
Mimar Sinan Olursa!
Medeniyet, insanlığın yitik hazinesi. Bugün medeniyet denilince akla, Batı’nın gelme sebebi nedir? Medeniyet denilince teknolojinin ve ekonominin gücü anlaşılıyorsa ona medeniyet denir mi? Coğrafyalar gezen medeniyet uzun yıllar Türkler eliyle insanlığa ulvi kıymetler kazandırdı. Tarihsel sürece bakıldığında insanlık milletler vasıtası ile günbegün geliştiler ve değiştiler. Oysa şu an medeniyet, ülkesini arayan bir garip yolcudur. Medeniyet insanlığın ruhunu ferahlatan, göz ve gönül zevkini arttıran, zamanı aşan, yaşanılacak mekânlar sunan, dile ve söze güzellik katan bir bütündür. Bu bütün yine insanlığın elinde parçalanmış oysa. Medeniyet, güçlü bir iddiadır ayrıca. Derinliği ve üslubu vardır. Tek bir yönle, tek bir açıyla görülmez. İnsanlığa mal olabilecek kuvvet ve tesiri taşımalıdır. Dün bıraktığı izi hafif esintiler, küçük dalgalar silmemelidir. Medeniyet, hep bir metafizik kaynaktan beslenmiştir. Birçok sav ve görüşe rağmen inanç sistemleri ve din, medeniyetin oluşumunda en önemli faktörü oluşturmaktadır. İnsanların görüş ve izanını şekillendiren, estetik zevkini biçimlendiren, ruh ve gönül dünyasıdır. Bu dünya ise inançtan alır kaynağını. Mimari eserler; elle tutulabilen, gözle görülebilen, kokusu bile hissedilen, yıllarca bulunduğu coğrafi dokuyu kendine göre düzenleyen değerlerdir. Ayrıca eğer bu mimari yapı metafizik dünyayla doğrudan ilgili ise o dünyanın ortak malı haline gelmektedir. Milletler bulundukları coğrafyada en bariz hangi miraslarıyla orada yaşadıklarını ispat etmiş olabilirler? Bu sorunun, belki tek değil ama ilk cevabı; mimari yapılardır, olsa gerektir. Geçtiğimiz günlerde, Mimar Sinan’ın vefat yıldönümü idi. Her eserinde farklı bir tarz ve üslup deneyen Koca Sinan, Mimarlık tarihinin en geniş ve o yükseklikte bir basık kubbeye sahip olan Selimiye Cami ile başka milletlere bir cevap vermiş olmaktaydı. Caminin, yüksekliğine rağmen, ışık düzenindeki uyum, mekânın rahatlığı ve genişliği, estetik zevkin ihtişamla uyumu nadir özelliklerinden birkaçıdır. Osmanlının son zamanları, ülkenin masa başlarında paylaşıldığı, milletin var olma çabası içinde ceht ettiği sıralardır. Rivayet edilir ki Venizelos’un “Edirne’yi bize verin” demesi üzerine ünlü Türk düşmanı Lord Curzon şunu sormuş: “Selimiye’yi ne yapacağız?”. Bugün elimizde o günün şartlarından çok daha gelişmiş aletler, teknolojik imkânlar, malzemeler varken bile bir başka “Selimiye” yapamıyoruz. Coğrafyayı yurt edinmiş olmak orayı fethetmekle ve savaşla almakla olmaz elbet. Vatan denilen toprak parçası, üzerinde o millete ait medeniyet izlerini taşırsa “vatan” vasfını kazanıyor. Selimiye gibi eserler toprağı vatan yapan mühürlerdir. Benzerini yapmamız en azından kısa zamanda mümkün görünmemektedir. Selimiye’ye sadece Sinan’ın gönye ve malası şekil vermedi. Esere daha çok sanatkârın ruhu şekil verir, Mimar Sinan’ın da ruhu ve gönlü, inancından, milletine olan bağlılığından besleniyordu.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.