
Lokman Koyuncuoğlu
Güler misin ağlar mısın tiyatrosu
Yayınlanma:
Geçen yıl nisan ayını hatırlarsınız. Türkiye’nin en kritik dönemeçlerinden birinin yaşandığı, Cumhurbaşkanlığı seçiminin nasıl bir hal aldığının başlangıcı bu dönemde olmuştu. Sonra, Türkiye 22 Temmuz ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile önünü görmüş referandumla da final oynamıştı.
2008 yılı Nisanına geldiğimizde durum ne yazık ki geçen yıl ki gelişmelerden geri kalmaz bir düzeyde. Son bir haftayı şöyle bir gözden geçirdiğimizde bakın Türkiye neler konuşuyor.
Son 20 gündür ana gündemimiz Ak Parti’nin kapatılma davası. Hemen herkesin bir kanaati var bu kapatma davasıyla ilgili. Çoğunluğun tahmini de var. Ancak halk, tahmini değil, gerçeği 22 temmuz da göstermiş olmasına rağmen içinde buruk bir beklenti hakim. Beklentisini hayal olarak görmek yerine o verdiği oyun ne anlama geldiğini, bu ülkede yaşayan herkes kadar eşit olduğunu (oy eşitliği meselesine birazdan geleceğiz) bildiği sürece mesele yok.
“Devlet içinde yerleşik güçler ittifakı AK Parti’ye karşı sonucundan emin oldukları bir kapatma davası açmışlardır. Bu dava, söz konusu ittifakın iktidarı geriletmek için sahip olduğu son silahtır. Bir başka ifadeyle, hukuk ne kadar zorlansa, demokratik gelenekler ne kadar hasar görse ve hatta Cumhurbaşkanı’nın davaya dahil edilmesiyle devlet geleneği ne kadar ayaklar altına alınsa da kapatma davası ‘meşru’ görünümlü son çaredir...” Mustafa Karaalioğlu’nun bu satırları ne yazık ki halkın genel hislerinin tercümesidir. Halk kendi oyuna karşı yapılan baskıyı görmüştür; ama kafası net değildir.
Şimdi gelelim halkın oylarının eşitliğine. Orta çağ Avrupa’sına dönecek değiliz. Olay belli, ifade belli, ülke belli. Bu konuda olaya Gökhan Özcan farklı bir yaklaşım getiriyor. Demokrasiyi çoğunluktan çoğulculuk parametresine çekenlerin, tek bir oyu da hisse senedi gibi A,B,C kategorilerine ayırmaları kaçınılmaz. Ülkenin nimetlerini yiyenlerin, hiçbir zaman külfetlerine katlanmadıkları bahisle “O ''tatlı hayat''ın gerçek sahipleri neredeyse bir asırdır hiç boşta bulunmamış, hiç sormamıştır bu soruyu. Yoktur hayatlarında böyle bir soru... Onlar bilirler zaten, dağdaki çobanla zaten asla eşit, bir, aynı değildir, olmamıştır oyları..” ifadeleriyle tamamlıyor yazısını. Özet bu aslında. Devlete sırtını dayayanlar için her şey toz pembe. Ancak bu ülkeyi dünya yarışında geri bırakmak istemeyenler problemim en büyüğü ile karşı karşıya.
İşte 2008 Nisanın da Türkiye’de durum budur. Beş yılını her türlü meşakkatle ülkesine fayda sağlamak üzere harcamış bir Başbakanın düşürülmek istendiği durum ne yazık ki böyle. Birde delikanlı ayaklarıyla, hukuka güven, tepki gösterme verilecek karara saygı duy diyen bir güruh var ki. Tam sağırlar ve körler komedyası. Kendine güveniyorsan zaten hukuk seni aklar, yok suçluysan da cezana katlan repliği var ya. Tam güler misin ağlar mısın tiyatrosu.
Çok fazla bir yere gitmeye gerek. Kapatma davasında demokrasiden yana tavır alan medyayı sadece dün bile okumuş olsanız, nasıl bir anti demokratik durumla karşı karşıya olduğunuzu çok net görürsünüz. Acıtıcı olanda budur.
Aslında herkes her şeyin farkında. Temel problemde bu, o kadar farkında olunan konularda bile beyhude yorumlar yapılması ancak Türkiye’de olabilir.
Kısa bir Nisan özeti yaptık. Bir taraftan da bu, uzun bir Türkiye tahlili oldu. Bazen durmak, sessizce olup biteni dinlemek, daha iyi anlamak gerekir. Anlaşılan bir süre sessizliğe gömülmemiz gerekecek.
Mevlana diyor ki; Kış olursan baharın gelişini, gece kesilirsen gündüzün oluşunu görürsün.
2008 yılı Nisanına geldiğimizde durum ne yazık ki geçen yıl ki gelişmelerden geri kalmaz bir düzeyde. Son bir haftayı şöyle bir gözden geçirdiğimizde bakın Türkiye neler konuşuyor.
Son 20 gündür ana gündemimiz Ak Parti’nin kapatılma davası. Hemen herkesin bir kanaati var bu kapatma davasıyla ilgili. Çoğunluğun tahmini de var. Ancak halk, tahmini değil, gerçeği 22 temmuz da göstermiş olmasına rağmen içinde buruk bir beklenti hakim. Beklentisini hayal olarak görmek yerine o verdiği oyun ne anlama geldiğini, bu ülkede yaşayan herkes kadar eşit olduğunu (oy eşitliği meselesine birazdan geleceğiz) bildiği sürece mesele yok.
“Devlet içinde yerleşik güçler ittifakı AK Parti’ye karşı sonucundan emin oldukları bir kapatma davası açmışlardır. Bu dava, söz konusu ittifakın iktidarı geriletmek için sahip olduğu son silahtır. Bir başka ifadeyle, hukuk ne kadar zorlansa, demokratik gelenekler ne kadar hasar görse ve hatta Cumhurbaşkanı’nın davaya dahil edilmesiyle devlet geleneği ne kadar ayaklar altına alınsa da kapatma davası ‘meşru’ görünümlü son çaredir...” Mustafa Karaalioğlu’nun bu satırları ne yazık ki halkın genel hislerinin tercümesidir. Halk kendi oyuna karşı yapılan baskıyı görmüştür; ama kafası net değildir.
Şimdi gelelim halkın oylarının eşitliğine. Orta çağ Avrupa’sına dönecek değiliz. Olay belli, ifade belli, ülke belli. Bu konuda olaya Gökhan Özcan farklı bir yaklaşım getiriyor. Demokrasiyi çoğunluktan çoğulculuk parametresine çekenlerin, tek bir oyu da hisse senedi gibi A,B,C kategorilerine ayırmaları kaçınılmaz. Ülkenin nimetlerini yiyenlerin, hiçbir zaman külfetlerine katlanmadıkları bahisle “O ''tatlı hayat''ın gerçek sahipleri neredeyse bir asırdır hiç boşta bulunmamış, hiç sormamıştır bu soruyu. Yoktur hayatlarında böyle bir soru... Onlar bilirler zaten, dağdaki çobanla zaten asla eşit, bir, aynı değildir, olmamıştır oyları..” ifadeleriyle tamamlıyor yazısını. Özet bu aslında. Devlete sırtını dayayanlar için her şey toz pembe. Ancak bu ülkeyi dünya yarışında geri bırakmak istemeyenler problemim en büyüğü ile karşı karşıya.
İşte 2008 Nisanın da Türkiye’de durum budur. Beş yılını her türlü meşakkatle ülkesine fayda sağlamak üzere harcamış bir Başbakanın düşürülmek istendiği durum ne yazık ki böyle. Birde delikanlı ayaklarıyla, hukuka güven, tepki gösterme verilecek karara saygı duy diyen bir güruh var ki. Tam sağırlar ve körler komedyası. Kendine güveniyorsan zaten hukuk seni aklar, yok suçluysan da cezana katlan repliği var ya. Tam güler misin ağlar mısın tiyatrosu.
Çok fazla bir yere gitmeye gerek. Kapatma davasında demokrasiden yana tavır alan medyayı sadece dün bile okumuş olsanız, nasıl bir anti demokratik durumla karşı karşıya olduğunuzu çok net görürsünüz. Acıtıcı olanda budur.
Aslında herkes her şeyin farkında. Temel problemde bu, o kadar farkında olunan konularda bile beyhude yorumlar yapılması ancak Türkiye’de olabilir.
Kısa bir Nisan özeti yaptık. Bir taraftan da bu, uzun bir Türkiye tahlili oldu. Bazen durmak, sessizce olup biteni dinlemek, daha iyi anlamak gerekir. Anlaşılan bir süre sessizliğe gömülmemiz gerekecek.
Mevlana diyor ki; Kış olursan baharın gelişini, gece kesilirsen gündüzün oluşunu görürsün.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.