
Mert Aslan
Şalvarı ve donu ayakta giymek
Yayınlanma:
Geçenlerde Sayın Başbakan’ın İnönü döneminde bazı kitapların yasaklandığı iddiaları üzerine muhalif gazetelerden biri örnek verilen kitaplardan birini arayıp bulmuş ve bazı alıntılar yapmış… Orada geçen hükümlerden biri de şuymuş: “Şalvarı ve donu ayakta giymek, büyük bir günahtır.”
İtiraf edeyim ki, bu sözlere birkaç gün boyunca güldüm.
İşte bu komik sözler, bu ülkede ve Avrupa’da İslam’dan haz etmeyen kesimlerin zihninde yer etmiş olan imajıdır. Giyim ve mantalitede trende uymayan, her zaman ve her konuda eski çağları özleyen ve elinden geldiğince yaşamaya çalışan, eski püskü, küflü paslı, itici bir insan tipi…
İşin daha kötü olan yanı ise, burada uzun zamandır kendilerini “Müslüman” olarak sunan ve onun temsilcisi gibi davranan bazı kişiler ve onların etrafında toplanmış kitlelerin eskiden beri bu imajı canlı tutmak için ellerinden geleni artlarına koymuyor olmasıdır. Bu tutum, en çok da İslam’a zarar veriyor…
Eğer Türkiye bugün ikinci bir 28 Şubat sürecini yaşıyor olsaydı, kuşkusuz, “ilk kullanılacaklar listesi”nin başlarında şu cübbeli adam gelirdi. O dönemi hatırlayanlar, ne demek istediğimi anlayacaktır. Şüphesiz insan olarak hemen hepimiz biraz kirliyiz; ancak o arada böylesi tipler arasında o karanlık zaman tünellerinden çıkıp kurtulmuş bir ülkede içgüdülerin rehavet ve hazları ile bezenmiş yer altı dünyasına girmenin daha kolay ve sürdürülebilir olduğu kanısı yaygınlaşıyor olabilir. İnsan, her zaman biraz tedirgin olmak zorundadır. Hem dışarıya, hem kendi içine doğru… Çünkü kendini tamamen güvende hissettiği zaman diliminden daha tehlikeli bir yer yoktur. Eksiksiz güvenlik duygusu ya da ona çok benzeyen dokunulmazlık durumunda, insan kendi içinden ayaklanıp doğrulan “ihtiras” ve “benlik” adlı dev canavarların iki yönlü baskısına girmeye başlar. Bu iki kritik koşulda direnciniz kırılır, onlarla kavgaya giremezsiniz, sûreten girseniz de mutlak kaybeden taraf olursunuz. İşte sırf bu yüzden, Güllerin Efendisi Bedir akabesinin aşılmasının ardından “küçük cihadın bittiğini ve büyük cihadın başladığını” söyleme gereksinimi duymuştur. En gerçek ve zorlu savaş, kişinin kendisiyle olandır… Kendini ıslah etme, düzeltme, disipline etme mücadelesi… İnsan sıkıya gelemez, kendini salıvermek, istediğini yapmak, istemediklerini yapmamak, istediğine sahip olabilmek ister.
Cübbeli adam, kendi içinde iyi biri... Her insan gibi onun da zaafları var ve bunu anlamak zorundayız. Din adamı olarak hukuksal ve toplumsal düzenle insani zaafları arasında bir denge kurmak zorunda kalıyor ve herkes kadar zorlanıyor. Toplumsal linçten korunacaksın, karının şerrinden uzak duracaksın, Allah’ın gazabından sakınacaksın.
Zor iş gerçekten… Ama eğer kendimizi “Müslüman” olarak takdim ediyorsak, en azından şalvar ve don giymeyi özleyen, şalvarı ve donu ayakta giymenin de büyük günah olduğunu düşünen, yani bunlarla uğraşan kimse imajından kurtulamadığımız takdirde, İslamiyet’i tebliğ ve temsil iddialarını derin dondurucuya kaldırsak daha hayırlı bir tavır takınmış oluruz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.