
PALAYLA GELEN VAHŞET
Bir sabah kalktığınızda daha dün konuştuğunuz komşunuzun, iş yerinizdeki arkadaşınızın hatta kendi eşinizin dahi size düşman olduğunu, sizi öldürmek istediğini düşünün. Gerçek hayatla bağdaştırmadığınız, Amerikan filmlerinden fırlamış gibi duran bu sahne ne yazık ki yıllar önce tenleri gibi bahtları da kara olan Afrika’da yaşandı. Yaklaşık 100 günde 800 bin insan maşette denilen palalarla, sopalarla ve kurşunlarla, ülkede bulunan BM Barış Gücüne rağmen acımasızca katledildi. Bir ülkenin kendi içinde ötekileştirilmesinin en acı karşılığıydı ölümler. Basına pek yansımadığı için dikkat eden de, dikkat çekmek isteyende olmadı. Nasıl ki bugün milyonlarca insanın bu kıtada iç savaştan, açlıktan, susuzluktan ölmeye devam etmesi duyulmuyorsa o dönemde de duyulmamıştı yaşananlar. Bugün Türkiye’yi soykırımla, barbarlıkla suçlayıp günah keçisi ilan etmeye çalışan Avrupa Devletleri, tüm zenginliklerini sömürdükleri kara adamları dış dünyaya kapalı hale getirdiler. İşgal et, sömür, iç çatışmalarla birbirine öldürt, kayıpları gizle ardından ak bir alınla çık kamuoyuna. Bununla da yetinme işgalle fetihi aynı kulvarda değerlendir Türkiye’yi suçla. Batılı Devletler kanlı ellerini gizlemeye çalışa dursun yıllar önce Raunda’da meydana gelen katliamın acısı asla kapanmayacaktır. Göz göre göre, Barış Gücü adı altında sözde asker coniler, bir milyona yakın insan doğranırken izlemişlerdir. Vakti olan, konuyu merak eden ve açıkçası midesi kaldırabilecek olan varsa, internetten fotoğraflara çok rahata ulaşabilir. Raunda katliamı Coşkun Aral’ın fotoğraflarıyla ülkemizde duyulsa da bilmeyenler için kısaca duyurmakta fayda görüyorum.Dünya kupasında desteklediğimiz, mağlubiyetleri bizleri de üzen Afrika’nın kaderinde asırlık bir mağlubiyet var. Bugün Hıristiyan misyonerlerin cirit attığı ülkede büyük katliamın üzerinden on beş yılı aşkın zaman geçmesine rağmen iç karışıklıklar yazık ki tam olarak dinmedi. 1994'de gerçekleşen bu olay özünde etnik bir grubun (Hutular), bir başka etnik grubu (Tutsiler) soykırıma uğratmasıdır. Acı ölümlerin enteresanlığı da burada başlıyor. 2. Dünya savaşından sonra ülkeyi sömüren Belçika, insanları etnik kimliklere ayırırken öyle yöntemler uyguladı ki şaka gibi. Herkese ırkını gösteren kimlikler dağıtıldı. Tutsi ve Hutuların aslında ortak olan dil-gelenek-etik geçmişleri ve kültürleri yok sayılarak, bir tür yapay ırksal ayrımcılığa başlandı. İşe alımlardan hastane kabullerine kadar bütün kararları ırksal farklılıklara göre belirlendi. Tutsilerin daha ince yapılı ve narin bir görünüşe sahip olduğu iddia edilerek, uzun boy, güzel görünüm gibi fiziki özellikleri olanlar Tutsi sayıldı. Bunun yanında zengin olanlar, örneğin, 10 inekten daha fazlasına sahip olanlar da Tutsi olarak değerlendirildi. Tamamen dış güçler tarafından organize edilen bu durum ülke için iç savaşı kaçınılmaz kılar. Her türlü altyapısı hazırlanan çatışmalar 6 Nisan 1994 yılında Başkanın uçağı düşürülmesiyle patlak verir. Hutular bu olayın sorumlusu olarak Tutsileri göstermiş ve tarihin en kanlı katliamlarından biri başlamıştır. Barış Gücü'nün asker sayısını 2.598'den sadece 270'e indirmesiyle Hutu milislerinin adeta önünü açmıştı. Çocukları önünde öldürülen anneler, anneleri önünde öldürülen çocuklar, ailelerin önünde tecavüze uğrayan kızlar, ölmek için yalvaran insanların olduğu sokaklarda Çin’den ithal edilen kör palalarla oluk oluk insan kanı akıtılmıştır. Bu tarihten Temmuz ayına dek tam 1 milyon Tutsi ve ılımlı Hutu katledilmiş ve 2 milyon Tutsi ise göç etmişti. Olaylara müdahale etmeyen Birleşmiş Milletlerin en önemli aktörlerden birisi, ilginç bir tevafuktur ki Afrika kökenli Kofi Annan’dır. Hani şu dünya barışı için uğraşan ulu şahsiyet (!) Annan, katliam sırasında BM Barış Gücü operasyonlarından sorumludur. Yıllar çektiği vicdan azabından mı yoksa gelişen dünyada insanlar bilinçlendikçe gerçeklerin saklanamamasından mıdır bilinmez, Annan katliamın önlenememesinde hem kendisinin hem de BM'nin kurum olarak gerekenleri yapmadığını itiraf etmiştir. Onlar kendi çıkar hesapları ya da pişmanlıklarından açıklamalarını yapıp af dileye dursunlar binlerce yıldır değişmeyen gerçek bir kere daha doğruluğunu kanıtlıyor. Bir toplumu parçalamak istiyorsanız, bir ülkeyi yok etmek istiyorsanız önce içerden bölmeye ayırmaya başlarsınız. Gelecek elli veya yüz yıl içerisinde Afrika’nın ten rengini beyaz olarak belirleyen Batılı ülkeler, açlıkla öldürmeden sıkılmış olacaklar ki iç karışıklıklara, kabile savaşlarını gerçekleştirirdiler. Hala da ortalığı karıştırmaya devam ediyorlar. Yıllardır cahil bırakılan halk, kendilerinin bile temelini algılayamadığı bir nedenle savaşmaya devam ediyor. Bölünmüşlüğün, parçalanmışlığın en acı bir tablosudur bu soykırım. Raunda ve kara bahtını daha detaylı öğrenmek isteyenlere yaşadığı bölgeden kurtulabilmiş tek kadın olan Yolande Mukagasana’nın “Ölüm Beni İstemiyor” adındaki biyografik eserini öneririm. Ruanda’yı incelerken kendi güzel ülkem aklıma geldi. Yıllardır sağcı- solcu, Alevi – Sünni, Kürt –Türk, dinci – laik derken Anadolu topraklarında kutuplaşmalara her gün yenilerini eklemeye çalıştılar.Kardeşi kardeşe vurdurup can yaktırıp gözyaşı akıttırdılar. Afrika ve Türkiye arasında benzerlik kurmamı yadırgayan kimilerinin “Bize Afrika çok uzak. Kültürel yapı, inanç çok farklı. Bizler Afrika toplumu kadar eğitimsiz ve cahil değiliz” dediğini duyar gibiyim. Merak ediyorum da 1960 ‘da yaşanmaya başlayan iç karışıklıklardan tutunda , 70’ler ve 80’lerde binlerce gencin kanı akıtılırken Afrika bizlere çok mu yakındı?.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.