İSLAM AHLAKI GEYİKLERİ

         Dikkat ediyorum da, İslam adına bir şeyler anlatma görevi ile yükümlü olduğunu düşünenlerin pek çoğunun sohbetlerinde, konuşmalarında, nasihatlerinde, “İslam ahlakı” ve “Kur’an ahlakı” geyiklerinden geçilmiyor. Bu “İslam ahlakı” sözünün arkasında genellikle ne var biliyor musunuz? Yalnızca dolgu malzemeleri var… Çünkü dillerine dolamış oldukları bu tamlamanın içinde neyin olduğu ya da olmadığını sorsanız, kendileri de bilmezler; ama yine de bir şeyler mırıldanmak zorundadırlar… Örneğin yalan söylememek, hırsızlık yapmamak, kul hakkı yememek ve benzerleri… Sorun şu ki, bunları Hıristiyanlar, Yahudiler, hatta ateistler de söylüyor. Peki aramızdaki fark nedir? Yine kocaman bir hiç… Yeni bir şey yok… Şu halde, “İslam ahlakı” sözüyle özel ve sürpriz bir kavramın öne sürülmediği çok açık değil mi?

     Bu sözler yine birilerinin sinir uçlarına dokunabilir; ancak iyi niyetle ve samimi olarak soruyorum: Düşünün bakalım… Bugüne kadar içinizden kaçı İslam ahlakı üzerine nutuk atıp duran bu adamlardan ilgili kavramın içeriğine ilişkin akılda kalacak nitelikte somut maddeler duydu? Ya da (bir gün yanlarına yaklaşmayı başarabilirseniz ve de sizinle konuşma tenezzülünde bulunurlarsa) sorun bakalım kendilerine, yukarıda söylediğim genel geçer ahlak ilkelerinden fazla ve özel bir tek şey ekleyebilecekler mi? Bence mümkün değil! Çünkü tekrarlayıp durdukları söz, içinde ne olduğunu kendilerinin de bilmediği kof bir mavradır.
     “Peygamber ahlakı” da dedikleri bu kavramın neleri içerdiğini kim biliyor? Kaç tanesi yaşıyor? Tabii “yaşamak” apayrı bir kategoridir. İş oraya gelince, ortada kimseyi bulamazsınız. Edebiyat yapmanın somut getirileri vardır; ancak yaşamak sabır ve zahmet ister… Kişisel olarak böylesi durumlar için umudum şudur ki, bir fikir insanın aklına girdiği zaman, günün birinde gerçeğe dönüşme olasılığı tescil edilmiş demektir. O yüzden, önce “öğrenmek” gerekir.
         Bununla birlikte şu gerçeği de görmek gerekir ki, bugün henüz İslamiyet olgunluğa erişmeden Müslümanlar kendini salıvermiş ve kokuşmaya başlamıştır. Medyada boy gösterip gezen bazı sakallı, cüppeli, ünvanlı, ağzı iyi laf yapan İslam tebliğcilerinin veya İslam davetçilerinin (!) yaşadıkları hayatlara yakın plandan bakıp da İslam’a davet, İslami tebliğ (!) gibi soylu işlerden kazandıkları büyük paralarla sıkıca yalıtılmış sarayvari lüks villalarda oturduklarını, karılarının kollarına on beş bin liralık saatler takıp, altlarına 160.000 Euro’luk cipler çektiklerini görünce, üzerleri hurma dalları ile kaplı birkaç kerpiç odadan ibaret olan evinde genellikle günler boyu iştah açıcı yemek kokuları yayan bir ocağın bile kaynamadığı ve (sureten) öldüğü zaman yarı açık göz kapaklarından sızan ışığın gökteki güneşimizi gölgelediği Allah’ın Sevgilisi ve Sevgilimiz Ahmed-i Muhtar’ı göz pınarlarımızı ıslatan bir acı ve hüzünle yad etmemek büyük bir vefasızlık olur…
     Allah’ın Resulü’nü anlamak kolay iş değildir. Onu hakkıyla anlamak için uzun uzun kafa yormuş ve beyin fırtınası yapmış kaç kişi tanıyorsunuz? Onu aramızda kaç kişi gerçekten anlayabilmiştir? “Sünnet” dendiği zaman, Pazartesi-Perşembe orucu, dişleri misvaklama, sakal bırakma gibi birkaç şeyin ötesine geçip de çok daha önemli “temel sünnet ilkeleri”ni anlayabilen kaç kişi var içimizde? Hayatımın belli bir evresinde, ömrü boyunca İslami ilimlerle iç içe olmuş ve Allah’ın Resulü’nün yaşamöyküsünü okuyup durmuş bazı kimselerin “Hz. Muhammed’in kişilik imajı”nı hiç bilmediklerini fark ettiğimde dehşete kapıldığım çok olmuştur. Artık yalama oldum, şaşırmıyorum. Bunların hallerine acımtırak gözlerle bakıyor ve “Bu Müslümanlar Sevgilim Muhammed’ime neden hiç benzemiyorlar Allah’ım?!” diyerek iç geçiriyorum ve üzülüyorum. Zor bir sanattan söz ediyoruz…
         Diyebilirim ki, hayatım boyunca Allah’ın Resulü’nün kişiliğini gerçekten kavramış olup aynı zamanda yaşayan sadece birkaç kişi gördüm. Tanıdığım Müslümanların geri kalan çoğunluğu ya sünneti birkaç yüzeysel ve biçimsel uygulamadan ibaret sanıyor ya da “kendi sünneti”ni yaşamayı tercih ediyordu. Çünkü öylesi daha zahmetsiz oluyordu.
         Her zaman söylüyorum: Müslümanlar hadisi sıfırdan okumadıkça, o güzel ve özel insanı gerçekten anlama ve ona benzeme niyetine erişip bunu Yüce Rahman’dan içtenlikle talep etmedikçe, ayrıca bildikleri hadisleri “etkili konuşma sanatının bir parçası ve malzemesi” olarak tatlı sohbetlerinin orasına burasına sokuverip geçme huyundan vaz geçmedikçe, sünnet kavramı hakkında ciddi bir fikirleri olmayacak, tutum ve davranış olarak da Allah’ın Resulü’ne asla ve asla benzemeyeceklerdir.
     Ona benzemeyi istiyorsanız, sıkça dua edin. “Allah’ım! Lütfen bana Hz. Muhammed’in ruhunu ve davranışlarını ver!” deyin… Bir gün ona benzediğinizi görür, ellerinin saçlarınızı sevgiyle okşadığını hisseder ve size usulca rehberlik etmeye başladığını duyumsarsınız…
         Sözü fazla uzatmadan “Peygamber ahlakı”na dair birkaç temel ilke üzerinde bilgilerimizi paylaşalım. Belki böylelikle okuyucularımız, “veli”, “alim” vb. unvanlarla anılan veya tanıtılan kimselerin gerçekten öyle olup olmadığını test edebilme imkanına kavuşmuş, ayrıca bunları kendi hayatlarında yaşadıkları takdirde “Allah’ın Sevgilisi”nin ruhuna ve davranışlarına sahip olma lüksüne erişmiş olurlar.
 
 1.İlk başta kırmızı kalemle altını çizerek belirtmemiz gerekir ki, O hiç kimseye gönül koymaz ve küsmezdi. Kalbimiz paramparça edilmiş olsa bile, sabır ve hoşgörü göstererek dayanmamız ve insanlarla ilişkimizi kesmememiz gerekiyor. Bu, en büyük sünnetlerden biridir ve bir Müslüman’ın en önemli ilkesi olmalıdır.
 2.O, önlerinden veya arkalarından insanlara kötü bir şey yapmayacağına ve söylemeyeceğine kesin olarak inanılan “güvenilir” biriydi. Çevresindeki seven sevmeyen hiç kimse O’ndan bir haksızlık ya da zarar görmemişti ve başına böyle bir şeyin gelebileceğini düşünemezdi.
 3. “Hayır” demeyi sevmeyen, bu yüzden herhangi bir konuda bir talepte bulunan hiç kimsenin kendisinden ümidini kesmediği “iyiliksever” ve “pozitif” biriydi. O anda elinde imkan varsa ya da yapabileceği bir şeyse, yardım isteyen kimseye hemen yardımcı olurdu. Yapma imkanı, zamanı veya fırsatı olduğu vakit yapmayı tahhüt eder ve koşullar olgunlaştığında sözünü yerine getirirdi.
 4.Çok mütevaziydi. (Tevazu, insana mutlaka vakit ayırmak, herkesle eşit biçimde ilgilenme lütfunda bulunmaktır!). Eşit ve saygıdeğer bireyler kabul ederek ve ciddiye alarak herkesle konuşur, sorulan her soruya o kişiye dönerek ve yüzüne bakarak yanıt verir, o kişi yüzünü başka tarafa çevirmeden yüzünü ondan ayırmayı kabalık sayardı. Aynı nezaket duyarlılığını biri ile birbirlerine sarıldıkları veya birbirleri ile tokalaştıkları zaman da gösterirdi. İnsanlara tek tek çok değer verir, dikkat, empati ve güleryüzle dinler, dertleri ile ilgilenir, onlara kendilerini “özel” hissettirirdi. Örneğin yolda giderken onunla yeni tanışıp ayaküstü iki dakika muhabbet edenler bile, yanından ayrılırken kendilerini özel hisseder ve “Beni seviyor.” diye düşünmekten kendilerini alamazlardı.
 5.Kaba saba konuşmaz, rencide edici, kırıcı veya kulak tırmalayıcı sözleri asla  kullanmazdı. Ses tonu melodik, konuşması yumuşacık ve kibardı. Konuşması öylesine nezih ve gönül okşayıcıydı ki, dinleyenlerin ruhunda en sevdikleri müzik bestesinin hazlarını uyandırıyordu.
 6.Birine bir konuda söz verdiği takdirde, ne pahasına olursa olsun onu yerine getirirdi. Örneğin biriyle bir iş için belli bir yerde buluşmak üzere sözleşmişlerdi. Günü geldiğinde oraya gidip beklemeye başladı ve karşıdaki şahsın gelmemesi üzerine orada en az gün boyunca beklemeye devam etti. Nihayet şahıs çıka geldiğinde meseleyi halletmişler, ancak o arada ona: “Bana çok eziyet ettin delikanlı!” demekten kendini alamamıştı. Verdiğimiz sözleri tutma konusunda bu denli hassas olmayı başarabilir miyiz acaba?
 7.Allah’ın ikametgahı olan bir insan kalbinin kırılma ihtimalini taşıdığı ve gurur nedeniyle iki tarafça da kazanılamayacağını bildiği için, hiç kimse ile polemiğe girmez, kimseyi kınamaz, ayıplamaz, dahası kolay kolay eleştiride bulunmazdı. Bir şeyden rahatsız olduğunda, onu yapan kişiyi hedef almaz, tüm kamuoyuna yönelik genel bir uyarıda bulunmakla yetinirdi. “Haklı da olsanız tartışmadan, şaka da olsa yalan sözden uzaklaşmadıkça, Allah’ a tam anlamıyla iman etmiş olmazsınız.” derdi.
“Peygamber ahlakı”nın bazı temel ölçütlerinden söz etmiş olduk. Şüphesiz günlük yaşamın akışı içinde bunları yaşamak, emek, zahmet, sabır ve fedakarlık gerektiriyor.
Şimdi etrafınıza şöyle bir bakın bakalım. “Büyük adam” olduğu söylenen zatlarda bunların ne kadarını görebiliyorsunuz?

    

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mert Aslan Arşivi