
Mert Aslan
Küresel Güçler ve Beyinsiz Tırtıllar
Yayınlanma:
Medyadaki bazı eski tüfek yosun kafalı yazarlar bugünlerde Türkiye’nin Suriye’ye müdahale etmemesi için maddeler halinde gerekçeler sıralamakla meşgul…
Onlara göre, böyle bir müdahale için TSK’nın mühimmat envanteri yeterli değildir. Suriye’de muhalefet henüz teşekkül etmemiştir. Müdahale Suriye’yi bölüp parçalayarak Lübnan’a çevirebilir. Suriye ile ittifak halinde olduğu Rusya ve İran bize doğal gaz satışını durdurabilir. “Açık yaramız” olan sınırlarımızdaki Kürt sorununu azdırıp uluslararasılaştırabilir. Bütçemize büyük yük getirir. Turizm endüstrisini batırabilir. Din ve etnisite açısından zaten parçalı bulutlu olan kamuoyu, savaş halinde birlik olup koro halinde hareket edemez. İsrail baharda İran’a saldırırsa İran karşısında İsrail’i tutmak zorunda kalmamız yaman bir çelişki olur.
Anlayacağınız, “Müdahale edersek karşı tarafa hiçbir bir şey olmaz ve hiçbir şey elde edemeyiz; ama yaptığımız müdahale bize yapmadığını bırakmaz!” demeye getiriyorlar.
Haklı oldukları noktalar yok değil elbette. O kadar konuştuktan sonra arada bir doğrulara işaret etmiş olmaları beklenebilir. Klasik bir deyişle, bozuk bir saat bile günde iki kez doğruyu söylermiş; ancak temel sorun şu ki, Ankara’da oturup memleketi yiyip yutmayı çok seven beyinsiz tırtılların dış dünya ile olan ilişkiler eskiden beri sorunludur. Çünkü İslam’la düşünsel ve duygusal bağları olmadığı için “Mutluluk Çağı” gibi, utanarak kendi tarihlerine lanet yağdırdıkları için de “Devlet-i Aliye-yi Osmaniye” ya da “Devlet-i Ebed Müddet” gibi bir büyük devlet vizyonuna sahibi olmaları mümkün değildir. Dolayısıyla, her zaman “içe kapanmacı” bir zihniyetleri olmuştur. Bugün “Avrupa Birliği’nin Türkçesi” diyebileceğimiz serbest dolaşıma dayalı bir entegrasyonu öngören Neo-Osmanlı Uygarlık Projesi’inden söz edildiği zaman korkudan tüylerinin diken diken olmasının nedeni, kendi geçmişlerine duydukları o tiksintinin bir sonucudur. Bunlarda vizyon olur mu?
Ben “Müdahale edelim, kafa göz girelim, dalalım kırıp dökelim!” demiyorum; ama biliyorum ki, içine kapanıp yerinde sessizce oturmak kokuşmak ve gerilemek demektir. Hayatta durmak yoktur. Ya ilerlemek ya da gerilemek, ya genişlemek ya da daralmak vardır ve bu hareket biçimi devletlerin serüveninde çok daha köklü, çok daha geçerli bir yasadır. Bütün büyük devletlerin çöküşünde olduğu gibi, Osmanlı Devleti’nde de içe kapanmayla gerileme süreci eş zamanlıdır. Türkiye iç bütünlüğünü korumak için bile genişlemek zorundadır. Daha güncel bir örnek verecek olursak, Amerika Birleşik Devletlerini göstermek gerekir. ABD, hiç kuşkusuz deniz aşırı müdahalelerle ayakta durmaktadır. Dışa dönük müdahalelere bugün son vermiş olsa, yarından itibaren çöküş ve dağılma sürecine gireceği kesindir. Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği’nin kuruluş sürecinde iktidar koltuklarında o günkü vizyoner adamların yerinde bizdekine benzeyen taş kafalı gerici güçler olsaydı, bugün her iki tarafta da bütünleşmiş kıtasal aktörler yerine her birinden ayrı sesler yükselen darmadağınık bir devletçikler sürüsü olurdu. Bazıları karşı tarafın reel politik açısından yaklaştığını, benimse makro planda ve fazla teorik konuştuğumu düşünebilir. Evet, bana sorarsanız, savaşın iyi bir seçenek olmadığı, “diplomasi masası”nın öncelikli olması gerektiği kaydını mahfuz tutarak ve mümkün olduğunca uluslar arası kamuoyunun desteği alınarak yapılacak bir Türk askeri müdahalesinin Türkiye’nin bölgedeki patronajını tescil ve takviye edeceğini ve kim ne derse desin 2023’ten itibaren oluşumu hızlanacak olan Türkiye merkezli yeni bir federatif küresel gücün tarih sahnesine çıkışının önemli rampalarından biri olacağını iddia ederim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.