
KABUSUNU DA AL GİT!
Fukuyama’nın “medeniyetler çatışması” bağlamında öne sürdüğü Konfüçyanizm ve İslam coğrafyasında yerleşik kültür ortamında demokrasinin yeşermesinin olanaksızlığına ilişkin tezlerine tam bir karşıtlık içinde, bugün İslam dünyası hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik bir düzen için ayağa kalkıp bağırmaya başlamıştır. Hiç kimse bu onurlu kalkışmaya Türkiye’nin esin kaynağı olduğu ve cesaret verdiği gerçeğini yadsımaya kalkışmamalı, olayı ifrit gibi çarparak manipüle etmek için kafa yormayı bırakıp, dün Tunus’un, bugün ise Mısır’ın sokaklarında taleplerini yüksek sesle dile getirmekte olan eylemcilerin konuşmalarına şöyle bir bakma zahmetinde bulunmalıdır. Mısır’ın demokratikleşmesi ve iyileşmesi ile birlikte Ortadoğu’da Kamp David Antlaşması’ndan bu yana İsrail’’in lehine kurulmuş bulunan düzenin çatırdamaya başlamasının bizim aleyhimize olduğunu kim söyleyebilir? Elbette ki Tunus ve Mısır’da bugünden yarına süper bir demokratik sistem olacak değildir. Çünkü bu, zaman, birikim, orta sınıfın güçlenmesi, belirli bir eğitim düzeyi ve kentleşme oranı gibi bazı temel koşulları gerektirmektedir; ancak İslam dünyasında oransal da olsa demokratik düzenlerin kurulması uğrunda kavga verilmeye başlanmış olmasının içinde yaşadığımız dünya için olduğu kadar ülkemiz için de iyi bir gelişme olmadığını hiç kimse söyleyemez. Bugün gördüğümüz şey budur ve nettir; ama bazı köşe yazarlarının “Mısırlaşacağız galiba!” şeklindeki yongasız saçmalıklarına, budalaca yakınmalarına bakınca, doğrusu insan her aptalca iddia karşısında olduğu gibi bir süre ne diyeceğini bilemiyor. Bir gün biri karşınıza geçip, “Dünya yuvarlak değil, tepsi gibidir.” dese, saatler boyu ona dünyanın yuvarlak olduğunu ispat etmek için çırpınır mıydınız? Sanmıyorum. Herhalde yapılması gereken en akıllıca iş, ona Macellan’ın yaptığını önermektir. Bırakın yürüsün, aynı yere geldiğinde dünyanın yuvarlak olduğunu anlayacaktır. Bu yazar ve aydın tiplemesi de böyledir. Onları ikna etmek gibi bir kaygıya gerek olduğunu düşünmüyorum. Sözlerimiz, kandırmaları olası yeni kimseleredir. 1979’da İran’da devrim olduğunda bizim bu taş kafalı aydınların gözleri korkudan adeta patlayacak gibiydi. Bugün aradan otuz iki yıl geçmiş durumda. Ne var ki, gözlerinin yine yuvalarından fırladığı kafaları hala taş gibi duruyor. Küçük bir farkla elbette, biraz daha buruşup kararmış, biraz daha yosun bağlamış… Otuz yıl boyunca o tehlikenin İran’dan geleceğine dair kabuslar gördüler ve pek çok insanı kandırdılar. Sonra uykularına Malezya’dan korkulu rüyalar girmeye başladı. Şimdi yeni bir korku kaynağı çıktı ve ona bağlı korku senaryoları üretmeye başladılar. Dikkat edin. Öncelikle, bu tiplerin kendi halklarına ve ülkelerine güvenleri yoktur. “Herkes bizi kandırabilir. Herkes bu devleti yıkabilir.” diye düşünüyorlar; ama biz hiç kimseyi ikna edip sürükleyemeyiz, hiç kimseye model oluşturamayız, hiç kimseye akıl veremeyiz. Demek ki, biz koskoca bir hiçiz. Türkiye onlara kalsaydı, dedikleri doğru olurdu. Belki de hala devletin kendilerinden gibilerden ibaret olduğunu sanıyorlar. Dünya bir tarafa gidiyor, Türkiye de almış başını o tarafa doğru koşuyor; ama onlar hala eskiden bıraktığımız yerde debelenip duruyorlar. Geldiğimiz noktada işin doğrusu şudur ki, hiç kimse Türkiye’ye rejim ihraç edemez. Bir süredir, Türkiye çevresine rejim ihraç eden ülke olmuştur. Türkiye İran olmadığı gibi, Mısır da olmayacaktır; fakat onlar eninde sonunda Türkiye gibi olacaktır. Keşke milletin ilerlediği yolda kalabalık etmekten, ayak bağı olmaktan vazgeçerek, kabuslarınızı da alıp gitseniz! Ne iyi olurdu!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.