KILIÇDAROĞLU KİMİN AKRABASI?

 

Bir televizyon kanalında ilk kez Melih Gökçek’in dile getirdiği bir iddia var ki, yenilir yutulur cinsten değil…

Bilindiği gibi, Chp’nin Tunceli milletvekili ve sayın Kılıçdaroğlu’nun hem hemşehrisi hem de Şahin Mengü’nün ifadesiyle teyzesinin oğlu olan Hüseyin Aygün terör örgütü tarafından kaçırılıp yirmi dört saat sonra serbest bırakılmış ve ardından yaptığı tuhaf, ama aynı zamanda romantik içerikli açıklamalarla ortalığı ayağa kaldırmıştı. Çok iyi çocuklarmış… Kendisine pek iyi davranmışlar… Gece biri yiyecek bulmaya gittiğinde diğeri silahını yanına bırakıp uykuya dalınca üşümesin diye gidip üzerini örtmüş falan filan…

Dikkat edin! O olaydan bu yana, Tunceli’de sokaklarda yürüyen ve kahvehanelerde oturan herkes, Hüseyin Aygün’ü kaçıranların yabancı değil, onun akrabaları olduğunu söylüyor...

Eğer bu doğruysa, kaçırma işini yapan teröristlerin aynı zamanda sayın Kılıçdaroğlu’nun akrabaları olduğunu anlamış bulunuyoruz. Aynı eli kanlı, beyni kanlı vampir karakterli eşkiyaların, geçenlerde Tunceli-Ovacık savcısını şehit ettiklerini herkes biliyor.

Sayın K.K.’nın kendisi çıkıp öyle bir durum olmadığını izah ve ispat ederse, bu şayia da ortadan kalkmış olacaktır. Çıksın, adam gibi konuşsun, aksini ispat etsin, biz de kendisinden özür dileyelim.

Yanlış anlaşılmasın. Bunu yazarken sayın Kılıçdaroğlu’nu suçlamıyoruz. Biz solcu-ulusalcı ittifakla, onların 2002 öncesini hatırlayacak yaşta olmadıkları için özellikle sosyal medya ağlarında kolaylıkla kandırdıkları yeniyetmeler gibi soy bağlarını yalnız başına bir suç unsuru olarak görmeyiz. Herkes herkesle akraba da olabilir, arkadaş da olabilir. Tek başına bu, kişinin diğeri gibi düşündüğüne, onun gibi davrandığına, onun yaptıklarını yaptığına bir kanıt teşkil etmez. Aynı aile içinde büyüyen kardeşler bile, duygu, düşünce ve yaşam biçimi konularında birbirlerine taban tabana zıt olabilmektedir.

Haklı olarak:

«O zaman niye söylüyorsun bunu?» diye soranlar olabilir.

El-cevap: Birincisi, sayın K.K. geldiği günden bu yana terör sorununun çözümü için kılını bile kıpırdatmamıştır. Sadece arada bir yüzü kurtarmak için «kımıldanıyormuş gibi» birtakım hareketler yapmaktadır. Bir ara sayın Başbakan’a gelmiş ve birkaç tespiti içeren bir metin bırakıp gitmiş ve yaptığını yoldaş medyada haftalarca «teröre çözüm önerileri» diye işletmeyi başarmıştır. Ayrıca, sayın Başbakan’ın orada kendisine acil olarak üçer kişiden oluşan bir çalışma komisyonu kurma yönündeki önerisini ile de hiç ilgilenmemiştir.

İkincisi, söylemlerini sık sık terör örgütünün görüşleri doğrultusunda değiştirme ihtiyacı hissettiği izlenimi vermesidir. Örneğin Oslo Görüşmeleri’ne önce karşı çıkmış, sonra çark edip karşı olmadığını söyleme gereksinimi duymuştur. Beyanlarındaki çelişkiye dikkat çekenlere ise, «Efendim, biz görüşmelerin içeriğine karşıyız.» diyerek kıvırmıştır. Terör örgütünün buna karşı olmadığını biliyoruz. Doğal olarak da aklımıza:

«Acaba bu adamın kulağını örgüt ve bdp mi çekiyor?» şeklinde bir soru geliyor.

Hüseyin Aygün’ün kaçırılması tiyatrosunun asıl nedenini de söyleyeyim: Bu, terör örgütü karşısında görünürde etkisiz eleman ya da ona karşıymış gibi rol yapmanın, sote yerlerde ise onunla sarmaş dolaş olanların Türk milletinin birlik ve bütünlük konusundaki aşırı hassasiyetine karşı planlanmış acemice bir tiyatrodan ibarettir. Sûreten:

«Bakın ey millet! Biz AKP’nin dediği gibi, terör örgütüyle el ele kol kola değiliz. Onlara karşı asıl biz mücadele ediyoruz! Eğer öyle değilse, neden bir AKP’liyi değil de bizim milletvekilimizi kaçırıyorlar?!» mesajı göndermeye yönelik olarak yazılmış ve oynanmış gerizekalıca bir senaryodur ve oyuncuların acemiliği nedeniyle anında ters tepmiştir. Bugün ülkenin doğusunda ve batısında hemen hiç kimse bu kaçırılma olayının gerçek olduğuna inanmıyor. Ben bu kesimin ruhunun labirentlerinde dolaşan bir «chp uzmanı» olarak her zaman söylüyorum: Bu adamın aklı ve bilgi birikimi o partiye yetmez; ama sırf bu nedenle gerçek demokratlar kendisine minnettardır. Çünkü o partinin eceli onun elinden olacaktır. Aynen Ortadoğu’nun kralları ve şeyhleri gibi, o koltukta ölünceye kadar otursun. Zaten istediği de odur.

 

        Balyoz’da mağduriyet pozları
Balyoz kararları açıklandıktan sonra, kameralar önünde ağlayıp sızlamaya başlayan trendy kadınlardan biri özellikle dikkatimi çekti. Çetin Doğan’ın eşiymiş… Hani darbenin kadrosunu örgütlediği ve gazladığı günlerde televizyonlarda ateşli ateşli konuşurken:

«Toplumsal olaylarda artık acıma, bilmem ne yapma filan yok! Tepeleme var, başka bir şey yok!» diye gürleyen adamın karısı. Yaklaşık iki yüz elli bin kişinin tutuklanıp hayatlarının hücrelerde, işkencehanelerde çürütüleceği, isim isim belirtilen yüzlerce gazeteci, kanaat önderi ve aydının bir şekilde yok edileceği, bütün toplumun dehşet içinde oradan oraya panik halinde kaçışacağı, binlerce ailenin darmadağın olacağı, ülke ekonomisinin tepe taklak olup herkesin yalnızca sefaleti ve şerefsizliği paylaşacağı baştan belli olan korkunç bir kıyamet sürecini başlatacak olan o mizansen gerçekleşmiş olsaydı, mahkeme önünde salya sümük ağlayan o zavallı kadın şimdilerde Türkiye’nin First Lady’si olarak tv ekranlarında her gün arz-ı endam ediyor olacaktı. İnsan yine de acıyor!

Teamüller değişti, değişiyor… Artık «sivil vesayet» (ki, demokrasi sivil vesayetten başka bir şey değildir.) denetimi elinde tutuyor ve geri dönüş mümkün görünmüyor; ancak hükümetin TSK İç Hizmet Kanunu’nun 35’inci maddesi ve benzerlerini neden hala ayıklamadığını kavramakta da büyük bir zorluk çekiyorum. Başbakanın ne yapmaya çalıştığını anlamıyorum.

Bakın! Darbe her yerde olabilir. Şartlar değişir, bir hercü merc olur, yine yaparlar. Bunun için kanun ve yönetmeliklerden darbeye mazeret olabilecek her türlü madde temizlenmeli ve askerî okullar bir biçimde «öğretim birliği» konsepti içine alınmalıdır. Müfredat, yönetmelik ve öğretmen atamaları tamamen Millî Eğitim Bakanlığı’nın denetimi dışında olan bir eğitim kurumu olmaz. Çünkü aynı şekilde kaldıkları sürece, orada aynı zihniyet üremeye devam edecektir. Benim kişisel görüşüm budur; ama en doğrusunu askerî ve mülkî erkan bilir.

   

   

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mert Aslan Arşivi