Yerel siyasetin tempo kazandığı bu günlerde iki önemli olay haftaya damgasını vurdu. Hafta sonu Galatasaray’ın yeni stadı Türk Telekom Arena ile Tunus’da yaşanan olaylar en çok konuşulan konular oldu.
2000 yılında UEFA ve Süper Kupayı kazanan Galatasaray için bu başarıların arka planında yönetimin takımlarını “Türkiye’nin genel yönetilmesinin çok üstünde bir başarıyla yönetmek” olarak değerlendirilmişti. Gerçektende o yıllar Türkiye’de banka hortumlamalarının zirvesi, ülkenin kaynaklarının heba edildiği, “cambaza bak cambaza” ninnileriyle milletin uyutulduğu yıllardı.
O dönemde ekonomide, siyasette, dış politikada çözülmüş bir ülke görüntüsündeki Türkiye’nin tek gururu Galatasaray’ın Avrupa şampiyonluğuydu. Kopenhagtaki o muhteşem zaferi yaşayanlardan biri de Başbakan Tayyip Erdoğan’dı. Başka bir takımı tutsa da ülkesinin bu başarısı O’nun için çok önemliydi. Zaten Seyrantepedeki o araziyi vermesi ve stat inşasını teşvikinin arkasında bu vardı. Ülkesine önemli başarı getirmiş bir takıma bir jest bir ödüldü o 600 trilyon liralık yatırım.
Cumartesi gecesi Türk Telekom Arena’nın açılışında yapılan protestoları nasıl algılamak lazım peki. Hiç lafı eğip bükmek gerekmez, bu tek kelimeyle terbiyesizliktir. Çünkü, konu siyasi olmadığına göre, üstelik diğer takımlara yapılmamış bir destek ortadayken bu yapılanları medeni bir tepki olarak görmek imkansızlaşıyor. Hazımsız insanların işi bu.
Öyle olmasa misafirperverliğe halel getirecek ne var ki ortada. Türkiye’de çağdaşlaşmanın ölçüsü görünen bir okulun taraftarları, siyasette ve başka alanlarda 10 yıldır mağlup edemedikleri bir lideri ve düşüncesini, kendileri için en güzel olan gecede bel altı vuruşlarıyla baltalamaya yeltendiler. Aslında çağdaşlıklarının içinin boş olduğu görüldü. 10 yıl önce Türkiye’nin çok önünde bir yönetim organizasyonu kuran Galatasaray’ın geçen bu süreyi nasıl heba ettiği de böylece belgelenmiş oldu.
Görüntü şu; 2000 yılında Avrupa başarıları ile marka olan takım, şimdi stat yapacak parası olmadığı için merkezi hükümetten destek alıyor. Ne değişti? Hem bu sürede Galatasaray çok kötü yönetildi hem de Türkiye bu dönemde çok iyi yönetildi. Durumun özeti bu.
Aslında Galatasaray’ın kötü yönetildiğini söylerken, rastgele kullanmıyorum bu ifadeleri. Zira Avrupa, Afrika ve dünyanın çeşitli memleketlerine gittiğinizde size bir satıcı bir garson ya da bir işadamı hemen kendi şivesiyle; Türkiye! Hakan Şukur, Hasan Saş! Repliğiyle karşılar. Bunu geçen yıl gittiğimiz Mısır’da hala duyuyor olmak çok daha ilginç geliyor insana. Bu ülkelerde Türkiye denince bu çağrışıyor ve bu şimdiye kadar hiç sosyal ve ekonomik olarak değerlendirilmemiş. Yazık ki ne yazık.
Galatasaray’ın özellikle Afrika ve Asya organizasyonlarıyla ciddi ekonomik geliri olabilirdi. Hazır bir sempati coğrafyası vardı. Ancak bu sürede hiç ama hiçbir şey yapılmadı. Tam bir miras yedi mantığıyla hareket edildi. Sonuç ortada.
Oysa Türkiye’nin şimdi yakaladığı komşu bölgelerle barışçıl ilişkilerin spor ayağı çok önceden atılabilirdi. Aslında kaybedilmiş çok şey yok ama bunu düşünecek birileri var mı karşımızda acaba? İspanya ve İngiltere ligleri Arap reklamlarıyla paralarına para katarken, bu bölgeyi düşünen var mı ki?
Yoksa hala 1950’lerin Türkiye’sinde misiniz veya 2000 yılındaki başarıda kaldığınız gibi, Türkiye’nin de 2000 yılında kaldığını mı düşünüyorsunuz. Öyle düşünüyorsanız çok ama çok yanılıyorsunuz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.