, o kendilerine ulaşmadan hemen önce birileri (O birileri, kişinin makamına ve duruma göre İnsanlığın ve Mahşerin Efendisi Hz. Muhammed olabilir, melekler olabilir, veliler olabilir, cennet kızları olabilir.) tarafından olay yerinden alınır ve cennetin kıyılarında bir yerlere götürülürler. Bir bakıma, kendilerini birdenbire daha güzel bir başka dünyada bulmuş olurlar.
Geride bırakmış oldukları aile ve akrabalarını unutmazlar. Olasılıkla gittikleri yerde geçici olarak ailelerinin ortamına benzer bir ortam da hazırlanmıştır.
Şehitlik, özünde niyete bağlıdır. Bir insan her nerede ve her ne uğrunda kavga veriyor olursa olsun, kalbindeki niyet Allah’ın yolunda olmak ve O’nun gönlünü kazanmaksa, o uğurda hayatı bittiği andan itibaren şehitlik makamına geçer. Çünkü insanın içindeki niyet, yaptığı işten üstündür.
Dünyanın ünlüleri olduğu gibi, cennetin de ünlüleri vardır. Nebiler, veliler ve şehitler, cennetin ünlüleridir. Orada dolaşırken cennetin diğer sakinleri onları hayranlıkla, gıptayla izler, büyük bir saygı gösterirler. Onlar gittikleri her yerde özel protokoller, özel ikramlar ve coşkulu sevgi gösterileri ile karşılanırlar. Herkes onlara biraz daha yakın olabilmek, dokunabilmek ve onlarla konuşabilmek için can atar.
Makro düzeyden bakılarak söylenen “Falan grup falan grupla kavgaya tutuşturuldu. İkisine de aynı yerden silahlar veriliyordu, iki taraf da aynı mihraklar tarafından güdülüyordu.” gibi iddialar tümüyle doğru olsa bile, Anadolu’yu istila edip ele geçirmeye ve onu dünyanın azman güçlerinden birine bağlayıp onun sömürgesi haline getirmeye çalıştığını düşündüğü bir siyasal kampa karşı saf ve asil bir niyetle savaşırken canını veren bir kimsenin şehit olmayacağını hiç kimse söyleyemez. Orası, bizim suretlerimize değil, yalnızca yüreklerimize bakan Yüce Sultan’ın tasarrufunda olan ayrı bir bölgedir. “Niyet bölgesi”, “işler bölgesi”nden tamamen ayrı değerlendirilmektedir.
Şehitlerin başka bir özelliği ise, Yıldızların Efendisi’nin “nübüvvetin 46’da biri” ve “müjdeler” diye tanımladığı rüyalar yoluyla şehadet haberinin genellikle kendilerine, kimi zaman da yakınlarından birilerine ulaştırılıyor olmasıdır. Onlar, da bir çeşit Aşere-i Mübeşşere sayılabilirler. Çünkü şehadetle müjdelenmek, cennetle müjdelenmek demektir.
12 Eylül 1980 askeri darbesini izleyen süreçte idam edilen ülkücü gençlerden birinin hikayesini bir TV kanalında yakın arkadaşlarından birinin ağzından dilemiş ve hikaye bittiğinde gözyaşlarım sel olmuştu. O günden bu yana dinlediğim olayı zaman zaman birilerine anlattığım oldu; ama boğazıma düğümlenen kederle akmaya hazırlanan gözyaşlarıma mani olmak için hikayenin sonunu getirmekte hep zorluk çekmişimdir.
Adını şu an hatırlayamadığım ülkücü eylemci genç, darbenin ardından tutuklanır. Elbette ki, çeşitli işkencelere maruz kalır. Zaman gelir, duruşma günleri başlar. Mahkeme safahatı sonunda ise, idamına hükmedilir.
İdam gerçekleştikten sonra, doğal olarak ailesi için yas günleri başlar. Annesi oğlu için her gün dualar üstüne dualar okur; ancak bu arada bir şeyi çok fazla merak etmektedir: Dualarında Allah’tan en çok istediği şey, oğlunun “boş yere” mi öldüğü, yoksa şehit mi olduğunu anlayabilmesi için kendisine açık bir işaret göstermesidir. Yalvarır durur.
Nihayet bir gün bir rüya ile sorusunun yanıtı verilir: Rüyasında, cennetin bir bahçesinde bulur kendini. Bulunduğu yerde, bazı erkek ve bayan sahabeler toplanmışlardır. Toplanmış olmalarının özel bir nedeni olduğu bellidir. Bunu konukların kendi aralarındaki konuşmalarından anlar; fakat tam olarak ne için toplanıldığını bilemez. Kalabalığın arasında merakla dolaşırken bayan sahabelerden birinin yanına sokulur ve sorar:
“Neler oluyor burada? Niçin toplanmışlar?”
Bayan sahabe yanıt verir:
“Bugün burada senin oğlunun düğün töreni var. Nikahını Efendimiz kıyacak, O’nun teşrif etmesini bekliyoruz.”
Bu olayı ne zaman anlatsam, gözyaşlarımı tutamam… Şu anda da aynı durumdayım…
Bugün bu aziz şehidimizin hatırasını, CHP ve malum terör örgütünün siyasal ayağı olan BDP ile kol kola girip 12 Eylül darbesinden hesap sorulabilmesini de içeren anayasa reformuna anlama zahmetine bile girmeden şiddetle karşı çıkan MHP yönetimine atfediyorum…
“Ülkücülerin CHP’nin, terör örgütü ile arasına mesafe koymak istemeyen BDP’nin ve YARSAV’ın yanında ne işi var? Ülkücülüğün imajını ve 12 Eylül darbecilerinin idam ettiği ülkücü şehitlerimizin şerefini beş paralık etmek için böylesi bir ilkesizlikten daha kötü bir neden olabilir miydi acaba?” diye düşünen partililerin sayısı gittikçe artıyor…
İnsanlar üzülüyor, kırılıyor…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.