Selçuk İlahiyat Mezunları Neredeydi?

Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ve Yüksek İslam Enstitüsü mezunları, ikincisi tertip edilen buluşmada İlahiyat Fakültesi bahçesinde bir araya geldi.

Anlamlı, nitelikli, mağrur bir buluşmaydı.

Fakülte Dekanı Prof. Dr. Ahmet Önkal önderliğinde tertip komitesi oldukça başarılı bir organizasyona imza atmışlar.

 

Sabah erken saatlerde, Konya pilavı ile başladı program. Usul tartışmalarının yaşandığı sofralarda, pilav tepsileri dolu geldi, boş gitti. Özellikle, son dönem mezunlarının, doğdukları tarihte mezun olan ağabeyleriyle aynı sofrada buluşmaları ilgi çekiciydi. Eski mezunlar, yaşadıkları ilginç hatıraları anlatırken bir taraftan da pilav yeme geleneğini yeniden canlandırmış oldular. Yemek duasını da sofradaki en genç mezuna yaptırdılar. Yemek boldu, bereketlendi, lezizdi de. Acaba, kazan açmada kimler vardı?

 

Eski mezunların daha çok rağbet ettikleri gözlerden kaçmadı. Pilavını yiyen, söğüt gölgesinde, anıları tazeleyerek çayını yudumladı. Herkes kendi döneminden tanıdık simalar aradı, bulduğuyla kucaklaştı. 97 ve 98 mezunlarını çok aradığımı ancak dilediğim sayıda bulamadığımı da belirtmek isterim. Bu şekilde hangi dönem mezunu olduğumuzu da belirtmiş olduk.

 

Öğle namazı tüm misafirlerle fakülte camiinde kılındı. Eminim her katılımcı, gençliğinde, bu camide yaşadığı duyguları tekrar tatmıştır. Durmuş Sert Hocamızın Kur’an tilavetiyle teskin bulan gönüller, Ali Osman Koçkuzu Hocanın duasıyla içli anlar yaşadı.

 

Protokol konuşmaları bu tür programların vazgeçilmezidir. Ancak, İlahiyat ruhuna uygun olarak tek bir konuşmacı, camide vaaz kürsüsünden konuşmasını yaptı. Ahmet Önkal Hocamız, camide, kürsüde olduğu halde vaaz vermedi. Kendine has üslubu ve ifade tarzıyla fakültenin dünü, bugünü ve ilkeleri hakkında isabetli değerlendirmeler yaptı. İslam tarihi dersini ve Hocamızın ders anlatma tarzını özlediğimi fark ettim.

 

Yarım asırlık bir buluşmaydı bu, Önkal’ın ifadesiyle bu içerikteki ilk buluşmaydı. Konuşmanın bence en dikkat çekici yönü, Hocanın, “İlahiyatçı” tanımıydı. İlahiyatçı, kesinlikle ideolojik bir algı içinde olamaz, olmamalıydı. Bağnazlık, tutuculuk gibi vasıflar, İlahiyatçının takınacağı tavırlar değildi. Haklıydı da. Bu noktaya, orada bulunan İlahiyat Fakültesi hocalarının da dikkat ettiğini umuyorum.

 

Fakülte hocaları için de ilginç ve farklı bir tecrübeydi sanırım. Yüzünü, simasını, adını unuttuğu biri gelip “Hocam, elinizi öpebilir miyim?” diyor. Çoğu, mütebessim hal hatır soruyor, kimisi “Neden gelip gitmiyorsunuz?” diyerek hayıflanıyor. Tabi diğer taraftan “Geldikte, göremedik” diyenler de yok değildi.

 

Tüm gün boyunca, çok şey konuşuldu. Ancak, politika konuşulmadı, gerek duyulmadı, gerek de yoktu. Bu camia, varlığı ile zaten merkez ve mihenk durumunda olmalıydı. Konuşan değil, konuşulan, yön alan değil yön veren, gündemi belirleyen, çözüm üreten ve nitelikli ürünlere imza atabilen bir vasfa sahip olmalıydı. Kolay değil, ülkedeki en yüksek din eğitiminin verildiği yerlerden biriydi.

Program akşam saatlerine kadar devam etti. Her dönem mezunu için belirlenen sınıflarda, aynı dönem mezunları bir araya geldi. Günün anısına verilen küçük hediyeler, mükellef bir sofranın üzerine içilen sade bir Türk kahvesi gibiydi. Yusuf Işıcık Hocamıza ait Mealin verilmesi, Fakültenin de ilkesine en uygun olanı idi.

 

İlahiyatçılar, İlahiyatçı kimliğinden başkasına gerek duymadan ayrılmış olmalılar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hakan Bahçeci Arşivi