HZ. MUHAMMEDİN YAŞAM ÖYKÜSÜ UMRUMDADIR

     Bugünlerde, Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle yurdun dört bir yanında kutlamalar yapılıyor.

      Kişisel olarak, O’nu tanıdıkça daha çok sevdiğimin farkına vardım. Zaten sağlığında O’nu tanıyanların pek çoğu ortak bir kanıda buluşuyordu: “O’nu ilk kez görenler (heybeti ve güzelliği karşısında) biraz çekinir, ancak kendisiyle iletişime geçtiklerinde çok severlerdi.”

        O’nun fiziksel ve kişisel özellikleri bizzat Yüce Sultan tarafından özel olarak tasarlanmıştı ki, bu anlamda “özel tasarım bir beşer” olduğunu söylemek asla abartılı sayılmaz. Sevmek ve gönül dolusu bir sevgiyle bağlanmak için, O’ndan iyisini bulmak olanaksızdı. Fiziksel güzelliği için en güzel sözü Aişe Validemiz söylemiştir: “Hz. Yusuf (ki yakışıklılığı ile ünlü bir nebidir.) bulundukları salona girdiğinde onun bir beşere fazla gelen güzelliği karşısında duydukları hayranlıkla kendilerinden geçip farkında olmadan ellerindeki meyve bıçakları ile parmaklarını kesen bayanlar, benim efendimi görmüş olsalardı, o bıçaklarla boğazlarını keserlerdi.”

     Dediğimiz gibi, O kişisel özellikleri açısından da mükemmel biriydi. Yeryüzündeki hiçbir dil, O’nun kişiliğinin çekiciliğini anlatmaya muktedir olamamıştır. Yazımızın sınırlılığı nedeniyle, bu noktanın ayrıntısına girmek istemiyorum. O’nu anlamak isteyenlere, eldeki kitapları aşk dolu bir yürek ve dikkat dolu gözlerle yeni baştan okumalarını öneriyorum; ancak genel olarak şu kadarını eklemek isterim ki, O Evrenin Sultanı’ndan insanlığa varlığın ve sonsuzluğun bilgisini aktaran bir büyükelçidir. O, Yüce Sultan’ın insanoğlunun toplumsal eşitsizlik, yaşlılık ve ölüm gibi iflah olmaz varoluşsal istek ve acılarına vermiş olduğu yanıtların taşıyıcısıdır. O, “sınırsız ve sınıfsız bir dünya”nın tek mimarı ve öncüsüdür. O kullandığı sevgi diliyle yalnızca isimsiz ve yoksulların değil, aynı zamanda kralların ortak efendisi ve aşkı olmuştur. Doğrusu, O’nu iyice tanıyan birinin, O güzellik anıtının adının anıldığı yerde gözyaşlarına hakim olmasının mümkün olduğunu düşünemiyorum!

    İnsan bazen durup istemdışı olarak, “Sahiden de yeryüzünde bu denli güzel bir insan yaşamış olabilir mi? İnsanlar O’nunla konuşma ve o’na dokunma onuruna erişmiş olabilir mi? Yoksa O, birazdan uyandığımızda eşsiz güzellikte bir anı olarak ardımızda kalacak tatlı bir rüyadan mı ibaretti?” diye sormadan edemiyor.

    Evet, son günlerde yerkürenin gördüğü ve göreceği bütün insanların en güzeli ve en tatlısının yaşamöyküsüne ilişkin pek çok söz söyleniyor. Ben ise, bu vesileyle kimi ilahiyatçıların O Yeryüzünün Seçkini’nin gerçek imajının zedelenmesini sonuç veren bazı mesnetsiz görüş ve tutumları ile ilgili birkaç söz söylemeyi yeğledim. 

    Türkiye’de sayısı az, ancak sesi çok çıkan bir güruhun uzunca bir süredir Hadis’e karşı açık bir savaş yürüttüğü bilinmektedir; fakat ne yazık ki, Müslümanların buna yeteri kadar duyarlı davrandığını söylemek mümkün değildir. Hz. Muhammed’in Hadisleri, O’nun yaşamöyküsüdür. Bu açıdan, her kimden gelirse gelsin, Hadis’e karşı takınılan bu türlü tavırlar doğrudan doğruya    

    Yeryüzünün Seçkini’ne karşı yapılmış birer saygısızlıktır. Daha önce bu konuya değinmiştim. Bu kez, birazcık ayrıntıya girmek istiyorum.
    İlk Çağ, başka bir ifadeyle “tarih”, milattan 3800 yıl öncesinde yazının icadı ile başlar. Milattan, yani İsa Mesih’in doğumundan 100 yıl önce ise, kağıt icat edilmiştir. Demek oluyor ki, insanlar gerek kendileri gerekse mevcut ve gelecek diğer insanlar için önemli olduğunu düşündükleri her şeyi yazı ile kayıt altına almaya başlayalı tam olarak 5810 yıl olmuştur. Bu arada, kağıdın icadı ile kayıt işleminin gittikçe gelişip yaygınlaşmış olduğunu da belirtmek gerekir. Nitekim “0” tarihinde doğmuş olan İsa Mesih’in yaşamöyküsünün ve sözlerinin vefatından ortalama olarak 30-40 yıl sonrasında yazılmış olduğu bilinmektedir. Yaklaşık yirmi yüzyıl önce yazılmış ve sonradan ana teması ile birlikte pek çok yeri değiştirilmiş olduğu halde, bugün itibariyle hiç kimse eldeki İncil’de bulunan bütün sözlerin uydurma olduğunu iddia edemez.     
    Hatta bazı yerlerini okurken, Kur’an veya Hadis okuyormuş gibi hissedersiniz kendinizi. Demek ki, üzerindeki onca müdahale iddiaları ve şaibelerine karşın, aslında İncil’in bile her yeri tahrif edilebilmiş değildir. Ayrıca, yeri gelmişken, buradan herkese, Matta ve Luka’da İsa Mesih’in kendisinden sonra gelecek olan “Müjdeci” ile ilgili olarak vermiş olduğu bilgileri Hz. Muhammed’in kişilik özellikleri ve mesajları ile karşılaştırmalarını tavsiye ediyorum. Bu, “hayretler içinde kalma” garantili bir öneridir.

    Hz. Muhammed’e gelince… Bilindiği gibi, bizzat Hz. Muhammed'in sağlığında ezberlenmiş ve ayrıca bazı metal ve deri parçaları üzerine özenle kaydedilmiş olan sayısız Hadis “beşinci halife” diye ün salmış olan Ömer Bin Abdülaziz zamanında bizzat kendisinin “Hadislerin zayi olmasından endişe ediyorum.” diyerek vermiş olduğu emirle birlikte başta İmam-ı Zühri olmak üzere pek çok yetkin İslam bilgini tarafından derlenmeye başlamış ve böylece bilinen bütün Hadisler bir araya getirilerek daha düzenli ve sıkı bir biçimde yeni baştan kitaplaştırılmıştır. O dönemde kaydedilmiş olan tüm hadislerin senetleri (ravi zinciri), en küçük bir kuşkuya meydan vermeyecek derecede sağlamdır ve bütün o raviler kesinlikle güvenilir kimseler olmakla birlikte aynı zamanda Hz. Muhammed’in üslubuna tam olarak vakıf kimselerdir. Bu durum, örneğin William Shakespeare’in bütün eserlerini büyük bir istek ve dikkatle okumuş olan bir okuyucunun bir yerde duyduğu veya okuduğu herhangi bir cümlenin ona ait olup olmadığını kestirebilme becerisine benzer bir ehliyettir. Ayrıca bu insanlar Güllerin Efendisi’nin “Benim söylemediğim bir sözü bana atfederek nakleden kimse, cehennemdeki yerini hazırlasın!” uyarısı nedeniyle, herhangi bir Hadis’in doğruluğuna tanıklık ederken korkudan kızarıp bozarıyor ve tir tir titriyorlardı.

    Dediğimiz gibi, O güzel insan milattan önce de değil, milattan sonra yedinci yüzyılda yaşamış ve yalnızca fiziksel özellikleri değil, aynı zamanda tüm yaşamöyküsü yazı ile ayrıntılı bir biçimde kayıt altına alınmış biridir. Başka bir deyişle, tarih O’nun kadar sevilmiş ve yaşamöyküsü O’nun kadar iyi korunmuş ikinci bir lidere tanıklık etmiş değildir.

    Vefatının ardından O’nun saç ve sakalının her bir telini bile kutsal birer emanet olarak günümüze kadar taşımış olan Müslümanların, O’nun her biri pırlanta değerindeki sözlerini kaydedip koruyarak taşımamış olması düşünülebilir mi? Hem sonra, her zaman dediğimiz gibi, Yüce Sultan’ın tüm insanlıkla “sevgilim” diyerek tanıştırdığı en seçkin kulunun yaşamöyküsünün zayi edilmesine seyirci kalacak kadar vefasız olması mümkün müdür?

    Bu yüzden, üstelik de ortalıkta “ilahiyatçı” kimliği altında dolaşan bazılarının O’na (O’nun yüce gönlüne ve affına sığınarak söylüyorum.) mağara devrinde yaşamış bir adam gibi davranmaları insanın fena halde gücüne gidiyor!

    Bu insanların O’nun sözlerini inkar etmeden ya da onlara şüphe bulaştırmadan önce başlarını avuçlarının içine alıp milyon kere düşünmeleri ve insaf etmeleri gerekmiyor mu?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mert Aslan Arşivi